Kontrgerillanın sol tabana dayalı bir düzen partisinin merkezinde olduğu bir sağ koalisyonla restorasyonu akla uymaz. Bu nedenle egemen güçler alternatiflerini AKP içinde aramaktadır. Erdoğan da bu nedenle AKP’nin başına çökmüştür Erdoğan’ın parti devletine geçişe gerekçe olarak gösterdiği “devletin bekası” sorunu gerçek bir sorundur. Çünkü Türkiye devletinin kurucu öznesi ve devlet iktidarının gerçek merkezi olan kontrgerilla, […]
Kontrgerillanın sol tabana dayalı bir düzen partisinin merkezinde olduğu bir sağ koalisyonla restorasyonu akla uymaz. Bu nedenle egemen güçler alternatiflerini AKP içinde aramaktadır. Erdoğan da bu nedenle AKP’nin başına çökmüştür
Yenikapı Mitingi’nde CHP liderliği AKP ve MHP ile yan yana gelerek “devletin kurtarılmasında” üstüne düşeni yapacağını göstermişti.
Erdoğan’ın parti devletine geçişe gerekçe olarak gösterdiği “devletin bekası” sorunu gerçek bir sorundur. Çünkü Türkiye devletinin kurucu öznesi ve devlet iktidarının gerçek merkezi olan kontrgerilla, tarihinin en büyük krizini yaşamaktadır. Kontrgerillanın krizi çözülmeden sömürge faşizmini ayakta tutmanın olanağı yoktur. Sömürge faşizmi olmadan, bugünkü yeni sömürgecilik politikalarının içerisinde hayat bulduğu neoliberalizm sürdürülemez.
Emperyalistler de oligarşi de Erdoğan da bu gerçeğin farkındadır. Erdoğan’ın pervasızlığı bundandır. “Kürtlere ve demokratik muhalefete karşı savaş” politikası üzerinden kurulan Erdoğan-Bahçeli ittifakı, kontrgerillanın iç birliğini[1] sağlamak için oligarşinin elinde kalan son iktidar alternatifidir. Oligarşinin halihazırdaki düzen içi siyasi güç merkezleri içerisinden Erdoğan-Bahçeli koalisyonuna karşı etkili bir iktidar alternatifi üretebilmesi mümkün değildir.
Mevcut durumu bu şekilde saptadığımızda bir “umutsuz durum” tarif etmiş olmuyoruz. Tam tersine kazanılabilir bir demokrasi mücadelesinin dayanacağı gerçek zemini saptıyoruz. Ve bu temel çerçeve bize bugünkü demokrasi mücadelesinin doğru yol ve yöntemlerini belirlemek için sağlam hareket noktaları sağlıyor; neyin doğru, neyin yanlış olduğunu daha kolay görebiliyoruz.
CHP kurmayları ve “ulusalcılar”, “cumhuriyetin (devletin) AKP tarafından yıkıldığını, devleti korumak için AKP iktidarını yıkmak gerektiğini” ileri sürüyorlar. Bu yaklaşımdan hareketle demokrasi mücadelesini devleti koruma mücadelesi olarak tanımlıyorlar[2]. Bu yaklaşım “Kemalist Cumhuriyet”in temel çerçevesinin 90 küsur yıldır sürekliliğini koruduğunu varsayıyor.
Oysa gerçek bu değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti 1950’li yıllardan itibaren geri dönülmez bir biçimde bir “sömürge tipi devlet/faşizm”e dönüşmüştür[3]. AKP, CHP kurmaylarının sol tabanı inandırmaya çalıştığı gibi (Kemalist) devleti yıkma vaadiyle değil (sömürge tipi faşist) devleti koruma vaadiyle iktidar tekeli kurmaktadır.
CHP kurmayları masum bir yanılgı içinde değiller. İzledikleri pratik politikadaki süreklilik, CHP kurmaylarının krizin gerçek mahiyetini kavradıklarını ve kontrgerillanın krizini çözecek (emperyalizm ve oligarşi için) daha rasyonel bir iktidar alternatifi oluşturmayı temel aldıklarını göstermektedir. CHP kurmaylarının AKP-MHP koalisyonuyla aynı programatik zeminde yer alması bu nedenle “hödüklük” falan değil. CHP kurmayları devletin bugünkü beka sorununun kontrgerillanın krizinden kaynaklandığını bilmekte ve bu krizi aşacak bir iktidar alternatifinin ancak bir başka milliyetçi-muhafazakar blok kurarak oluşturulacağını düşünmektedirler.
