Bizim gerçek gücümüz sadece “orantısız zekamız” değil, “orantısız üretkenliğimiz”, “orantısız cesaretimiz”dir de. Üretimden gelen gücümüzü ve adanmışlık kapasitemizi kullanamadığımız sürece sandıkta ne biriktirirsek biriktirelim sonucunu toplayamayacağımız açıktır Halkın çoğunluğu Erdoğan’ın diktatörlük yetkileriyle donatılmasına karşı çıktı. Bu çoğunluk basit bir çoğunluk da değil. Üniversite mezunlarının yüzde 70’inden fazlası, lise mezunlarının yüzde 65’inden fazlası, büyük sanayi ve […]
Bizim gerçek gücümüz sadece “orantısız zekamız” değil, “orantısız üretkenliğimiz”, “orantısız cesaretimiz”dir de. Üretimden gelen gücümüzü ve adanmışlık kapasitemizi kullanamadığımız sürece sandıkta ne biriktirirsek biriktirelim sonucunu toplayamayacağımız açıktır
Halkın çoğunluğu Erdoğan’ın diktatörlük yetkileriyle donatılmasına karşı çıktı. Bu çoğunluk basit bir çoğunluk da değil. Üniversite mezunlarının yüzde 70’inden fazlası, lise mezunlarının yüzde 65’inden fazlası, büyük sanayi ve hizmet merkezlerinin yüzde 80’i “dinbaz parti devleti”ni reddetti. Evet oyu kullananların gerçekten de Erdoğan’a diktatörlük yetkisi verilmesini isteyip istemediği bile belirsiz. Ama Evet oyu kullanan kitlenin çekirdeğini Anadolu’nun ekonomik ve kültürel olarak en durağan yerleşim alanlarında, eğitim seviyesi düşük, himaye edilme ihtiyacındaki vasıfsız bir erkek nüfusunun oluşturduğu görülüyor.
Türkiye halkının nitelikli çoğunluğunun sandıkta karşı çıkmasına karşın Erdoğan, bu niteliksiz azınlığı arkasına alarak diktatörlüğünü dayatabiliyor. Ve Türkiye halkının bu nitelikli çoğunluğu demokrasi, özgürlük ve sekülarizm tercihinin çoğunlukta olmasına karşın Erdoğan’ın dinbaz parti devletinin önüne geçememenin rahatsızlığını yaşıyor.
Sandıktaki çoğunluğumuza karşılık demokrasi, özgürlük ve sekülarizm iradesini niçin gerçekleştiremediğimiz üzerine düşünmemiz, anlamamız ve çıkardığımız sonuca uygun yeni bir yol haritası oluşturmamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek “bu kerre mağlup olmayabiliriz”.
Bunun için “öykü”nün başına gitmemiz gerekiyor.
Haziran İsyanı’ndan sonra
Bugün oluşan “çoğunluğumuz” esas olarak Haziran İsyanı’nda tarih sahnesine çıktı. Çoğunluk olmamıza karşın başaramamamızın öyküsü de Haziran İsyanı’nın safahatından oluşuyor. Bu yüzden Erdoğan kendisine yönelen iktidar tehdidinin kitlesinden söz ederken sürekli “Geziciler” deyip duruyor. Haziran İsyanı’nın temalarını rövanşist bir üslupla canlı tutması da bu yüzden. Bakmayın FETÖ’yü, “üst akıl”ı dilinden düşürmemesine, Erdoğan için iktidarına yönelik asıl tehdit “halk tehdidi” ve bu tehdidin öznesi olan “halk” Haziran İsyanı’nın kitlesi olarak kararlı bir süreklilik gösteriyor. Bugüne kadar taşınan bu kararlılık ve süreklilik Haziran İsyanı’nın gelip geçici bir eylem anı değil, bugünün devrimci sürecinin tarihsel dışavurumu olduğunu gösterir. Yine bu “kararlılık ve sürekliliğin” dağılmaya, parçalanmaya yüz tutmaması, aksine Haziran İsyanı’nın siyasi yelpazesini oluşturan unsurlar arasındaki mesafelerin daralma eğiliminde olması da bu sürecin gelişen ve olgunlaşan bir süreç olduğunu gösterir.
Bugünkü sorunumuz da, bugünün devrimci sürecinin olgunlaştırılması ve tarihsel sonucuna ulaştırılmasıdır.
