Günü kurtarma derdiyle Erdoğan, geleceğe yönelik ağır bir borç yükü yaratan“kredi” politikasını sermayeye sunuyor. Ancak kredi politikası ile oynanan bu “kumar” sermayeyi memnun etmiyor. Verilen milyar liralardan kısmi sevinç duyan sermaye kazancını ve geleceğini garanti altına almak istiyor TÜSİAD ve Dünya Bankası tarafından 2017 yılına ilişkin ekonomik beklentilerin ele alındığı “Dünya Bankası Konferansı” 12 Haziran’da gerçekleşti. […]
Günü kurtarma derdiyle Erdoğan, geleceğe yönelik ağır bir borç yükü yaratan“kredi” politikasını sermayeye sunuyor. Ancak kredi politikası ile oynanan bu “kumar” sermayeyi memnun etmiyor. Verilen milyar liralardan kısmi sevinç duyan sermaye kazancını ve geleceğini garanti altına almak istiyor
TÜSİAD ve Dünya Bankası tarafından 2017 yılına ilişkin ekonomik beklentilerin ele alındığı “Dünya Bankası Konferansı” 12 Haziran’da gerçekleşti. Konferansta Dünya Bankası rehberliğinde TÜSİAD’ın hazırladığı “Küresel Ekonomik Beklentiler 2017: Kırılgan Bir İyileşme” raporu tanıtıldı.
Açılış konuşmasını TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in gerçekleştirdiği etkinliğe Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, Danışman ve Ekonomist Murat Ucer, TÜSİAD Koç Üniversitesi EAF Direktörü Selva Demiralp konuşmacı olarak katıldı.
Bilecik konuşmasında raporun başlığında bulunan “ekonomik kırılganlığa” vurgu yaparken küresel ticaret hacminde artış ivmesi beklentisini dile getirdi. İyileşmenin “kırılgan” olarak tarif edilmesinin başlıca nedenlerini siyasi belirsizlikler, ticaret politikalarındaki korumacılık ve finansal alandaki riskler olarak özetleyen Bilecik yatırımlardaki zayıflığın devam ettiğini belirtti.
İş dünyasının önünü görmesinin kolay olmadığını kaydeden Bilecik bu yıl yatırımların zayıf kalmaya devam etmesinin şaşırtıcı olmayacağını sözlerine ekledi.
Ekonomik kriz görünümlerinin arttığı son dönemde Saray-AKP iktidarı sermayeye güvence ve teşvik vadetmişti.
Teşvik konusunda ise Varlık Fonu, vergi indirimleri ve iflas geciktirme gibi adımlar atan iktidar, son olarak piyasalardaki tıkanıklığı aşmak için Kredi Garanti Fonu’nu (KGF) devreye soktu.
Güvence konusunda ise soru işaretleri sürüyor.
2016 yılının başından itibaren KGF’nin yeniden yapılandırılması süreci başlatıldı, işleyişi ve altyapısı yeni baştan şekillendirildi, KHK ile yetkileri genişletildi.
KGF’nin ortaklık yapısında bulunan 27 banka, sektörün piyasa büyüklüğünün yüzde 98’ini oluşturuyor. KGF eliyle sermayeye 2,5 aylık bir süreçte 180 milyar TL’lik bir kaynak aktarıldı. Fonda 50 milyar lira daha kaynak bulunuyor.
Konuşmasında likidite ve kredi bolluğundan memnun olduğunu belirten Bilecik, yine de temkini elden bırakmadı.
“Sorunlu dönemleri atlatmak için bu tür politikalar kısa vadede faydalı olsa da ekonomik büyüme sürdürülebilir bir şekilde sağlanamadığı takdirde, bu uygulamaların sorunları ertelemekten öteye geçemediğini” belirten Bilecik, şöyle devam etti:
Nitekim, Türkiye ekonomisinin artık hızlı kredi artışı ya da likidite bolluğu ile büyümesinin sonuna geldik. Maalesef, tasarruflarımız böyle bir büyümeyi sağlayacak ölçüde hızlı artmadığı gibi, dışarıdan sağladığımız finansmanın maliyeti giderek artıyor. Ayrıca, ister kredi artışı ister Merkez Bankası vasıtasıyla sağlansın, piyasaya sunulan likidite fazlası bize hep yüksek enflasyon olarak geri dönüyor.
