Şimdi, bir yandan 2023 kadın istihdam planları gevelerken, bir yandan kadınlar için güvenli toplu ulaşım gibi bir hakkı resmen ve fiilen ortadan kaldırma adımları atan bir iktidar karşısında, sanırım kadın hareketi için basit sorular sormaya başlama zamanı 2017 yılının ilk beş ayının kadın cinayeti raporları, özelikle de mayıs ayında, erkek şiddetinin çarpıcı biçimde artığını ve […]
Şimdi, bir yandan 2023 kadın istihdam planları gevelerken, bir yandan kadınlar için güvenli toplu ulaşım gibi bir hakkı resmen ve fiilen ortadan kaldırma adımları atan bir iktidar karşısında, sanırım kadın hareketi için basit sorular sormaya başlama zamanı
2017 yılının ilk beş ayının kadın cinayeti raporları, özelikle de mayıs ayında, erkek şiddetinin çarpıcı biçimde artığını ve vahşileştiğini gösteriyor. 2016 yılının ilk 5 ayında öldürülen kadın sayısı 137 iken, bu yılın ilk 5 ayında sayı 173 olmuş ve sadece mayısta 39 kadın öldürülmüş.
Bu alandaki kayıt, resmi istatistik vb. pratiklerin sağlıklı olmadığı düşünüldüğünde, kadın cinayetlerindeki artış, erkek şiddetindeki tırmanışın sadece göstergesi, buzdağının görünen yüzü. Kadınların şiddetle makbulleşmeye zorlandığı bir hayatın en keskin ucu. Aslında koca ülke özel ve kamusal alanlarıyla; okuluyla, işyeriyle, sokağıyla, eviyle, hastanesiyle, kadına yönelik bir suç mahalli. Aynı suç mahallinin gizlisinde, ortalama aile erkeği, kim bilir kaç ev içi şiddet/cinsel şiddet eyleminden sonra levyeyle, işkenceyle karısını öldürüyor. Kamusal alanında, ortalama rejim erkeği, ev içindeki şiddet eylemlerine ek olarak, otobüste, parkta makbul olmayan kadınları tekmeliyor. Ağzından çıkanı iki kere duyması gereken Adalet Bakanı, “Aile içi şiddette, kadınla erkek arasındaki uyuşmazlıkta devletin bu kadar polisiyle askeriyle hakimiyle psikologuyla sosyal çalışmacısıyla uzmanıyla kadınla erkeğin arasına girmesi ne kadar doğru?” diye konuşuyor. Gören de devlet şiddetle ilgili yükümlülüklerini yerine getirmek için altyapı oluşturacağım diye çırpınmaktan katil projelere para yetiştiremiyor sanır. Bu ortamda sığınak yerine açtığı “konuk evlerine” başvuran kadınları faillerle uzlaştırarak şiddet ortamına geri dönmeye teşvik eden ortalama rejim belediyesi de, toplu taşımada “bayana özel vagon” uygulaması başlatıyor. Kadınlara yönelik şiddet cezasız ve kuralsızca azgınlaştırılırken, “bayanlara” tecrit edilmiş alanlarda sahte güvenlik vadeden bir suç mahalli burası.
Sayılar yalan söylemese de, bütün bu gerçekleri açıklamıyor. Belki de basitçe şu söylenebilir: Bugünden bakıldığında, AKP denilen erkek koalisyonunun kadın siyasetinde, dönemin başbakanının 2010 Dolmabahçe toplantısında sarf ettiği “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” ve “Kreş eken huzurevi biçer” sözleriyle simgeleştirilen kırılma noktası, 16 Nisan sonrasında yerini bir başkasına bırakıyor. Bu yeni kırılma noktasına, İstanbul Sözleşmesi ve kadın örgütleri tarafından bu sözleşmeden hareketle oluşturulan 6284 sayılı yasanın altının, son yedi yıl içinde en tepeden kılınan kadın-erkek eşitsizliği ilkesiyle neredeyse bütünüyle boşaltıldığı bir sürecin sonunda ulaşıldı.
