Özelde AKP içinde, genelde ise rejimde bir yeniden yapılanma gereksinimine işaret eden bu kriz, emperyalizmle ilişkilerin değişmesi ve İslamcıların da bu yeni sürece uyarlanma sancılarını gösteriyor
Özelde AKP içinde, genelde ise rejimde bir yeniden yapılanma gereksinimine işaret eden bu kriz, emperyalizmle ilişkilerin değişmesi ve İslamcıların da bu yeni sürece uyarlanma sancılarını gösteriyor
Saray iktidarının tetikçi yazarı Cem Küçük, 19 Nisan günü katıldığı bir programda, Tayyip Erdoğan’ın AKP’nin başına geri geldikten sonra ”radikal İslamcılarla ve Mavi Marmara’daki manyak tiplerle” yolunu ayırması gerektiğini söyledi. Bu sözler başta İHH çevresi olmak üzere İslamcı “mahallenin” büyük bir bölümünü rahatsız etti, sert tepkilere yol açtı. İslamcı hareket içinde süregelen polemikler yeniden alevlendi. “Pelikancı” diye adlandırılanlar, İslamcıları “cihatçı ideolojik vesayet” altında olmakla olarak suçlarken, İslamcılar da karşı tarafı AKP iktidarının çürümüş, yozlaşmış ve çeteleşmiş yeniyetme unsurları olmakla suçlamaktalar.
Tartışmalar polemiğin ötesine geçti. İHH’cılar, “içimizdeki İsrail’li” dedikleri Küçük’ü “dava manyağı” yapacaklarını ilan etti. Bunu İHH’nın tüm şubeleri tarafından açılan davalar izledi.
Bu krizin, “iktidara yakın iki farklı klik” arasında olmadığı ve tetikçi Küçük’ün salt Mavi Marmara sözlerine sıkıştırılamayacağı ise kısa sürede anlaşıldı.
Peki bu çatışmaya nasıl bakmalı?
Erdoğan’ın resmen AKP’nin başına geçişi gerçekleştikten sonra özelde parti içinde, genelde ise rejimde bir yeniden yapılanma gereksinimine işaret eden bu kriz, emperyalizmle ilişkilerin değişmesi ve İslamcıların da bu yeni sürece uyarlanma sancılarını gösteriyor. Bu yeni süreç, “İsrail dostu” bir politikayı kabullenme ya da “Suriye davası”nda politika değiştirme şeklinde somutlandığında ise İslamcıların “anti-emperyalist/anti-siyonist tutum” ve “ezilenlerin sesi olma” gibi iki temel iddiasının çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor.
***
İktidarın medya ayağında başlayan ve şimdilik bu mecrada süren tartışmalarda şimdiye kadar çok şey yazılıp çizildi. Bunların dışında Saray’ın kadrolu-kadrosuz birçok İslamcı ismi bu tartışmaya bir şekilde dahil oldu. Küçük’ün sözleri şöyle dursun, gerçekten de bu isimlerin ciddi bir kısmının özellikle Suriye’de El Kaideci çizgiyi savundukları biliniyor. (Tabii bu apayrı bir yazının konusu olabilir.) Örnek verecek olursak, İslamcı camianın medyadaki sözcülerinden Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan ve Star’dan Ahmet Taşgetiren ile bir dönemin gençlik hareketinden gelen İslamcılardan Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan ve Karar yazarı Hakan Albayrak’ın yazılarını inceleyebiliriz.
Karar’dan Hakan Albayrak, 20 Nisan 2017 tarihinde yayımlanan Safları gönülden sıklaştırma zamanı başlıklı yazısında referandum sonuçları üzerinden “Erdoğan’ın 2019’da cumhurbaşkanı seçilmesi ‘çantada keklik’ değil yani. AK Parti’nin mecliste çoğunluğu teşkil etmesi de ‘çantada keklik’ değil” deyip “Ya AKP’nin içinden bir alternatif çıkarsa?” diye soruyor.
“İslamcıları gözden çıkarırsan onlar da seni gözden çıkarır” mesajı veren Albayrak, böyle olmaması için de “Değiştirilmesi, düzeltilmesi gereken çok şey var” diyor ve bunları “Hukukta, bürokraside, ekonomide, mahali idarelerde, basın-yayında, parti teşkilatlarında…” şeklinde sıralıyor.