CHP’nin trajik durumu işte tam da bu noktadadır. Emperyalizm ve oligarşi (bugünün konjonktüründe) Türkiye’deki sömürge faşizmini Erdoğan dışındaki bir siyasi özneyle restore etmeyi tercih eder. Her iki merkezin de bunun için çeşitli sondajlar, yönlendirmeler yaptıkları görülmektedir (15 Temmuz olayının bu “arayışlar”a denk düştüğü düşünülebilir). Ancak restore edilecek “şey” herhangi bir şey değildir, kontrgerilladır. Kontrgerillanın sol tabana dayalı bir düzen partisinin merkezinde olduğu bir sağ koalisyonla restorasyonu akla uymaz. Üstelik bu alternatif, krizin en hafif olduğu zamanda Ecevit’le denenmiş ve başarısızlığa uğramıştır (Yani bu krizden CHP’ye “ekmek” çıkmaz!). Bu nedenle egemen güçler alternatiflerini şu anda sağın tek partisi olan AKP içinde aramaktadır. Erdoğan da bu nedenle AKP’nin başına çökmüştür.
AKP-MHP koalisyonu kontrgerillanın restorasyonu için rasyonel seçenek olabilir ama bu yeter mi?
Yetmez! Çünkü Erdoğan ne kadar “yerli ve milli” olduğunu vurgularsa vurgulasın, kontrgerilla küresel ve gayri millidir. Türkiye kontrgerillası ABD emperyalizmi dışında bir varoluşa sahip değildir ve olamaz. Kadro, silah, iletişim ve parasal yapılanması bakımından ABD emperyalizminin derinlemesine “sahibi” olduğu bir özel savaş örgütünün restorasyonunun ABD emperyalizmi (NATO, CIA, MOSSAD) dışında gerçekleştirilmesi imkansız değildir ama kolay da değildir. Böyle bir gelişme AKP’yi Taliban, El Kaide, IŞİD benzeri bir siyasi konuma yerleştirir.
Erdoğan ABD ve AB’ye ne kadar efelenirse efelensin gerginliği bu noktaya getirmeyecek, iktidarının emperyalist sisteme entegrasyonu için uygun bir model geliştirilmesini isteyecektir (Bkz. “Virgül mü nokta mı” efelenmesinden, “nokta koymak doğru değil”e tornistan).
Peki emperyalistlerin böyle bir modeli var mıdır/oluşabilir mi? Türkiye halkının “nitelikli çoğunluğu”nun AKP’nin yönetim tekeline açıkça karşı çıkıyor olması ve Kürt halkının Rojava’da elde ettiği askeri ve siyasi mevziler emperyalistlerin böyle bir model oluşturabilmesini büyük ölçüde güçleştirir.
Diğer yandan AKP-MHP koalisyonu görünüşte “rakipsiz” olmasına karşın, kurumsal ve kadrosal temel bakımından Türkiye tarihinin gördüğü en zayıf iktidardır. Hukuk fakültesini yeni bitirmiş cübbeli tetikçiler, havuz medyasının soytarıları, çeteler halinde bölünmüş özel harekat ve istihbarat kurumları, hiçbir kademesi birbirine arkasını dönemeyen bir ordu ve polis, kürsüleri boşalmış üniversiteler ve her yanından dökülen bir bürokrasi ile Türkiye’nin kontrgerillasını ve sömürge devletini restore etmek ham bir hayaldir.
Yoksul halkın gırtlağını her geçen gün daha fazla sıkan işsizlik, pahalılık ve borç batağını saymıyoruz bile.
Kısacası sömürge faşizminin krizi, içinden çıkılmaz bir hal almıştır; kısa ve orta vadede faşizmi kimse kurtaramaz. İyi ki de kurtaramaz.
Bu bir “Fetret Devri”dir. Sömürge faşizminin “fetreti”, ezilen sınıflardan çıkacak Bedreddinlerin, Börklücelerin, Torlak Kemallerin de habercisidir. Ve “bu kerre mağlub” olmayabiliriz.
Dipnotlar:
[1] 12 Eylülcüler tarafından “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ifadesiyle soyutlanan bu birliğin bugünkü somut ifadesi, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar tarafından “Hendeklerdeki asker-polis kardeşliği” olarak dile getirildi.
[2] Böylece CHP ve ulusalcılar kendilerini en hakiki muhafazakar parti olarak tanımlamış oluyorlar. CHP kendisini böyle sununca Erdoğan da aldığı pası kaçırmıyor, “AKP devrimci bir partidir” diyerek anında gole çeviriyor.
[3] Kemalist Cumhuriyet’in yalnızca iki unsuru sömürge tipi faşizmin kurucu zemininde yer almıştır: Kürt düşmanlığı ve devletçilik. AKP-Bahçeli koalisyonu da bu “sabitler” üzerine kurulmuştur. Kemalist Cumhuriyet’in bu unsurlarının sömürge tipi faşist pratik içindeki devamlılığı, Kemalizmin faşizmle ve ırkçılıkla özdeşleştirilebilmesine imkan vermiştir. Bir zamanlar kendilerini anti emperyalist, demokrat ve halkçı (hatta sosyalist) niteliklerle görünür hale getiren kimi Kemalistlerin, Kürt düşmanı (/ırkçı) ve otoriter-devletçi (/elitist) bir ideolojik aksa kaymasında (ve kaçınılmaz olarak Erdoğan’ın şimdiki “sol” payandası olmalarında) bu sürekliliğin payı bulunmaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.