Saray-AKP iktidarının İdlip’e yönelip yönelmeyeceğini ilerleyen günlerde göreceğiz. Ancak yönelmesi durumunda Fırat Kalkanı’ndan katbekat ağır sonuçlarla karşı karşıya kalınabilir
Saray-AKP iktidarının İdlip’e yönelip yönelmeyeceğini ilerleyen günlerde göreceğiz. Ancak yönelmesi durumunda Fırat Kalkanı’ndan katbekat ağır sonuçlarla karşı karşıya kalınabilir. TSK sahada birden fazla grup tarafından hedef alınabilir, Türkiye’deki örgütlenme ağı genişleyen Nusra’nın ülke içinde misilleme saldırıları gerçekleşebilir
Rusya, İran ve Türkiye, 3-4 Mayıs’taki Astana-4 görüşmelerinde Suriye’nin dört bölgesinde altı aylık bir ateşkesin garantörlüğünü üstlenme konusunda mutabakata vardı. “Çatışmasızlık bölgeleri” olarak adlandırılan bu bölgelerin birincisi Lazkiye, Halep ve Hama’nın çeşitli bölgeleri de dahil olmak üzere İdlip; ikincisi Humus’un kuzeyi; üçüncüsü Doğu Guta; dördüncüsüyse ülkenin güneyindeki Dera ve Kuneytire. Uzun bir süredir ABD ile işbirlikçileri AKP ve Körfez monarşileri tarafından palazlandırılan cihatçı grupların kontrolünde bulunan bu bölgelerde onbinlerce militan bulunuyor.
Peki bu “çatışmasızlık bölgeleri” mutabakatı Suriye krizine çözüm olacak mı?
Astana’daki “mutabakat”, tüm tarafların üzerinde anlaştığı bir çözüm mekanizmasından çok herkesin çıkarları doğrultusunda üzerinde uzlaştığı bir karar oldu. Rusya, İran ve Şam yönetimi bu sayede cihatçı grupların ilk etapta belli bölgelerde izole edilmesi, uzun vadede de bertaraf edilmesine dönük stratejisini güçlendirmiş oldu.
Türkiye ise Suriye’deki askeri varlığına meşru bir görüntü kazandırmak ve en azından desteklediği bazı cihatçı grupların Suriye’nin geleceğinde yer alabilmelerini garanti altına almayı hedefliyor.
ABD, 7 Nisan’da Suriye ordusuna yönelik saldırısının ardından askeri güvenlik anlaşmasını askıya alan Rusya’yla durumu düzeltmek, YPG-QSD’ye desteği nedeniyle ilişkilerin gerildiği Türkiye’yi de dizginleyebilmek için bu mutabakatı sessizce onayladı.
Sonuçta “çatışmasızlık bölgeleri” uzlaşmasıyla ABD Suriye krizinde Rusya’nın inisiyatifini, Türkiye de Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) ve müttefiklerinin “çözümü engelleyen” unsurlar olarak, bulundukları bölgelerden arındırılmasını kabul etmiş oldu.
Bu durum Saray-AKP iktidarı için bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor. Astana’da cihatçı grupların garantörü olan Türkiye’nin önünde ciddi bir İdlip sınavı var. Türkiye ve Körfez monarşilerinin desteğiyle uzun süredir cihatçıların kontrolünde olan İdlip’te Nusra ve müttefikleri etkili. ABD’nin Astana mutabakatına ilişkin açıklamasının en kritik bölümü de bu konuya ilişkindi: “Türkiye’nin garantörlüğündeki muhalefet de taahhütlerine uymalı ve kendisini terör örgütü kabul edilen gruplardan ayırmalı. Bunlara Suriye halkının temsil edilme ve şeffaf hükümet gibi meşru taleplerine gölge düşüren Heyet-i Tahrir’uş Şam gibi örgütler de dâhildir.”
Dolayısıyla mutabakatın “Terör örgütleriyle silahlı muhaliflerin birbirinden ayrılması”nı öngören şartıyla sorumluluk altına giren AKP, El Kaidecileri karşısına alarak Ahrar’uş Şam ve İslam Ordusu gibi desteklediği ve masaya oturttuğu bazı cihatçı grupları ayrıştırmanın yollarını arayacak.
