Saray-AKP iktidarının, Türkiye’nin güneyinde bir “Kürt koridoruna” izin vermeyeceklerini defaatle dile getirmesinin iç politikada karşılığı olabilir ancak dışarıdaki gerçeklik böyle değil
Saray-AKP iktidarının, Türkiye’nin güneyinde bir “Kürt koridoruna” izin vermeyeceklerini defaatle dile getirmesinin iç politikada karşılığı olabilir ancak dışarıdaki gerçeklik böyle değil. Ne El-Bab’daki sahte zafer ne de Şengal’deki provokasyon Kürtler karşısında AKP’ye avantaj sağlıyor
TSK ve “Fırat Kalkanı”na bağlı cihatçı gruplar, yaklaşık 3,5 ay süren operasyonlarla alamadıkları El-Bab’ı, en sonunda IŞİD’le yapılan müzakere sonucu teslim alabildi. IŞİD militanları, yalnızca ferdi silahlarını yanlarına almaları şartıyla 23 Şubat’ta “güvenli bir şekilde” kentten çekildi.
El-Bab operasyonu boyunca 57 TSK askeri ile “Fırat Kalkanı”na bağlı 500’e yakın cihatçı ölürken, yüzlercesi de yaralandı. 24 Ağustos’ta başlayan “Fırat Kalkanı”nda şimdiye kadar hayatını kaybeden asker sayısı ise 71. Ayrıca IŞİD saldırılarında onlarca tank ve zırhlı araç da kaybedildi.
Çatışmalar boyunca yaklaşık 700 IŞİD militanının öldüğü belirtilirken, Londra merkezli “muhalif” Suriye İnsan Hakları Gözlemevi geçtiğimiz ay daha çarpıcı bir veri açıkladı: TSK’nin yoğun hava saldırıları ve top atışları sonucu harabeye dönen El-Bab kentinde “96’sı çocuk olmak üzere 444 sivil hayatını kaybetti.”
Birleşmiş Milletler de çatışmalar yüzünden El-Bab’dan kaçan sivillerin sayısını 30 bin olarak veriyor.
Büyük kayıplar pahasına alınan El-Bab, Saray-AKP iktidarı için bir zafer değil. Hatta IŞİD’in kentten çekilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, iktidarın Suriye macerası için “sonun başlangıcı” olarak nitelendirilebilir.
El-Bab’daki devir teslim sonrası akıllara ilk olarak Tayyip Erdoğan’ın 27 Ocak’taki sözü gelmiş olabilir: “El-Bab’daki işi bitirmek, daha derinliğine gitmemek lazım.”
Ancak öyle olmadı. “Fırat Kalkanı”, El-Bab’ın güneyinde, IŞİD kontrolündeki Tedef kasabasına da göz dikerek, ilerleyişini sürdürmek istedi.
Hal böyleyken Şam yönetimi adına ilk tepki Suriye Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar’dan geldi: “Doğrudan askeri çatışmaya evrilmesine izin vermeden, Türk askeri varlığı sorununun ilk evresinde politik yollarla çözülmesini isteriz.” Haydar ayrıca, Rusya’nın devreye girerek Türkiye’yi ikna etmesini de istedi.
Şam’ın askeri hamleleri ise ardı ardına geldi. Suriye ordusu, 26 Şubat’ta Tedef kasabasını tamamen kontrol altına alarak, TSK ve “Fırat Kalkanı”na bağlı cihatçı gruplar ile burun buruna gelmiş oldu. Buna karşılık TSK destekli cihatçılar, Suriye ordusuna saldırdı. Rusya’nın Türkiye askeri makamlarıyla irtibata geçmesi üzerine çatışmalar sona erdi.