KGF ile birlikte işletmelerin uygun maliyet, uygun vade ile finansmana erişiminin kolaylaştırılmasıyla bankaların kredi verme iştahı arttı. KGF’nin faturası ise Hazine garantisi ile devlete, yani halka çıkarılıyor.
Kamunun “cebi” olan Hazine, nisan verileriyle son 7 ayda 43 milyar lira nakit açığı verdi bile. “Cep”ten alınan paranın 10 milyar doları sermayeye güvence oluşturması adına Merkez Bankası’na aktarıldı. Merkez Bankası’nın kasası 16 milyar TL’ye çıkarıldı.
2016’da ekonomik durgunluğa, bir de darbe girişimi eklenince Türkiye ekonomisi gerilemeye başlamıştı. Merkez Bankasının faiz artırması, sıcak para ve dış yatırımcıya muhtaç Türkiye ekonomisindeki gerilemeye hız kazandıracaktı. Bu nedenle faiz artışı ertelendi ve zamana yayıldı. Bu erteleme de TL’deki değersizleşmenin sert bir şekilde gerçekleşmesini beraberinde getirdi. Dolar-TL parametresi 3,80 bandını aştı.
AKP’nin dış yatırımcı gelecek diye açık bıraktığı kapıdan liranın değer kaybı, dolayısıyla da yüksek enflasyon girdi.
Kısacası enflasyon, yabancı sermayenin kaçmaması için atılan adımlar sonucu tırmandı. Yine de yabancı sermaye, siyasal belirsizlik ve güvensizlik gerekçeleriyle kapıda ayak sürmeye devam ediyor. TÜSİAD ise ağzını her açtığında “demokrasi ve özgürlük” söylemi altında iktidardan sermaye çıkarlarının güvenceye alınmasını talebini ısrarla sürdürüyor.
Ekonomik büyüme konusunda kaygılarını açıklayan TÜSİAD Başkanı Bilecik çözüm olarak ise siyasal belirsizliğin ortadan kaldırılmasını istedi. “Demokrasi, özgürlük, hukuk, ifade ve basın özgürlüğü konularında geriye gitmememiz gerekli” diyen Bilecik, TÜSİAD’ın 16 Nisan referandumu sonrası sıkça dile getirdiği taleplerini yineledi. Bilecik daha önce de gündeme getirdiği “OHAL kaldırılsın” talebini bu kez “OHAL” sözcüğünü zikretmeden tekrarladı:
Basın özgürlüğü başta olmak üzere tüm özgürlük alanlarında ve hukuk devletinin üstünlüğünde geriye gitmememiz gerekir. Böyle bir ortamda ekonomik kazanımlarımız ya zayıf kalacak ya da anlamını yitirecektir. Hiçbir ekonomik kazanımın, demokraside ilerleme sağlanmadan kalıcı ve sürdürülebilir olması mümkün değildir.
Erol Bilecik 18 Mayıs’ta gerçekleşen ve Tayyip Erdoğan’ın da katılım gösterdiği TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında “OHAL kaldırılsın” talebini Erdoğan’ın yüzüne dillendirmişti. Erdoğan ise OHAL’in kaldırılmayacağını söyleyerek TÜSİAD’a yeni kâr alanı olarak Cemaat’ten boşalan yerleri işaret etmiş, “cep”te ne kaldıysa sermayenin önüne sererek ikna etmeye çalışmıştı.
Ancak Erdoğan kadim ortağından kalan alanların yağmalanmasına izin verirken aynı yağmanın TÜSİAD’ın başına gelmeyeceği garantisini veremiyor. İktidarının sürekliliğini sağlayan ve Saray’ı ayakta tutan OHAL yönetiminden de geri adım atamıyor.
Erdoğan’ın elinde uzun vadeli bir reçete yok. Günü kurtarma derdiyle, geleceğe yönelik ağır bir borç yükü yaratan “kredi” politikasını sermayeye sunuyor. Ancak kredi politikası ile oynanan bu “kumar” sermayeyi memnun etmiyor. Verilen milyar liralardan kısmi sevinç duyan sermaye kazancını ve geleceğini garanti altına almak istiyor.
Sonuç olarak Erdoğan, iktidarının yeniden tesisi ile sermayenin talepleri arasında sıkıştıkça sıkışıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.