Cihatçılar için Astana sürecinin kısa vadedeki karşılığı başta İdlip olmak üzere “çatışmasızlık bölgeleri”nde kanlı bir “iç savaş”. Hâlihazırda askeri gücü olmasına rağmen Fırat Kalkanı’nın nüfuz alanında yaşanan cihatçılar arası çatışmaları engellemekte zorlanan Türkiye’nin, İdlip vilayetinde Nusra öncülüğündeki cihatçılarla başa çıkabilmesi hiç de kolay değil. Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın İdlip’e yapılacak bir müdahaleye karşı koyacağını duyurması ile hemen arkasından İdlip kırsalındaki camilerde Tayyip Erdoğan’ı “kafir” olarak tanımlayan ve TSK’nin bölgeye olası müdahalesine karşı çıkılması gerektiği şeklinde hutbe okunması da buna işaret ediyor.
Saray-AKP iktidarının olası İdlip hamlesini tek başına “Astana yükümlülüğü” diye açıklamak da yetersiz kalır. Rusya, İran ve Şam’ın uzun vadede İdlip’i cihatçılardan temizleme hesapları yaptığının farkında olan AKP için bu bölge, Afrin Kantonu’nun güneyinde yer alması nedeniyle de stratejik öneme sahip. Rusya’nın desteğiyle Afrin üzerinden YPG-QSD’nin, Halep’in doğusundan da Suriye ordusunun koordineli bir şekilde İdlip’e gerçekleştireceği operasyonla cihatçılar Türkiye’ye doğru süpürülebilir.
Böylesi bir senaryo ile karşı karşıya kalmak istemeyen AKP de Kürtleri izole etmek ve sürekli tehdit altında tutmak amacıyla İdlip’e girmeye heveslenebilir. Ancak Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere yönelik olası hamleleri ne ABD ne de Rusya tarafından mazur görülebilir. Bunun karşısında Türkiye’nin yapacağı pek bir şey de kalmadı.
Örneğin ABD’li Washington Post gazetesi, ismi açıklanmayan bir Türk yetkilinin şu sözlerini aktarıyordu: “ABD, Batı’nın çıkarlarına yönelik bir tehdidin yerine Türkiye’ye yönelik bir tehdit koymak istiyor. Ayrıca, Türkiye, YPG’ye saldırma seçeneğini açık bırakacak. Türkiye aynı zamanda ABD ve IŞİD karşıtı koalisyonun savaş uçaklarının İncirlik’teki hava üssünden uçmalarına izin veren anlaşmayı iptal etme seçeneğini de koruyor.”
Artık Türkiye’nin İncirlik blöflerinin bir kıymeti harbiyesi kalmadı. ABD, Rakka operasyonu için Suriye’deki askeri varlığını güçlendiriyor, yeni uçak pistleri inşa ediyor. Kobanê Kantonu’nda en az 5 uçak pisti, Cizîre Kantonu’nda da Rumeylan’daki Ebu Hacer Havaalanı’nı kullanan ABD güçleri, Mart ayı sonunda IŞİD’den alınan Tabka Hava Üssü’nü de yeniliyor.
Üstelik Türkiye’nin 25 Nisan’daki Şengal ve Rojava saldırıları sonrası Suriye’de ABD Fırat’ın doğusunda, Rusya ise batısında sınır hattındaki görünürlüğünü artırdı, Kürtlere fiili bir koruma kalkanı oluşturdu. ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları, Türkiye’nin YPG’ye yeni bir hava harekatı yapmaması için sınır hattında uçuş yaparken, Afrin’in Türkiye sınırındaki bölgelerinde de Rusya bayrağı dalgalanmaya başladı.
Saray-AKP iktidarının İdlip’e yönelip yönelmeyeceğini ilerleyen günlerde göreceğiz. Ancak yönelmesi durumunda Fırat Kalkanı’ndan katbekat ağır sonuçlarla karşı karşıya kalınabilir. TSK sahada birden fazla grup tarafından hedef alınabilir, Türkiye’deki örgütlenme ağı genişleyen Nusra’nın ülke içinde misilleme saldırıları gerçekleşebilir. İdlip’e olası bir müdahale sonucunda Türkiye yeni bir göç dalgası yaşanabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.