Tüm uzlaşma yollarını tüketme faslındayız. Gayri meşru olana karşı direniş fikri canlı tutulmalı
Biz yenildikçe potansiyel enerjimiz büyüyor, AKP-Erdoğan cephesi kazandıkça potansiyel enerjisi tükeniyor. Bizim cephemiz şekilsizce de olsa genişliyor, Erdoğan cephesi rijitleşiyor. Tüm uzlaşma yollarını tüketme faslındayız. Gayri meşru olana karşı direniş fikri canlı tutulmalı
1 Mayıs 2013’ü baz alırsak; Taksim Meydanı’nın elimizden alındığı o tarihten beri AKP’nin bizi defalarca yendiği varsayılmaktadır. Oysa çok değil, bir ay sonra Gezi-Haziran İsyanı patladı ve 1 Mayıs’ta Taksim’e sokulmayanlar meydanı ele geçirmekle kalmayıp tüm kentlerin meydanlarını da ele geçirdi. Geri çekilmenin ardından yaşanan seçimlerde AKP’nin yeniden “kazandığı” kabul gördü ve iktidarını daha da pekiştirdi. Erdoğan, bu başarıyı başkanlık düzlemine taşımaya heveslendiğinde, Gezi’nin başarıdaki katkısını kimsenin tartışmadığı 7 Haziran’da yüzde 13’lük HDP oyu ile başkanlık hevesi yenilgiye uğratılmakla kalmayıp iktidarı da riske sokuldu. Kanlı 1 Kasım süreci ile iktidar kurtarıldı ve AKP tekrar “kazandı”. MHP’nin çeyrek kısmıyla uzlaşıp başkanlık referandumuna giderek her türlü eşitsizlik ve baskı koşullarında YSK’nin da becerileriyle bir kez daha “kazandı”. Ancak, karşısında, artık kapsayamayacağı, en az yüzde 50’lik bir kitle yaratarak. 1 Mayıs’ın geçen yıla kıyasla oldukça yaygın ve kitlesel olması yine bu eğilimle ilgilidir.
Kısacası biz yenildikçe potansiyel enerjimiz büyüyor, AKP-Erdoğan cephesi kazandıkça potansiyel enerjisi tükeniyor. Bizim cephemiz şekilsizce de olsa genişliyor, Erdoğan cephesi rijitleşiyor. Bizim cephemiz şekillendirilmeye, büyütülmeye; iktidar cephesi daralmaya sertleştikçe kırılmaya yatkın hale geliyor. Bizim cephe yığınların genel kaygı ve çıkarları üzere ilerlemeye, ortak çıkarı kavramaya çabalıyor; iktidar cephesi oligarşi içi yeni bir ittifakın çıkarlarını dengelemek üzerine iç çatışmalar yaşarken halkın genel çıkarlarına saldırıyor.
Kısacası geleceğe dair plan yapmak için “asgariden” çok daha fazlasına sahibiz.
Neyin, nasıl ve kimlerle yapılacağı bu kısa tarihte oynanan rollerle doğrudan bağlantılıdır. Her aktör ve cephe kendi başarı zeminlerine tahkimat yapacak.
İktidar mezhepçilik, milliyetçilik eksenli kutuplaştırma zeminini kullanmaya devam ederek kitle tabanındaki daralmayı engellemeye çalışırken muhalefete dönük baskı ve operasyonlarla toparlanıp güçlenmesini önlemeye çalışacak. İktidar İslamcı sağcılığı ve Kürt düşmanı milliyetçiliği bir norm olarak dayatıp muhalefete bu normu kabul ettirerek (dün Ekmeleddin’in, bugün Gül’ün ortak aday önerilmesinin ve HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onayın altyapısı budur) devletleşmeye çalışırken aynı zamanda AKP karşıtı muhalefeti -kendi normlarını kabul ettirebildiği ölçüde- bölecek! Partiler, çeşitli kesimlerin eğilimlerini gözeterek siyaset yapar ama aynı zamanda politik eğilim de oluştururlar. Oysa CHP uzun zamandır, AKP’nin oluşturduğu politik eğilimleri, ideolojik normları kabul etme yoluyla bu kesimlerin bir kısmını yanına çekmeye çalışmak gibi -sonuçsuz olduğu defalarca kanıtlanmış- edilgen bir yol izlemekte ısrar etmektedir.
16 Nisan günü oy sayımının daha ilk saatlerinde parlamenter muhalefetin ve CHP kurmaylarının sonuçlara teslim oldukları anlaşıldı. Sokaktan yükselen eylemlerin itkisiyle çekinik itirazlar dile getirseler de her kademeden açıklamalarla halkın şaibe karşısındaki isyanını sönümlendirmeye çalıştılar. Açıklamalarındaki “provokasyonlara” dikkat çekme söylemleri kendi korkularını gizledikleri bir ambalajdan öte bir şey değildir. Gerçekte korktukları kendi esenlikleri ve ikballeridir. Halkın isyanını engellememekten kodesi boylama ve pozisyonlarını kaybetme korkusudur. Oysa halkın iradesi devlet organizasyonu ile çalındığında halkın gücüne başvurmaktan başka yol yoktur!
