AKP kendi eliyle imzaladığı anlaşmalarla Azez-Bab-Cerablus üçgenine sıkıştırılmış oldu. Tabii “Artık çıkma zamanın geldi” sözü yüksek sesle telaffuz edilene kadar…
YPG ile işbirliği yaparak Afrin’e konuşlanan Rusya, bu hamlenin 30 Aralık 2016’daki Türk-Rus anlaşmasına uygun olarak yapıldığını belirtti. Yani AKP kendi eliyle imzaladığı anlaşmalarla Azez-Bab-Cerablus üçgenine sıkıştırılmış oldu. Tabii “Artık çıkma zamanın geldi” sözü yüksek sesle telaffuz edilene kadar…
“Amerikalılara, Rusyalılara söylemiş bir söz olarak görün, kararı kendileri vermesi lazım. Yani 3-5 bin PYD militanını mı tercih edecekler, 80 milyonluk istikrarlı bölgenin en büyük ordusuna sahip Türkiye Cumhuriyeti devletini mi?”
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, 10 Mart’ta, biraz sitemkâr biraz da çaresiz bir şekilde böyle sesleniyordu müttefiklerine.
Peki neydi iktidarı bu noktaya getiren?
Öncelikle Saray-AKP iktidarının, “Fırat Kalkanı”nı Münbiç ve Rakka’ya doğru genişletme iddiası ABD-Rusya duvarına çarptı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 7 Mart’ta ABD’li mevkidaşı Joseph Dunford ve Rus mevkidaşı Valeri Gerasimov ile Antalya’da gerçekleştirdiği görüşmeden hiçbir sonuç elde edemedi.
Basına yansıyanlara göre, Türkiye’nin Rakka operasyonu önerisini sunan Akar, “TSK ve ABD’nin ÖSO güçleriyle birlikte Akçakale’den girip PYD bölgesi içinde açılacak koridorla Tel Abyad üzerinden Rakka’ya inmesi gerektiğini” savunuyor, “(Rojavalı) peşmergelerin de doğudan batıya doğru harekâta destek verebileceğini” belirtiyordu.
ABD’nin bu seçeneğe sıcak bakmadığını YPG öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) yaptığı askeri sevkıyattan anlıyoruz. Rusya’nın Suriye ordusuyla birlikte gerçekleştirdiği son manevralar da Türkiye’ye yanıt niteliğindeydi. Münbiç’in batısındaki köylere konuşlanan Suriye ve Rus birlikleri “Fırat Kalkanı”na esaslı bir dur mesajı veriyordu. Hürriyet yazarı Murat Yetkin söz konusu görüşmede, “Gerasimov’un Akar’a doğru eğilip, yarı şaka, Türkiye’nin Suriye’den çıkma zamanının geldiğini söylediği” iddiasını köşesine taşıdı.
Rusya’dan eli boş dönen Erdoğan ise bu gerçekle yüzleşmek bir yana, 11 Mart’ta Moskova dönüşü gazetecilere “Münbiç’te koalisyon güçlerinin desteğini yanımıza alabilirsek, Rusya da bu işe dahil olarak, PYD ve YPG’yi oradan çıkarabiliriz” diyordu.
Ancak ne Akar’ın sunduğu Rakka operasyonu planının ne de Erdoğan’ın Münbiç hayallerinin somut bir karşılığı vardı. Üstelik Türkiye’nin, Suriye’deki askeri varlığına karşı Şam yönetiminden gelen tepkiler her geçen gün artıyor. Şam yönetiminin, Türkiye’yi Birleşmiş Milletler’e şikayet edip, TSK’nin topraklarından çıkmasını istemesinin ardından Suriye lideri Beşar Esad da, 11 Mart’ta “Suriye’nin daveti veya izni olmadan Suriye’ye giren her yabancı asker -ister Amerikan, ister Türk olsun- işgalcidir” dedi.
Saray-AKP iktidarı, talepleri karşılık bulmayınca en iyi bildiği işe koyuldu: Fiili durum oluşturma.
Erdoğan, 13 Mart’ta katıldığı bir televizyon programında, “Bir yandan Münbiç operasyonu başladı ve yürüyor diyebiliriz değil mi?” sorusuna “Tabii” diye yanıt verirken, sahada da bu yönde adımlar atılıyordu.
Aynı gün Kilis’e yine askeri sevkıyat yapılırken, 14 Mart’ta bu kez Rakka eksenli olması muhtemel bir hamle gerçekleşti. YPG kontrolündeki Tel Abyad ile komşu olan Akçakale sınırına güvenlik gerekçesiyle örülen beton duvarın bir kısmı kaldırıldı. Konuya ilişkin resmi bir açıklama yapılmadı ancak DHA kaldırılan duvarlar yerine “İlerleyen günlerde olası sivil göçüne karşın geçişlerin sağlanmasına olanak sağlaması için çelik kapı yerleştirilebileceği”ni aktardı.
Akçakale’deki duvarların kaldırılması, Rakka’ya yaklaşık 80 km mesafede olan Tel Abyad’a yönelik bir operasyonun hazırlığının emaresi olabilir.
Türkiye, Rakka ve Münbiç üzerinden fiili durum oluşturma girişimlerinde en yakın müttefiki ABD’yi karşısında bulurken, bir yandan da Rusya’yla S-400 hava savunma sistemi için yaptığı görüşmeleri NATO’nun gözüne sokuyor.
ABD ve NATO’nun bu konudaki itirazları karşısında Erdoğan yine o bilindik çıkışlarından birini yaptı: “Bizler NATO içinde bu imkânları sağlayamıyorsak, elbette başımızın çaresine bakmak durumundayız. NATO üyesi bir ülke olmamız bağımsızlığımızın olmaması anlamına gelmez. Rusya ile de belirli çalışmalarımız olabilir. Bunu engellenmesini ya da bu yöndeki açıklamaları doğru bulmuyoruz.”
