Sokağın başarısı, sürekliliğini ve kitleselliğini sağlayacak veya katkı sunacak bir rol üstlenmekten; bunun yolu da, sosyalistlerin adalet talebini eyleme dönüştürmelerinden ve içeriğini belirlemelerinden geçiyor
Sokağın başarısı, sürekliliğini ve kitleselliğini sağlayacak veya katkı sunacak bir rol üstlenmekten; bunun yolu da, sosyalistlerin adalet talebini eyleme dönüştürmelerinden ve içeriğini belirlemelerinden geçiyor
Kanlı eylemlerden sonra (Diyarbakır) IŞİD operasyonlarında tutuklananların tamamı serbest bırakıldı. Okmeydanı’nda laikliğe sahip çıkma konuşması yapan Halkevciler, “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek”ten tutuklanırken mafya başı Sedat Peker’in peş peşe ölüm tehdidi videoları yayımlaması aynı maddeden işlem görmedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ı silahla yaralayan saldırgan laiklik isteyenlerden sadece birkaç ay fazla tutuklu kaldı. Kadın katili erkeklerin kadının giydiği elbise vb. gerekçesiyle tahrik indirimi alması neredeyse bir içtihat haline geldi. Referandum çalışması sırasında AKP’lilerle tartışan Halkevciler savcılıktan serbest bırakıldıktan sonra Cem Küçük’ün bir tweeti ile tekrar yakalanıp tutuklanırken, savcılar silahla ateş ederek “hayır”cıları tehdit edenleri görmedi. Sokakta, otobüste, parkta kadınlara dinsel söylemlerle saldıran erkeklerin önce serbest bırakılması, kadınlar eylemler yapınca tutuklanıp yeniden serbest bırakılması, yani kamusal alanda kadına yönelik şiddetin de cezasızlıkla karşılanması kural haline geldi. Erdoğan’ın korumasız insanlara (gazeteci, siyasetçi, bilim insanı) ağırbaşlı sıradan bir yurttaşın ağza almayacağı sözlerle ağır hakaretler yağdırmasını “ifade özgürlüğü” olarak değerlendiren yargı, Erdoğan’a dönük etkili eleştirileri “hakaret” olarak tutuklamayla cezalandırıyor. Evrensel insan hak ve özgürlüklerini dile getirenler, “terör örgütlerinin amacı doğrultusunda faaliyet göstermek” suçlamasıyla ağır cezalarla karşı karşıya kalıyor. Milletvekilleri tutuklu yargılanarak siyaset yapmaktan men ediliyor. Seçilmiş belediye başkanları görevden alındığında belediye meclisi içinden seçim yapılması veya yerel seçimin tekrar edilmesi gerekirken bir AKP’li kayyum olarak atanıyor ve belediye meclisini tehdit ederek yönetiyor. Kitlesel boyutlara varmış çocuk istismarlarının üstü örtülmeye çalışılıyor. Cerattepe, ÇED davalarında önce mahkeme heyetleri, ardından kararlar değiştiriliyor. Yandaşlara verilen ihaleler sonucunda askerler aynı kışlada dört defa zehirleniyor, ikinci derecede sorumlu olanlar tutuklanırken, siyasi sorumlusu Milli Savunma Bakanı istifa etmeyerek suyun başını tutmaya devam ediyor. 15 Temmuz itibariyle işkence yeniden sistematik hale getiriliyor. İnsanlar suçlulukları ispat edilmeden işlerinden atılıyor ve devlet tehdidi ile hiçbir yerde çalışmamaları sağlanarak açlığa mahkum ediliyor. Nuriye ve Semih işleri için direndiğinde “terör örgütü üyesi” oldukları keşfedilip tutuklanıyor, cezaevinde ölüme terk ediliyor. Destek için imza atan aydınlar İçişleri Bakanı tarafından “terör”le suçlanarak yargıya hedef gösteriliyor. Yargıya hedef gösterilmek ölümle tehdidin ardından en korkutucu tehdit oldu artık. Mitingler, yürüyüşler, toplantılar, grevler yasaklanır ve yargı görevsizlik kararları vererek işlemez olduğunu itiraf eder, bildiri dağıtan beş Esenyurt Halkevi üyesi 2911’den tutuklanır, yasaya aykırı tutuklamalara yapılan itirazları korkuyla teslim alınmış yargıçlar reddederler. Ülkenin en ünlü trans kadını Saray’da cumhurbaşkanının sofrasında ağırlanırken Onur Yürüyüşü yasaklanır, LGBTİ+ aktivistleri şiddetle dağıtılır…
Bu sayılanlar adalet adına bu ülkede yaşananların çok çok kısa bir özeti. Bunların yanı sıra Erdoğan siyasi rakiplerini YSK, AYM ve diğer mahkemeler yoluyla baskı altına almakta (MHP kongre davasının muhalifler aleyhine sonuçlanması gibi), siyaseti bu yolla dizayn etmektedir.
Erdoğan, yeni Anayasa’nın uygulanmasını 2019’a bırakırken, iki maddeyi hemen uygulanmak üzere düzenledi: AKP’ye genel başkan olma ile Hakim ve Savcılar Kurulu üyelerinin yenilenmesi. Erdoğan yargıyı maymuncuk/veya hileli zarlar/ gibi kullanıyor. Devletten tasfiye edilecekler, yeni alınacak kadrolar, eğitim sisteminin düzenlenmesi, hukuksuzlukların sürekliliğinin sağlanması, parlamentodaki ve sokaktaki muhalefetin susturulması, yandaşlara servet transferinde, yargıçların iktidarın çizgisinde davranması dahi bu yolla sağlanıyor…
Kısacası adaletsizlik halkın tüm kesimlerini ilgilendiren en somut yakıcı sorunlarının başında gelirken Kemal Kılıçdaroğlu böylesi bir ortamda Adalet Yürüyüşü’nü başlattı. Kısa sürede de -iktidardan nemalanan ve nemalanma umudu taşıyan kesimler dışında- tüm kesimlerin ilgisini çekmeyi başardı. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun daha önceki tavırlarının yarattığı güvensizliğin olumsuz etkileri adalet talebinin aciliyetinin gölgesinde kalıyor.