Onlar, meslekten politikacılar olarak işlerini kaybetmemek, “yeni düzende” de milletvekilliğini ve olanaklarını kullanmak, parti yönetmek, belediyelerde etkin olmaya devam etmek istemektedirler. Bunun için de diktatörlük düzeninin dışına düşmeyi göze alamamaktadırlar. Bir diktatörlüğün halkın yaşamında yaratacağı büyük yıkımlar onlar için ikinci derecede bir meseledir. Kimsenin çocuklarının ölmesini istemediklerini söylerken, içeride ve dışarıda savaş ve çatışmalarda diktatörlük uğruna her gün bu ülkenin evlatlarının öldüğünü görmüyor olamazlar.
CHP’nin, anamuhalefet partisi olmaktan da ileri gelen, iktidarın krizini derinleştirme sorumluluğunu yerine getirmeye yanaşmamasının sonucunu iç kriz olarak yaşaması kaçınılmazdı ve olan budur. CHP içi “muhaliflerin” bu krizin çözücüsü değil ürünü oldukları ve inisiyatifi Erdoğan’dan alacak önermelere sahip olmadıkları da ortadadır. Parlamentonun işlevsizleştirildiği bir yeni düzende sokak muhalefetinden uzak durarak, bütün kurguyu buradan yapmaya devam edenlerin de; bu partide milletvekili, parti meclisi üyesi olmadan işlevli olamayacağını düşünenlerin de ülke siyaseti üzerinde oynayabilecekleri önemli bir rol yoktur (önemsiz roller her koşulda oynanabilir).
“Hayır”cı MHP muhalifleri açısından ise mesele varlık yokluk meselesidir. Devlet mekanizmalarından dışlandılar ve göründüğü kadarıyla “teşkilata” dahil edilmeyecekler. Bundan sonra da hapse atılma veya başka saldırılara uğramanın yanı sıra siyasal yaşamlarına son verileceğinin farkındadırlar ve mücadelelerini sürdürmekten başka seçenekleri görünmüyor.
Bir diktatörlüğün geniş mutabakatlara ve uzlaşmalara dayanması tabiatına aykırıdır. Yola çıkarken geniş mutabakatlar kurabilir ancak daralma ve çatışmalar kaçınılmazdır, diktatörlük ihtiyacı uzlaşmaların ayak bağı olmasından kaynaklanır. Yaşanan tasfiyeler bu tabiatın sonuçlarıdır, yaşanmaya devam edecektir. Gerici ve faşist partilerin artıklarının diktatörlük inşasının karşısında yer almaları demokrasi sevdalarından değil, dışlanmış olmaktan kaynaklanmaktadır. Bunlardan ayrı olarak değerlendirilmesi gereken, daha önce gerici ve faşist partilere oy vermiş kitlelerin diktatörlük inşasına karşı çıkmaları ise daha önce destekledikleri iktidarın halk düşmanı karakterini, yönelimini sezmelerinden kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz çeşitli önderliklerin etkisi bu sezgiyi tetikleyebilmekte veya geciktirebilmektedir.
“Hayır” oyu veren toplumun yarısını, bu tercihinden dolayı pişman edecek herhangi bir neden ortaya çıkmayacak. Zira Tek Adam yönetimi, parlamentonun işlevsizleşmesi, yargının güdümlü hale gelmesi vb. kaygılarının gerçek olduğunu her gün yaşayarak göreceklerdir. Aksine “evet” oyu verenler, vadedilen refah artışının sağlanmadığını, demokrasinin güçlenmediğini, huzur ve barışın gelmediğini, başta işçilerin ve kadınların hak kayıplarına uğradıklarını yaşayarak gördükçe (gösterildikçe) aldatıldıkları hissi yaşayacaklardır. Gençlerin, kadınların, işçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, laik yaşam tarzına sahip kitlelerin gayri meşru bir referandumun sonuçlarına katlanmaları kolay değildir. Eğitimsizlik ve işsizlik, eşitsizlik ve adaletsizlik, güvencesizlik ve yoksulluk, baskı ve inkar, halk iradesinin yok sayılması ve gasp, gündelik yaşama dair olanlar başta olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin gerici denetim altına alınması… Her biri her gün insanların hayatlarını zorlaştırarak isyan gerekçeleri olarak yaşanacaktır. İnsanlar bunların her birini gayrimeşru olarak görecek, benimsemeyecek ve ayak direyeceklerdir.
Evet, geleceğe dair plan yapmak için “asgariden” fazlasına sahibiz.
Geniş kitleler çok uzun yıllar parlamenter siyasetin etkisi altında kalsalar da bugün etki alanımıza daha yakındırlar. Mevcut sistemin sunduğuna inandıkları (ideolojik, politik, tarihsel) çözüm imkanlarını tüketiyorlar, bundan çabucak vazgeçirilmeleri kolay değil ancak gayri meşru gördükleri yeni düzende daha mümkün. Bu nedenle gayri meşru olana karşı direniş fikri canlı tutulmaya devam edilmeli. Tüm “mantıklı” uzlaşma yollarını tüketme faslındayız. Ta ki mantıklı isyanlar (A.Badiou) etrafında birleşene kadar. İsyanı mantıklı hale getirecek, farklı isyan gerekçelerini ortaklaştıracak yol ve yöntemleri yaratma görevi, mücadelesini kişisel ikbale değil halkın geleceğine adamış devrimcilerin omuzlarındadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.