CHP çıktığı yolculukta kendi geleneksel ideolojik kalıpları ve sistem içi doğası gereği yaşadığı çelişkilerle yüzleşecektir. Bu noktada olumlu sonuçlar üretecek bir zorlamanın açığa çıkması, sosyalistler başta olmak üzere adalet mücadelesini diğer bileşenlerine bağlıdır İlkin CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü başlatarak, net bir hedef göstermeden de olsa toplumsal muhalefetin önünde bir yol açtığını kabul etmemiz gerekir. Her toplumsal […]
CHP çıktığı yolculukta kendi geleneksel ideolojik kalıpları ve sistem içi doğası gereği yaşadığı çelişkilerle yüzleşecektir. Bu noktada olumlu sonuçlar üretecek bir zorlamanın açığa çıkması, sosyalistler başta olmak üzere adalet mücadelesini diğer bileşenlerine bağlıdır
İlkin CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü başlatarak, net bir hedef göstermeden de olsa toplumsal muhalefetin önünde bir yol açtığını kabul etmemiz gerekir. Her toplumsal başkaldırıda devletçi refleksleriyle hareket ederek kitleleri frenleyen CHP, bu kez parlamentodan sokağa inerek halkı harekete geçmeye çağıran durumundadır. Üstelik bunu toplumsal muhalefette genel olarak atalet ve belirsizliğin gözlendiği bir dönemde yapmaktadır. Roller bir anlamda değişmiştir.
Devletin kurucu partisi CHP, Enis Berberoğlu’nun tutuklanması sayesinde, artık devletin karşısına itildiğini, parlamentonun ve oradaki varlığının da anlamını yitirdiğini en somut biçimde deneyimlemiştir. Bunu ne kadar idrak ettiği ve kabullendiği tartışmalıdır ancak mevcut durum CHP liderliğini sokağa inmeye zorlamıştır. Sokağa inerken de kapsayıcı ve pozitif bir dil kullanarak “Adalet” isteyen herkesi yanına çağırmış; sosyalistlerden KHK mağduru İslamcılara, Erdoğan’la ters düşmüş eski AKP’lilerden HDP’ye geniş bir yelpazeyi şu ya da bu düzeyde yanına çekebilmiştir.
Kaba görüntü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Hayır Bloku”nun liderliğine soyunduğudur. Oysaki “Hayır Bloku” defteri, bizzat Kılıçdaroğlu tarafından kapatılmıştır. “Hayır Bloku”, 16 Nisan referandumunda Erdoğan’ın Tek Adam yönetimine karşı “Hayır” oyu kullanmak ve bu oyları artırmak için seferber olan farklı toplumsal-siyasal kesimlerin yan yana gelişi sayesinde geçici olarak oluşmuştu. 16 Nisan akşamı itibariyle de gayri meşru referandum sonuçlarına karşı oylarına sahip çıkmak için sokağa çıkanların itirazı “Hayır Bloku”na bir varlık gerekçesi sunuyordu. Ne var ki CHP yönetimi sokaktaki bu itirazı büyütmek yerine sönümlendirmeyi tercih etti ve referandum sürecinde ortak hedefli ama çok merkezli bir kitle seferberliği ile var olan “Hayır Bloku” parantezini kapattı.
“Adalet” sloganı ile başlatılan yürüyüş, büyük ölçüde “Hayır Bloku” içinde ifade edilen kesimleri yanına çağırsa da, kendini referandum dönemindeki siyasal diziliş ile sınırlı tutmamaktadır. Kullanılan dil/slogan artık yalnızca bir savunma ve reddiyeyi değil kuruculuk iddiasını da yansıtmaktadır.
Sokakta, “adalet” gibi kapsayıcı ve meşru bir taleple ve geniş toplumsal destekle yürüyen bir ana muhalefet lideri; iktidarda ise kıl payı ve hileyle kazanılmış gayri meşru bir referandum sonucuna dayanarak Tek Adam yönetimini inşa etmekte olan Tayyip Erdoğan vardır. Bu durum, Kılıçdaroğlu’nu eski etkisiz pozisyonundan, an itibariyle Türkiye’nin en etkili ikinci siyasi figürü haline getirmiş, içerde ve dışarıda bugüne kadar olmadığı şekilde bir iktidar alternatifi olarak tartışılmasına yol açmıştır.
Öte yandan CHP’nin örgütsel-politik yapısında bu niteliksel ilerlemeye uygun bir dönüşüm yaşandığını söylemek de güçtür. Yürüyüşün fiziksel hedefi olarak Maltepe Cezaevi’nin, sonucunun alınacağı siyasal hedef olarak da 2019 seçimlerinin dile getirilmesi bu eksikliği yansıtmaktadır.