AKP’de “hizmet yarışı”nın yerini “Tayyip Erdoğan ve Berat Albayrak’a bağlılık gösterme yarışı”nın almaya başladığını ve bunun “ciddi bir mesele” olduğunu belirten Albayrak, “Her şeyden evvel, yerlilik ve millilik adı altında AK Parti’nin ve Türkiye’nin büyüklüğüne yakışmayan en berbat hizipçiliğin sergilendiği ‘Pelikan’ çizgisi terk edilmeli” sözleriyle de şimdilerde Cem Küçük ile simgeleşen “Pelikancılar”ı hedef alıyordu.
21 Nisan’daki yazısında ise doğrudan Cem Küçük ismini zikrederek, “Cumhurbaşkanımızın itibarını öne sürerek saldırma fikri pek parlak” diyen Hakan Albayrak, Küçük’ün arkasında “Koca bir Pelikan düzeni” olduğunu öne sürüyor ve “Pelikancılar bir süredir ‘İslamcılar’a hakaretler yağdırıyor ve onların tasfiye edilmesi için çırpınıyorlar” diyor.
***
Ancak tüm bu hengame arasında gözden kaçmasa da çok gündem olmayan bir gelişme daha oldu. 21 Nisan’da Habertürk’te bir programa katılan Cem Küçük, sunucu Didem Arslan Yılmaz’ın kağıttan okuduğu şu sözlere yanıt veriyordu:
“Mavi Marmara konusunda yaptığınız açıklama çok konuşuldu, çok tartışıldı. (…) Şimdi tam olarak ne demek istediniz orada? (…) Dış ve iç politikada bu cihatçı ideolojik vesayete dayalı bir dış politika yerine ulusal çıkarlara dayalı, pragmatik ve realist politikalara bir dönüş çağrısı mıydı asıl sizin yaptığınız. Kısacası bir politika değişikliğine mi işaretti yapmak istediğiniz açıklama Mavi Marmara konusunda?”
Ne diyor Yılmaz? “Cihatçı ideolojik vesayete dayalı bir dış politika”.
Evet, AKP’ye yakınlığı herkesin malumu Ciner Grubu’na ait Habertürk’teki bir programda Cem Küçük’ün günlerdir tartışılan açıklamalarıyla “aslında neyi kastettiği” sunucunun yönlendirmeli sorusuyla dillendirildi. Küçük de pek tabii bunu onaylamakla yetinmedi ve “Evet şimdi yeni döneme giriyoruz (…) Türkiye dış politikasını birilerinin isteği, arzusuna göre değil, bazı radikal grupların çıkarlarına göre değil, bazılarının istediğine göre değil kendi milli menfaatlerine göre karar verir” diyerek sözü Davutoğlu’na getirdi:
“Bu ideolojik politika doğru değildir. İdeolojik politikayla hareket ettiğiniz zaman ülkeyi uçuruma götürürsünüz. Rus uçağı meselesi bunun örneğidir. 100 milyar dolar zararımız vardır. ‘Ben düşürdüm Rus uçağını’ demenin bedeli ülkeye 100 milyar dolara mal oldu. (…) Türkiye’de hiçbir grubun, hiçbir temsilcinin, herhangi birinin Tayyip Erdoğan üzerinde vesayet kurma hakkı yok. Türkiye’nin iç ve dış politikasının belirleyecek olan şu anki Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetidir. Bunun üzerine vesayet kurayım demek doğru değildir. Bu az önce söylediğiniz hani bütün Türkiye’deki radikal unsurların, bunların hepsi Davutoğlu’nun yandaşıdır, Davutoğlu’nun destekçileridir. Medyaya baktığınız zaman zaten görürsünüz, yani ne kadar radikal unsur varsa bunların tamamına yakını Davutoğlu’nu desteklerler.”
***
Tartışma artık eşik atlamış oluyordu. Meseleyi İslamcılara karşı tasfiye tehdidiyle sınırlı tutmayan Küçük’ün, Habertürk’teki sözleri, Saray iktidarı için ABD’nin yeni yönetiminin hedefleriyle uzlaşan, diğer Batılı müttefikleriyle de çelişkilerini azaltan bir hattı işaret ediyor. Küçük, İslamcılara ise bu hattı zora sokacak işlere kalkışmamalarını, aksi halde tasfiyeyle yüzleşeceklerini ısrarla vurguluyor.