Rusya ise “NATO’nun zayıf halkası” Türkiye üzerinden, ittifakın iç istikrarsızlığını artırmak için çıtayı bir tık daha yükseltti. Rus devlet savunma şirketi Rostec’ten, 14 Mart’ta Moskova ve Ankara’nın Türkiye’ye S-400 füze savunma sistemleri dahil olmak üzere Rus silahlarının alımı için kredi verilmesini görüştükleri açıklaması geldi.
Türkiye ayrıca, NATO üyesi olmayan fakat İttifak’la işbirliği yürüten Avusturya ile yaşadığı diplomatik krizi gerekçe göstererek, 16 Mart’ta “NATO dışı ülkelerle işbirliği programlarını” veto etti. Bunun üzerine NATO Genel Sekreteri Stontenberg’den “(Türkiye ve Avusturya’yı) Güçlü bir şekilde konuyu çözmeye davet ediyoruz ki işbirliği için olumsuz sonuçları olmasın” açıklaması geldi.
Daha önce de Çin ile füze savunma sistemi anlaşması yapan, ancak ABD ve NATO’nun baskıları üzerine geri adım atan Saray-AKP iktidarının son girişimleri yeni bir kriz çıkarmaya aday. Türkiye, önümüzdeki günlerde ABD ve NATO’nun daha ciddi tepkileriyle karşı karşıya kalabilir.
Pentagon’dan 15 Mart’ta yapılan Rakka açıklaması, AKP’nin “Fırat Kalkanı” ve Barzani üzerinden yaptığı hesapları boşa düşürdü.
ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyonun sözcüsü Albay John. L. Dorrian, Rakka’yı IŞİD’in elinden geri almak için düzenlenecek operasyona YPG’nin “kesin olarak” katılacağını, Türkiye’nin olası rolünün de görüşülmekte olduğunu söyledi.
Dorrian aynı açıklamada, TSK tarafından eğitilen ve KDP’ye bağlı olan “Rojava Peşmergeleri”ni de Suriye’nin kuzeyinde başta Rakka olmak üzere yürütülen operasyonlara şimdilik dahil etmeyi düşünmediklerini belirtti.
AKP ve Barzani arasındaki işbirliğinin ürünü olan bu grup, “PKK’yi Şengal’den çıkartmak için” 2 Mart’ta harekete geçmiş ancak PKK öncülüğünde kurulan Şengal Direniş Birlikleri ve Ezidi halkı bu girişimi boşa düşürmüştü.
Erdoğan, “PYD’nin Moskova’daki faaliyetlerine son verilmesini” bekleyedursun, Rusya Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerle olan temaslarını ilerletti.
YPG Sözcüsü Redur Xelil, 20 Mart’ta, Rusya ile yaptıkları anlaşma çerçevesinde Afrin’e bağlı Cindirês ilçesinde bir askeri üs kurulacağını ve “terörle mücadele çabaları” çerçevesinde Rusların YPG savaşçılarına askeri eğitim vereceğini söyledi.
Bunun üzerine Rusya Savunma Bakanlığı, Afrin’de askeri üs kurmayacaklarını ancak “Ateşkes ihlallerinin önlenmesi için, Halep’te Afrin yakınlarında Kürt birlikler ile ÖSO’nun karşı karşıya geldiği bölgede Rusya’nın Suriye’deki Ateşkesi İzleme Merkezi’nin bir şubesi açılacağı”nı duyurdu.
Aynı gün Rusya’ya ait zırhlı araçlar, Azez’in 8 km batısında yer alan Afrin’e bağlı Kefer Cena köyüne girerken görüntülendi.
YPG Sözcüsü Xelil’in zikrettiği Cindirês de, Hatay sınırına yaklaşık 8 km mesafede ve TSK’nin daha önce hedef aldığı bir bölge olmasıyla dikkat çekiyor.
Bu gelişme sonrası, 21 Mart’ta Rus askerleri Afrin’deki Newroz kutlamalarına katılarak YPG’lilerle birlikte poz verdi. 22 Mart’ta da YPG kontrolündeki Afrin ile cihatçıların kontrolündeki bölgelere sınırı olan Reyhanlı’nın Bükülmez Köyü’ndeki karakolda kurşunlara hedef olan bir er yaşamını yitirdi. Söz konusu karakol Nusra ve Ahrar’uş Şam kontrolündeki Atme’nin hemen karşısında yer almasına rağmen, TSK saldırıdan PYD-YPG’yi sorumlu tuttu ve Afrin’e top atışları gerçekleştirdi. Suriye basınındaki bir başka iddia ise, önce TSK saldırısının yaşandığı, YPG’li keskin nişancı atışının ise bunu takip ettiği şeklindeydi. Böylece Türkiye, Afrin’deki gelişmeler karşısında da fiili durum yaratarak bölgeye müdahale etme seçeneğini devreye soktu.
İlerleyen günlerde bu tip saldırı ve misillemeler artabilir. Ancak Rusya Afrin’deki hamlesinin 30 Aralık 2016 tarihli Türk-Rus anlaşmasına uygun olarak yapıldığını açıklıyor. Yani AKP kendi eliyle imzaladığı anlaşmalarla kuşatılmış durumda. “Fırat Kalkanı” da Azez-Bab-Cerablus üçgenine sıkıştırılmış vaziyette. Tabii “Artık çıkma zamanın geldi” sözü yüksek sesle telaffuz edilene kadar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.