Adalet Yürüyüşü eğer Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “herkes için” Adalet Yürüyüşü ise Maltepe’nin ilerisinde Selahattin Demirtaş’ın yattığı Edirne Cezaevi görünmektedir. CHP’nin dolaylı ve doğrudan kanallarla Adalet Yürüyüşü’ne davet ettiği HDP, davete olumlu yanıt verirken yürüyüşün Edirne’ye kadar uzatılması gerektiğini de söylemektedir. Mesele elbette esas olarak Maltepe-Edirne meselesi değildir ancak muhalefet saflarında sürekli AKP lehine bir zayıflık yaratan CHP-HDP çelişkisinin yerini bir pozitif ilişkiye bırakıp bırakamayacağı meselesidir.
Yine Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi eğer adaletin olmadığı yerde devlet yoksa, Tayyip Erdoğan parlamentoyu hiçe sayan bir diktatörse, eğer Yüksek Seçim Kurulu bir çetenin elindeyse, eğer yüksek yargı Erdoğan’ın talimatıyla çalışıyorsa, eğer TSK’nın başında Erdoğan’ın emir eri, MİT’in başında Erdoğan’ın sırdaşı bulunuyorsa; muhalefetin siyasi ufkuna Erdoğan iktidarı altında 2019’da gerçekleşecek bir seçimi koymak çelişki değil midir? Evet, çelişkidir. Ama bu çelişki, “Adalet Yürüyüşü”nden çok CHP’nin çelişkisidir.
CHP, çıktığı yolculukta hem Kürt sorunu konusundaki çelişkileriyle hem de parlamenter doğası gereği yaşadığı çelişkilerle yüzleşecektir. Adalet arayışındaki herkese yönelik bir çağrı yaparken HDP’nin yaşadığı adaletsizlikleri yok sayması, parlamentonun işlevsizleşmesi karşısında sokağa çıkarken parlamenter hedeflere taraftar bulması pek kolay olmayacaktır. Bu yönde olumlu sonuçlar üretecek bir zorlamanın açığa çıkması sosyalist hareket başta olmak üzere Adalet Yürüyüşü’nün diğer katılımcılarına, Adalet mücadelesinin diğer bileşenlerine bağlıdır.
Sosyalistler bu çelişkilerin ve Erdoğan iktidarından gelecek olası saldırıların yarattığı kararsızlık anlarında ortaya koyacakları doğru kararlarla sürecin akışına müdahale edebilir. Sosyalistlerle CHP ve AKP arasındaki güç dengesizliği elbette bir realitedir ancak iktidarı ve muhalefetiyle düzen siyasetini esir alan kriz ve öngörülemezlik hali, ne yapacağını bildiği ölçüde küçük güçlere müdahale imkânı tanımaktadır. Bu imkân da bugün için Adalet Yürüyüşü ile açılan yolda kendini göstermektedir.
Sosyalistlerin hızla refleks vererek Adalet Yürüyüşü’nde görünür bir katılım sergilemesi dahi kendi başına bir etkide bulunmuş, Kürt hareketi gibi muhalefetin CHP’ye uzak kesimlerinin yürüyüşe katılımını kolaylaştırmıştır. Ancak yukarıda sayılan diğer çelişki ve engellere müdahale edebilmek için yürüyüş kolunda görüntü vermenin ötesine geçmek gerekecektir.
Görünür gelecekte iki müdahale aralığı vardır. Birincisi, yürüyüşün İstanbul’a giriş etabıdır. Sosyalistler katılım biçimleriyle, iktidarın olası provokasyon ve engelleme girişimlerine açık bu etaptaki kararlılık, kitlesellik ve verilecek mesajlar üzerinde doğrudan etki etme potansiyeline sahiptir. Bu finalin nasıl sonuçlanacağı, toplumsal muhalefetin bundan sonra içinde mücadele edeceği politik atmosferi de belirleyecektir.
İkincisi, Maltepe’den sonrasına ilişkindir. CHP, mücadelenin Maltepe’den sonra da devam edeceğini söylemekte ancak ne yapılacağı kısmını belirsiz bırakmakta, bu da sosyalistlere -özellikle Maltepe’den önce- bir müdahale aralığı sunmaktadır. Yürüyüşün sağladığı cesaret ve meşruiyet ile açığa çıkan enerji, AKP iktidarının bütün haksız-hukuksuz uygulamalarını geriletmek için seferber edilebilir. Bu noktada sosyalistler, Maltepe’den sonra CHP’nin geleneksel sınırlarına takılmadan ilerleyebilmek için “Adalet” mücadelesinde kendi program ve eylem çizgilerini ortaya koymalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.