Herkes kalbinin derinliklerinde biliyor; “hayır” demek bir duruş, “evet” demekse itaat gerektiriyor. “Hayır” diyenlerin “evet” demesinin tek koşulu ise tek adam olmaya, başkanlığa dair tüm maddelerin geri çekilmesi Rastgele “psikolojide hayır” diye tarattığımda Google o tamamlıyor beni ve “psikolojide hayır diyememek” diye bir çok döküman veriyor bana. Belli ki bu durum çok aratılan konular arasında, seneler […]
Herkes kalbinin derinliklerinde biliyor; “hayır” demek bir duruş, “evet” demekse itaat gerektiriyor. “Hayır” diyenlerin “evet” demesinin tek koşulu ise tek adam olmaya, başkanlığa dair tüm maddelerin geri çekilmesi
Rastgele “psikolojide hayır” diye tarattığımda Google o tamamlıyor beni ve “psikolojide hayır diyememek” diye bir çok döküman veriyor bana. Belli ki bu durum çok aratılan konular arasında, seneler önce yazılmış birçok döküman var…
İnternette bilgi kirliliği olduğu çok söyleniyordu, kirli bilgi miydi bu bundan birkaç yıl önce psikologlar tarafından yazılanlar! Kirli ilan edilebilirdi her an! Bu sıralar “Hayırlı işler, cumalar” bile diyemeyenler artık her şeyi der miydi. Bu sıralar hayırsız olanlar yarın nasıl hayırlı olacaktı? “Evet” demenin zaten içgüdüsel olarak dahi ne olduğunu bilir herkes. “Evet” dersen; işlerin, kimseyle aran bozulmazmış!
Oysa işler “Hayır” denmediği için de bozuluyor olabilir miydi? İşlerinle birlikte hayır diyemeyen insan da bozuluyor olabilir miydi?
İnsanlar bilir “Hayır” demenin güçlüğünü ve nasıl bir duruş gerektirdiğini. “Evet” dediğinizde konu kapanır, siz de konuyla birlikte öylece kapanmış olursunuz.
Bozulan işler dünyasında bozulan sadece iş miydi? Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova “hayır” dediği için taş üstünde taş kalmıyordu. Ve bugünlerde “evet” densin diye 21 şehrin daha büyükşehir ilan edecekken büyük boşluk yok muydu yıkılmış şehirlerin meydanlarında. Onlar için Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı şehirler ne “büyüktü” ne de şehirdi artık!
Şehirleri yeniden yapmak birkaç senenin işi ama onuru kırılmış halkların yeniden onurunu inşa etmek ancak birkaç nesil geçince, o da belki. Şimdi şehirleri yıkılsa da onurlu kalmış insanlar onlar.
15 Temmuz darbe girişiminde daha önce hiç olmamış haliyle ne ben belki ne de senin Meclis’in bombalanacağı aklına gelmiş olabilirdi. Normalde bombalananı, yok edilmeye çalışanı yeniden inşa etmeye çalışırsın, feshetmeye değil. Şimdi senin seçtiğinin değil benim seçtiğimin Meclis’i olacak deniyor bize. Zaten merkezi olan siyaset yerelleri yok eden siyaset daha da merkezileşecek. Ve tek merkezden bakınca tüm insanlar ufak gözükür bakana…
Bu merkezilikte uzaktan ufak gördükleri sadece biz değiliz elbette, Suriye, İsrail, Rusya, AB politikalarında tekrar başa dönülürken arada ölen binlerce insanı, yerlerinden edilmiş yüzbinlerce insan ne olacaktı? Siz sözünüzden dönünce insanlar da hayata dönmüş olacak mı?
Ah, pardon ya! diyip geçebilecek misiniz? Siz geçseniz biz dur demeyecek miyiz?
Sahillerine artık turistlerin değil yerinden yurdundan ettiğiniz mülteci cesetlerinin vurduğu gerçeğini ne yapacaksınız?
“Pardon ya…”
Herkes kalbinin derinliklerinde biliyor; “hayır” demek bir duruş, “evet” demekse itaat gerektiriyor…
“Hayır” diyenlerin “evet” demesinin tek koşulu ise tek adam olmaya, başkanlığa dair tüm maddelerin geri çekilmesi. O zaman “evet” diyebiliriz.
Onlar, birkaç sene öncesine kadar gündemi kendilerinin belirlediğini biliyor öyle de konuşuyorlardı. Haklılardı. Her gündem değiştirmek istediklerinde mutlaka kadınların hedef alan abuk sabuk bir şeyler diyor, bizi de o tartışmanın içine sürüklüyorlardı gerçekten. Hoş, bir söz söylemeden de olmuyordu ve bu mücadelenin bir parçasıydı ama Gezi’den bu yana yavaş yavaş olgunlaşan muhalefetle birlikte ve 7 Haziran seçimleriyle her şey değişti. Artık gündemi biz belirliyoruz onlarsa bize göre konuşuyorlar.
Şimdi bu referandumda da “O ‘hayır’ diyorsa biz ‘evet’ diyoruz” diye “hayır” diyenlerden hiza aldıklarını anlatıyorlar. Ve dün yıllar önce çekilmiş Rüzgarın Mirası filminde anlatıldığı gibi kendilerine itiraz etmenin neredeyse Allah’a itiraz etmek olduğu demagojisine dahi başvuruyorlardı kimi tevelerde, kimi camilerde.
Bu haliyle bizi değil kendilerini anlatıyorlardı. Rüzgarın Mirası filmiyle devam eden bu dönemde şu sıralar çok paylaşılan No filmi gibi ilerliyordu her şey. Biz onlara değil kendi gündemimize göre ilerledikçe onları değil kendi hayallerimizi anlattıkça daha da büyüyorduk.
Nihayet onlara baktıkça kararıyor, umutsuzluğa düşüyordu insan. Şimdi kendimize birbirimize bakıyoruz ve umutlanıyoruz.
7 Haziran öncesi nasıl alay etmişlerdi hatırlasana: “Seçimlere parti olarak giriyorsun ama sonra barajın altında kalınca ağlama HDP!” diyenler yine aynı sonucu yaşayacak gibi gözüküyor.
Bu arada senelerce koalisyonlar dönemi bitti deseler de başkanlık için koalisyon kuruyor olmaları da ne hazindi! 7 Haziran gibi şimdi de öğreniyorlardı; halklar matematik gibi yaşamaz. AKP yönetimi ile MHP yönetimi birleşince oylarının toplamı edemiyor aksine eriyorlardı.
HDP ve DBPli 10 bine yakın siyasi tutuklu varken referanduma gidiyor Türkiye. HDP’yi bölmek için çok yoğun çalışıp çözüm sürecini bitirenler, bu referandumda koalisyon kuruyor olsalar da kendi partilerinin bölündüğünü görüyor, birbiri ardına gelen istifalarla çalkalanıyor.
Çürümüş bir bina bir anda yıkıldığında “Aaaa daha dün ayaktaydı” demek yaşamı anlamamaktır. Vakti geldiğinde tüm çürümüşler bir anda yıkılır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.