Suriye’de sahadan bildiren kaynaklar çatışmalara TSK unsurlarının da katıldığını söylüyor. Bu saldırıyla, “Fırat Kalkanı”nın, El-Bab üzerinden Rakka’ya doğru ilerleme şansını baltalamak isteyen Suriye ordusuna karşı diş gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak bu blöf, Suriye ordusunun Tedef’in doğusuna doğru ilerlemesini engelleyemedi. 27 Şubat’ta Münbiç’n güneyinde YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) kontrolündeki bölgeye ulaşan Suriye ordusu bu hamlesiyle, Rakka yolunu kesmiş oldu. TSK’nin “IŞİD’e karşı savaş” gerekçesiyle bölgede askeri güç bulundurmasına son veren bu hamle, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının daha fazla tartışılmasına yol açacak.
Bir sözü diğerini tutmayan Erdoğan ise, “Gerek Münbiç gerekse Rakka’ya yönelik de atılacak olan adımlar var” diyordu artık. Tabii “Rusya ve ABD’yle mutabık kalmamız halinde” diye de ekliyor.
Ancak “IŞİD’e karşı savaş” gerekçesi tükenen Saray-AKP iktidarının hem mutabakat deyip hem de “Fırat Kalkanı”nda Münbiç’e yönelerek Kürtleri hedef alması pek de akıllıca olmadı. Cihatçıların Münbiç kırsalına saldırması, TSK’nin de Afrin ve Şehba bölgesinde (Afrin ile Kobanê kantonları arasında kalan bölge) YPG mevzilerini topa tutmasının ardından Türkiye; Rusya, Suriye ordusu ve ABD’nin şimşeklerini üzerine çekti.
Pentagon, Türkiye’nin Münbiç’te Kürt güçlerine yönelik saldırılarının IŞİD’e karşı mücadeleyi zorlaştırabileceğini belirterek, TSK ve ÖSO’dan IŞİD’e karşı mücadeleye odaklanmalarını istedi.
Ancak Türkiye’ye yönelik uyarıyı sözle sınırlı tutmayan Pentagon, Münbiç’in içine ve etrafına ABD askerleri konuşlandırdı. Pentagon, “Bu görev IŞİD’den başka bir tarafa saldıran tarafları caydırmak içindir” diyerek Türkiye’ye sahadan da mesaj vermiş oldu.
En kritik hamle ise Rusya-Suriye cephesinden geldi. YPG-QSD öncülüğünde kurulan Münbiç Askeri Meclisi, 2 Mart’ta, “Münbiç’in güvenliğini sağlamak ve TSK’nin Suriye topraklarına yönelik işgal planlarını boşa çıkartmak için” kentin batısındaki köyleri Suriye ordusuna bıraktığını duyurdu. Rusya, ertesi gün Suriye ordusunun, Münbiç batısındaki bölgeye girdiğini açıkladı. Böylece “Fırat Kalkanı”nın, El-Bab’dan Münbiç’e doğru genişlemesinin önüne set çekilmiş olundu.
Bu gelişme, “IŞİD ile savaşa odaklanma” çağrısı yapan Pentagon tarafından da sessizce onaylandı. Pentagon sözcüsü Albay Jeff Davis, 4 Mart’ta Suriye ve Rusya konvoylarının Münbiç’e girdiğinin farkında olduklarını söylerken, “Bu, bizim parçası olduğumuz bir şey değil” diye de özellikle ekliyordu.
Saray-AKP iktidarı, “Fırat Kalkanı”nın El-Bab’da sıkışması üzerine çatışmayı Irak sahasına taşıdı. Mesud Barzani’nin 26-27 Şubat’taki Türkiye ziyaretinden üç gün sonra, 2 Mart günü KDP’ye bağlı “Rojava Peşmergesi” adlı grup, Şengal’de PKK’ye karşı harekete geçti. PKK öncülüğünde kurulan Şengal Direniş Birlikleri’nin (YBŞ) kontrolündeki bölgelere konuşlanan bu grup, YBŞ’nin “KDP güçlerini derhal çekmeli” çağrısına saldırıyla karşılık verdi. 3 Mart’ta düşük yoğunluklu çatışmalar başladı.