Erdoğan’ın Haziran İsyanı’nın en sıcak günlerinde muhalefeti sandığa davet etmesi boşuna değildi. Haziran İsyanı’nda ülkenin bütün büyük kentlerinin meydanlarını ele geçiren kitleler meydanlardan iktidara yürümek için gerekli siyasi sıçramayı göstermek yerine AKP iktidarını seçim yoluyla “çözmeye” ikna edildiler. Çoğunluğu CHP seçmeni olan Haziran İsyanı kitlesi, Ankara ve İstanbul belediyelerinin AKP’den alınması halinde AKP iktidarının da çözülmeye başlayacağına, demokratik, laik bir siyasi iktidarın oluşturulabileceğine ikna oldu. Bu yüzden Mansur Yavaş’ı, Mustafa Sarıgül’ü sineye çekti. Haziran İsyanı’nda bir araya gelen yelpaze 2014 yerel seçimlerinde, 7 Haziran’da, 16 Nisan referandumunda ülkenin bütün büyük kentlerinin sandıklarında da çoğunluğu yakalamasına karşın sürecin dinbaz parti devletine geçiş yönünde ilerlemesini engelleyemedi. 2014 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul’da oy hırsızlığı yapıldı (trafolardaki kediler), 7 Haziran’da parlamento fiilen feshedildi (istikşafi görüşmeler), 16 Nisan’da YSK eliyle seçimin kendisi çalındı. Kısacası Haziran İsyanı’nın geniş kitlesi meydanlarda sarstığı iktidarı sandıkta yıkabileceğine inandı ve bu amacına ulaşmak için “yürüyüş kolunun en geri çizgisine göre” bile düzen aldı ama sandıkta sağladığı çoğunluğu sandıktan çıkarma ve siyasi sonuçlarına ulaştırma iradesini gösteremedi. Çünkü bu iradeyi gösterebilmesi için önce sandığın dışında iktidarını inşa etmesi, fiili güç mevzilenmesini yaratması, sandığı eylemiyle kuşatması ve sandıktaki gerçeği fiili gücünün bir parçası haline getirmesi gerekiyordu ancak böyle bir siyasi varlığa sahip değildi.
İktidar nerede kuruluyor?
30 Mart 2014’ten 16 Nisan 2017’ye uzanan süreç gösterdi ki Türkiye’de iktidar sandıkta oluşmuyor, sandıkta kurulmuyor, sandıkta dağılmıyor. Devleti ve devletin çekirdeğini oluşturan kontrgerillanın iktidarını elinde tutan güç, sandıktan ne çıkacağını, nasıl çıkacağını, sandığın içinde ne olursa olsun sandıktan çıkacak sonucun nasıl “yönetileceğini” belirliyor.
Marksist devlet anlayışına vakıf birinin başından itibaren farkında olduğu bu en basit “devlet gerçekleri”ni tüm Türkiye halkı üç yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde deneyimledi.
16 Nisan seçimlerinden sonra “mağlup olmamak” için yapmamız gereken ilk şey bu deneyimi yaşamamış gibi yapmamaktır.
Bunun için özeleştiriye “gündüz işte gece direnişteyiz”, “hiçbir örgüte sığmayan kitle” güzellemelerinden başlamamız gerekiyor.
Eğer bizim sandık çoğunluğumuz bu ülkenin katma değerinin yüzde 80’ini üretiyor, eğitimli kitlesinin yani aklının yüzde 70’inden fazlasını oluşturuyor ama iradesini gerçekleştiremiyorsa bunu CHP’nin, HDP’nin veya bir başka siyasi öznenin şu ya da bu politikasıyla, tavrıyla, tutumuyla izah etme ucuzluğunu bir kenara bırakmalıyız. Gerçeği görmeliyiz: Sandıkta çoğunluğuz ama yalnızca “sandık çoğunluğu” olarak kaldığımız sürece ne yazık ki “kağıttan bir güç”üz. Bizim gerçek gücümüz sadece “orantısız zekamız” değil, “orantısız üretkenliğimiz”, “orantısız cesaretimiz”dir de. Üretimden gelen gücümüzü ve adanmışlık kapasitemizi kullanamadığımız sürece sandıkta ne biriktirirsek biriktirelim sonucunu toplayamayacağımız açıktır. Dolayısıyla çözmemiz gereken sorun, üretimden gelen gücümüzü kullanılır hale getirmek, halk isyanının önünü açacak, ön hattını oluşturacak devrimci eylemin kadrosunu ve örgütünü halk isyanının safları içerisinde oluşturmaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.