Kılıçdaroğlu aldığı bu inisiyatifle, referandum sonrası eylemlerde aldığı geri tutumla tartışmalı hale gelen pozisyonunu kurtararak partisinin yanı sıra “Hayır Bloku”nun da liderliğine adım atmıştır. “Hayır”ın sol bileşenlerinin yanı sıra Kürtlerin, Saadet Partisi’nin ve MHP’li muhaliflerin desteğini sağladı. Böylece CHP’de liderlik tartışmasını da 2019’da (veya erken seçim) “hayır” potansiyelini kimin temsil edeceği meselesini de şimdilik çözmüş görünüyor. Şimdilik çözdü çünkü AKP’nin hamleleri karşısında kararlı bir çizgi sürdürüp sürdürememesi durumu yeniden değiştirebilir. Kılıçdaroğlu’nun muhalif kesimlerin de ihtiyaç duyduğu bu hareketi başlatmaktan rahatsız olanlar cephesini AKP’nin peşi sıra, yeni devletten nemalanmak için çırpınan MHP merkezi ve Doğu Perinçek oluşturuyor. Bunlardan farklı olarak CHP’nin ve 2019’un liderliği hayalleri kuran Deniz Baykal ve Metin Feyzioğlu gibi şahsiyetlerden birincisi pek memnun olmamışa, ikincisi ise bu hareketten rahatsız olmuşa benziyor. Her ikisinin söylemlerinin aksine dertlerinin kişisel ikbal olduğu, halkın sorunları ve taleplerinin bunlar için ikincil olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
HDP’nin desteği ve CHP’nin bu desteğe olumlu bakması (en azından reddetmemesi) Erdoğan’ın iki büyük muhalefet odağını ayrı tutarak, hatta biriyle diğerini gayri meşru ilan ederek elde ettiği avantajı elinden alma olanağı da yaratmaktadır. Kürtlerin adalete en çok kendilerinin ihtiyaç duyduklarını söyleyerek ilan ettikleri destekten bir yanda Erdoğan ve kuyrukçuları rahatsız olurken aynı zamanda ulusalcıların da rahatsız olması ilginçtir. Adalet talep edip, Kürtlere adaleti kabul etmeyen bir anlayışın AKP’nin adındaki “adalet”ten bir farkı olmadığı ortadadır. Bu; suç işlemiş olduğu düşünülenlere adaletsizlik yapılabilir anlayışıdır ve AKP adaletsizliklerin meşruiyetini tam da bu mantık üzerine bina etmektedir. Kuşkusuz adalet tüm sorunları çözmez ancak AKP’nin bunu bir silah gibi kullanması engellenerek özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi diğer hakların mücadele zemini güçlendirilir.
Tek kale maça alışmış Erdoğan’ın, bu yürüyüş karşısında afalladığını söylemek abartı sayılmaz. Demirtaş’ta somutlanan etkili muhalefet yargı operasyonları ile bertaraf edilmişken, yeni bir dinamizm ortaya koyan Kılıçdaroğlu’nun nasıl bertaraf edileceği gibi gerçek bir sorunla karşı karşıya. Kılıçdaroğlu’nun milyonluk bir kitle eşliğinde İstanbul’a girmesi ihtimali Erdoğan’ın uykularını kaçırıyordur (Bayram namazındaki rahatsızlığının bu stresten kaynaklı olması kuvvetle muhtemeldir). Şu ana kadar bu eylem karşısında nasıl işleteceğini açık etmediği yargı tehdidi ile yetindi ancak bunun yetmeyeceğini gördü. Yargı sopasının yanına ekleyeceği şeyler faşizmin klasik araçları; polis şiddeti ve demagoji. Bunlara sivil faşist saldırıların eşlik ettirilmesi de seçenekler arasında.
Şu ana kadar ortaya çıkanlardan anlaşıldığı kadarıyla Kılıçdaroğlu, yürüyüşü Maltepe’de milyonların katıldığı bir finalle noktaladıktan sonra aynı talep doğrultusunda kampanyalar sürdürecek. Sorunsuz neticelense de böyle bir enerji AKP karşısında yeni bir canlı muhalefet dönemi açmayı ve bundan ilk seçimlerde sonuç almayı hedefleyecek. Ancak buradaki handikap şu ki Kılıçdaroğlu, seçimleri yapan, oyları sayan, sonuçları değerlendiren ve ilan eden kurumu, YSK’yi “çete” olarak niteledi! Çete olarak nitelediği bir organizasyonun yapacağı seçim sorununu nasıl çözecek? Bu ikilem CHP’ye sokak ile “nizam” arasındaki ikilem olarak da yansıyacaktır. Burada da sol-sosyalist unsurlara iş düşmektedir. Sokağın başarısı, sürekliliğini ve kitleselliğini sağlayacak veya katkı sunacak bir rol üstlenmekten; bunun yolu da, adalet talebini daha ileri taşıma iddiasının sahibi sosyalistlerin başta yerellerde olmak üzere adalet talebini eyleme dönüştürmelerinden ve içeriğini belirlemelerinden geçiyor. Kitlesel mücadelelerin yeni bir sayfası açılıyor, herkes güçlü olduğu alandan müdahil olmalıdır.
*Bertolt Brecht
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.