Saray-AKP iktidarının, Türkiye’nin güneyinde bir “Kürt koridoruna” izin vermeyeceklerini defaatle dile getirmesinin iç politikada karşılığı olabilir, ancak dışarıdaki gerçeklik böyle değil. Ne El-Bab’daki sahte zafer, ne de Şengal’deki provokasyon Kürtler karşısında AKP’ye avantaj sağlıyor.
Rojava kantonlarının birleşmesini engellemek amacıyla aylar süren operasyon ve onca kaybın ardından El-Bab’ın teslim alınması da kâr etmiyor.
Suriye’nin El-Vatan gazetesinden Abdullah Ali, 5 Mart tarihli yazısında, YPG ve QSD askeri konvoyunun, Suriye ordusunun açtığı koridordan, Rusya’nın eşliğinde Afrin’den Münbiç’e geçtiğini yazdı. El-Vatan’a konuşan QSD’li bir yetkilinin aktardığı bu gelişme, Saray-AKP iktidarının Rojava kantonlarının birleşmesini engelleme hayallerini suya düşürmüş oldu.
Suriye ordusu ile YPG arasındaki bu işbirliğinin ileride Rojava lehine olumlu siyasi sonuçları olması da muhtemel.
7 Mart’ta Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, ABD’li mevkidaşı Joseph Dunford ve Rus mevkidaşı Valeri Gerasimov ile Antalya’da bir araya geldi.
Üç generalin bir araya gelmesi, Münbiç’teki düşük yoğunluklu çatışmaların büyük bir krize dönüşmesini engelleme çabası olarak yorumlanabilir. Ancak Akar’ın, mevkidaşlarına YPG-QSD konusundaki itirazları karşılık bulmamış olacak ki aynı gün ABD Savunma Bakanlığı, Rakka operasyonuna destek için bölgeye 400 deniz piyadesi gönderdiğini açıklıyordu. Rus askerler ile Suriye sınır muhafızları da çoktan Münbiç’in batısındaki köylerde konuşlanmıştı.
Bu görüşmeden iki gün sonra, 9 Mart’ta, Münbiç’in batısındaki Suriye askerleri TSK topçusu tarafından hedef alındı. Aynı gün TSK destekli cihatçılar, Münbiç’in batısında Suriye ordusundan ele geçirdikleri bir köye Türkiye bayrağı asıyordu. İki gün önceki toplantıda, sahadaki olası çarpışmaları önlemek için daha fazla koordineli hareket edileceği mesajları verilmesine rağmen yaşanan bu saldırılar, Türkiye açısından daha da sıkıntılı gelişmelere kapı aralayacak.
Öte yandan Erdoğan, Türkiye’nin Fırat Kalkanı’nı Münbiç ve Rakka’ya doğru genişletme iddiasını dile getirdiği, Suriye ordusu ve YPG’yi hedef alan saldırılarda bulunduğu bir dönemde Moskova’da Putin ile görüştü. Saldırının ertesi günü gerçekleşen bu ziyarette Suriye konusunda umduğunu bulamayan Erdoğan, önce “Bizler provokasyonlara gelmeyecek, terör örgütlerinin ikili ilişkilerimizi zehirlemesine izin vermeyeceğiz” dedi, ardından, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve milli birliğini hiç kimse tehlikeye atmamalıdır” diye konuştu.
Aynı gün Şam yönetimi, “Türk ordusunun Suriye’deki saldırgan eylemleri nedeniyle” Birleşmiş Milletler’e (BM) bir yazı göndererek, BM ve uluslararası toplumdan Türkiye’yi askerlerini Suriye’den çekmeye ikna etmesi istedi.
Sonuç olarak önümüzdeki süreçte TSK ve Fırat Kalkanı’na karşı Rusya, Suriye ve ABD daha sert tedbirler alabilir, hatta bu unsurları doğrudan hedef alarak durdurabilir. Rusya’nın desteğiyle Suriye ordusu ülkenin kuzeyindeki etkisini artırırken, YPG ve QSD de Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacak etkili ve meşru aktörler olarak iyice ön plana çıkıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.