İstanbul Sözleşmesi diye bilinen, kadına yönelik şiddete ilişkin bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası toplumsal cinsiyet eşitlikçi sözleşme niteliğindeki metin (Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi), psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz gibi cinsel şiddet eylemleri dahil, erkek şiddetinin tüm biçimlerini içeriyor. Ev içi şiddeti, aile ve evlilik birliği içinde bulunma koşulu olmadan aynı evde yaşasın yaşamasın mevcut, eski eş veya partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet eylemi biçiminde tanımlıyor. Kadına yönelik şiddetin kendisini, kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel anlamda eşitsiz güç ilişkilerinin sonucu olarak nitelerken, devlete kendisi adına hareket eden görevlilerin sözleşmenin gereklerini yerine getirmesini sağlama; şiddeti faili kim olursa olsun önleme, soruşturma, cezalandırma, tazmin etme yükümlülüğünü getiriyor. Ancak 2011 Mayıs ayında İstanbul’da imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren sözleşme, yükümlülüklerini yerine getirmeyen devletin şiddetin sorumlusu olduğunu ve kadına yönelik şiddetin ancak kadın-erkek eşitliğini sağlayan genel siyasetlerle ortadan kaldırılabileceğini açıkça söylese de, sözleşmenin iç hukuklaştırılmasının bir adımı olan 6284 nolu yasa, daha adından itibaren (Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) bu genel yaklaşımın altını oymaya başladı. Yedi yıllık süreçte bu alt oyma yaklaşımının nasıl ilerlediğini en iyi kadına şiddetle mücadele alanında çalışan kadın örgütleri biliyor. Bugün gelinen noktada ise, hem sözleşmede ve yasada öngörülen şiddetle mücadele temel mekanizmalarının hem de bu mekanizmaları güçlendirecek kadın-erkek eşitliği uygulamalarının tam anlamıyla çöktüğü bir durumla karşı karşıyayız. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin başlatmaya çalıştığı “bayanlara özel vagon” uygulaması, bu yüzden basit bir ayrımcılığa değil, ülkeyi kadınlar için bir suç mahalline dönüştüren iktidarın, kadına yönelik şiddetle ilgili tüm sorumluluklarından sıyrılma çabasına, yani AKP iktidarının kadın siyasetinin yeni bir kırılma noktasına işaret ediyor. Bu yeni kırılma noktasında, iktidarın gerek erkek şiddetini cezasız-kuralsız bırakma, gerekse kadınları şiddet döngüsüne hapsedecek eşitsizlik uygulamalarını, başta boşanma komisyonunda bekletilen tasarılarla birlikte gündeme getireceğini biliyoruz.
2010 yılında dönemin başbakanı, “Kreş eken huzur evi biçer” veciz sözleriyle, devletin kadınlarla ilgili sosyal hak sorumluluğunu üstünden atarak kadınları şiddet ve eşitsizlik döngüsüne mahkum edeceğinin sinyalini vermişti. Şimdi ise bir yandan 2023 kadın istihdam planları gevelerken, bir yandan kadınlar için güvenli toplu ulaşım gibi bir hakkı resmen ve fiilen ortadan kaldırma adımları atan bir iktidar karşısında, sanırım kadın hareketi için basit sorular sormaya başlama zamanı. Örneğin, kadınların tamamı için koca bir suç mahalline dönüşen bir ülkede şiddet nedir? Şiddetle mücadele mekanizmalarını şimdi nasıl tanımlayıp, nasıl oluşturup, nasıl güvence altına alacağız? Ev içi şiddetle mücadelede erkekçi bürokrasinin labirentlerinde didişmekten başka hangi etkin yolları bulacağız? Ve kadınlar için büyük bir suç mahalline dönüştürülen kamusal alandaki şiddeti nasıl önleyeceğiz? İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna ağıt yakarak mı, yoksa devleti başta toplu ulaşım olmak üzere kamusal alanda kadınların güvenliğini sağlamak ve haklarını tanımak zorunda bırakan bir örgütlenme ve doğrudan eylem çizgisiyle mi? Çünkü hepimiz iyi biliyoruz, suç mahallinde “bayan” olunmaz. “Bayan” dayatması artık sadece dildeki cinsiyetçiliğin mücadelenin konusu değilse, haydi kadınlar o zaman biraz harekete geçme zamanı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.