Buna karşılık İslamcıların “en sadık reisçiler” olduğunu kanıtlarcasına Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan 22 Nisan’daki yazısında “Gücünüzün yetmeyeceğini bile bile bizi tasfiye etmek istiyor olabilirsiniz” diyerek şunları yazdı:
“Anlamadığınız şu: Bize ağzınızı doldura doldura ‘kraliçenin İslamcıları’ falan diyorsunuz ya, bunun hakikatle uzak yakın ilgisi olmadığını siz de biliyorsunuz. Bize ‘cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül’ dendiğinde eyvallah dedik. Bize ‘başbakanınız bundan böyle Ahmet Davutoğlu olacak’ dendiğinde eyvallah dedik. Bize ‘başbakanınız artık Davutoğlu değil’ dendiğinde eyvallah dedik. Bize ‘onlarla çalışmaya mecburuz’ denildiğinde sert itirazlarımıza rağmen FETÖ ile birlikte hareket edilmesine bile eyvallah dedik. Aradaki 3-5 gazeteciyi, 5-6 küskünü dışarıda tutarsak İslamcılar, bazen ‘maslahat’ için, ama en genelde de bu ülkenin varoluş ve var kalış mücadelesinin öneminin farkına vardıkları için seslerini yükseltmediler. Zaten genel anlamda ahlakımız da odur. Birine ‘Reis’ dediysek önüne geçmez, arkasında kalmayız, hele arkasına hiç saklanmayız. Yerimiz hep yanı olur.”
Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan ise 23 Nisan’daki yazısında olası daha ciddi krizlere dikkat çekerek “sessiz kalmama” çağrısı yaptı:
“Bugün İHH’yı hedef tahtasına yatıranların, yarın Menzil’i, Hüdai’yi, tasavvufî olan ve olmayan bütün cemaatleri, İslâmî kesimleri hedef tahtasına yatıracaklarından hiç kuşkunuz olmasın. Bu proje, İslâmcılık üzerinden bu ülkenin İslâmî omurgasının ve birikiminin tasfiye edilmesi projesidir. Küresel bir projedir bu. FETÖ eliyle ve Paker denen Sorosçu tarafından servis edilen bir projedir. Türkiye’nin intihara sürüklenmesidir bu. Sessiz kalamayız.”
Erenköy cemaatinin medyadaki sözcüsü Star’dan Ahmet Taşgetiren de aynı gün yayımlanan yazısında “Davutoğlu ve Gül’ü Ak Parti tabanında bitirsek bu ne kazandırır partiye?” diye soruyor ve “İlerde Gül veya Davutoğlu bir parti kurarlar, ya da Gül, kimbilir muhalefetin Başkan adayı olur, partileşme Ak Parti’ye, Başkan adaylığı da Tayyip Bey’e zarar verir. Öyleyse şimdiden yıpratılmalı ve önleri kesilmelidir” şeklinde hesapların yapıldığı ihtimaline dikkat çekiyor.
İsim vermeden Küçük vb. için “Yazılı medya, görsel medya, sosyal medya, internet siteleri… Çamur, çamur, çamur. Yazıların, sözlerin, tweetlerin bir yerine “Reis’e ihanet”i eklediniz mi, her türlü racon kesme hakkı doğuyor. Dört kişilik bir çete, bir ekranı ele geçirdi mi, gelsin saatlerce haysiyet katli” ifadelerini kullanıyor Taşgetiren.
“Adamlar, düne kadar Tayyip Bey’in yanı başında bulunanı biçiyorlar. Bu adamlar kendi yüzlerini, kendi dillerini Ak Parti’nin hatta Tayyip Bey’in dili – yüzü gibi sunarak piyasa yapıyorlar” diyen Taşgetiren, iktidara uyarılarını ise arka arkaya sıralıyor:
“Ak Parti öncelikle bu çeteleşmiş medyatörlerin kendi imajına el koymasını bertaraf etmeli. İçeriye dönük bu yaftalamaların içerde nifak oluşturacağını, sürekli içerde bir azalma meydana getireceğini, dışardan hiçbir yeni katılım olmayacağını, üstelik iktidar adınaymış gibi kesilen raconların farklı toplum kesimlerinin korkuya kapılmasına yol açacağını unutmamak lazım.
Ak Parti imajına bakacak ya, öncelikle, işte bu yapının yüklediği imaja bakmalı. Öncelikle kendi kendini azaltmamanın yollarını düşünmeli.
‘En aykırı’yı mı söylüyor dostlar, bırakın söylesinler. Yoksa vatandaş sandıkta çok daha sert söyler.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.