Erdoğan kontrgerillanın krizini aşabilmek için açık faşizme yöneliyor. Ama kontrgerillanın açık ve doğrudan siyasi yönetimi olarak açık faşizm, kontrgerillanın siyasi birliğine ihtiyaç duyar. Oysa Erdoğan’ın önündeki asıl sorun kontrgerilladaki siyasi parçalanmadır “Bu ülke koalisyonlardan çok çekti”, “Yürütme yetkilerinin Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında paylaştırılması devletin tepesinde çok başlılığa yol açıyor”. Erdoğan “güçler ayrılığı”nın son kalıntılarından da […]
Erdoğan kontrgerillanın krizini aşabilmek için açık faşizme yöneliyor. Ama kontrgerillanın açık ve doğrudan siyasi yönetimi olarak açık faşizm, kontrgerillanın siyasi birliğine ihtiyaç duyar. Oysa Erdoğan’ın önündeki asıl sorun kontrgerilladaki siyasi parçalanmadır
“Bu ülke koalisyonlardan çok çekti”, “Yürütme yetkilerinin Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında paylaştırılması devletin tepesinde çok başlılığa yol açıyor”. Erdoğan “güçler ayrılığı”nın son kalıntılarından da kurtulup bütün güçleri kendi şahsında birleştirmek için bu gerekçelere sarıldığında AKP 15 yıldır parlamentoda çoğunluktu ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan 10 yıldır aynı partiden geliyordu. Ama Erdoğan “inandırıcı” idi çünkü devlet iktidarında 2011 sonundan itibaren birbirini izleyen koalisyon krizleri patlak vermiş ve kriz 15 Temmuz’da bir “koalisyon felaketi”ne dönüşmüştü. 15 yıldır tek başına parlamento çoğunluğuna sahip olan AKP devlet iktidarını ancak Gülen Cemaati ile koalisyon kurarak ele geçirebilmişti. Koalisyonu kurduran güç merkezleri (ABD ve İsrail) neoliberal siyasi İslam hükümetleri üzerinden yürüttükleri işgal ve hegemonya planlarını değiştirince AKP-Gülen koalisyonunun da sonu geldi. Koalisyonun sonu, AKP-Gülen koalisyonunu devletin iktidarına getiren asıl güç merkezinde, kontrgerilla kurumları arasında patlak veren kavgayla göründü. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, Özel Yetkili Savcı Zekeriya Öz tarafından ifadeye çağırılması, MİT ile “Olağanüstü Siyasi Yargı” arasındaki bir çatışma olarak, AKP Gülen koalisyonun krizinin belirleyici merkezinin kontrgerilla olduğunu kanıtladı. Polis ve Olağanüstü Siyasi Yargı’nın merkezinde yer aldığı 17-25 Aralık operasyonları da bu gerçeği teyit etti. Son olarak 15 Temmuz çatışmasının sonucu da Özel Kuvvetler Komutanlığı ile MİT Kampüsünde, yani kontrgerillanın beyninde yaşanan çatışmalarla belirlendi.
7 Şubat krizinden başlayarak Erdoğan’ın kurtulmak istediği “koalisyon sistemi” ve “çok başlılık” ne seçim sisteminin zorladığı bir parlamenter koalisyon ne de Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasındaki “çok başlılık”tı. Erdoğan’ın kurtulmak istediği koalisyon ve çok başlılık, kontrgerillaya ve kontrgerilla sisteminin düzenleyiciliğindeki tüm devlet kurumlarına (yargı, üniversiteler, polis hatta ana akım medya) hükmetmek için mecbur olduğu koalisyon ortakları ve bundan doğan “paralel devlet(ler)”di.
Parlamenter bir koalisyon, krizlerinin biçimleri ve çözümleri rejim tarafından öngörülen rejim içi krizlerdir. Erdoğan’ın karşı karşıya geldiği kriz ise, çözüm mekanizmaları da parlamenter sistemin içinde olan “rejim içi” bir kriz değil, Gülen Cemaati ile birlikte iktidarını oluşturduğu rejimin kriziydi. Gülen-Erdoğan iktidarı bir kontrgerilla iktidarıydı. Kontrgerilla iktidarını ele geçirmek ve elde tutmak için kurulan bu koalisyon asimetrik bir koalisyondu. Koalisyonun tarafları birbirlerine parlamentodaki ya da bakanlıklardaki güçleriyle baskı uygulamıyorlardı. Koalisyonun AKP kanadının, koalisyonun Gülen kanadı karşısındaki gücü parlamentodaki çoğunluğu ve meşru hükümet oluşturma kanalları üzerindeki hâkimiyetindeydi. Gülen Cemaati bu alanda Erdoğan/AKP’nin rakibi değildi. Bu nedenle Erdoğan “milli irade” söylemini öne çıkardı. Gülen Cemaatini kontrgerilla iktidarına ortak eden gücü ise ABD emperyalizminin küresel sömürgecilik faaliyetlerinde kazandığı konumu, ordu, polis, adliye ve eğitim sisteminin hegemonya altına alınmasında gereksinilen kadroyu sağlama yeteneğinden kaynaklanmaktaydı. Gülen’in AKP’ye karşı söyleminde “sağduyu”nun, “devlet aklı”nın, “uluslararası meşruiyet”in öne çıkması da bundandı.
AKP-Gülen koalisyonu “çoğunluk oluşturucu” değil, “tamamlayıcı” bir koalisyondu. Bu nedenle ne tek başına AKP’nin, ne de tek başına Gülen’in devlet iktidarını ele geçirmesi ve elde tutabilmesi mümkün değildi(r). (Bu nedenle, 15 Temmuz’da koalisyonun hangi kanadı tasfiye olursa olsun kriz sona ermeyecekti.) AKP-Gülen koalisyonu, sömürge faşizminin BOP’a uyarlama programının ürünü olan bir “kurucu koalisyon”, “revizyon komitesi”ydi. BOP da iflas etti, AKP-Gülen kurucu koalisyonu da.
Kısacası Erdoğan’ın sorunu parlamenter koalisyonlara engel olacak hiçbir düzenlemenin çözebileceği bir sorun değil. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığı birleştirerek kontrgerilladaki (ve düzenleyiciliğindeki devlet kurumlarındaki) çok başlılığı giderebilmek de mümkün değil.
Erdoğan kontrgerillanın krizini aşabilmek için açık faşizme yöneliyor. Ama kontrgerillanın açık ve doğrudan siyasi yönetimi olarak açık faşizm, kontrgerillanın siyasi birliğine ihtiyaç duyar. Oysa Erdoğan’ın önündeki asıl sorun kontrgerilladaki siyasi parçalanmadır. Bu hiçbir düzen partisinin ve gücünün kısa dönemde aşamayacağı muazzam bir paradokstur. MHP, ulusalcılar ve diğer çürük çarık yedek lastiklerle ve de ABD ile didişerek ABD emperyalizminin öz evladı olan kontrgerillayı düzene sokmak, bunun üzerinden de devlet iktidarına hâkim olmak olmayacak duaya âmin tutmaktır.
Erdoğan açık faşizmi çökmeye mahkûmdur. Devrimci siyasetin günümüzdeki temel meselesi, Erdoğan faşizminin çöküş anını sömürge faşizminin yıkılış anına dönüştürmektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.