Dudaklarını ıslatıyor, gözlerini kısarak konuşuyorlar. Ne konuşurken ne de yüzlerine acılı ifade oturturken zorlanıyorlar. Alıştılar çünkü
Dudaklarını ıslatıyor, gözlerini kısarak konuşuyorlar. Ne konuşurken ne de yüzlerine acılı ifade oturturken zorlanıyorlar. Alıştılar çünkü, çalışıyorlar çünkü. Ne de olsa genç cenazeler başka evlere gidiyor. Keşmir paltolarıyla gelip ölen gençlerin yaşarken hayalini bile kuramayacağı lüks araçlarına binerek uzaklaşıyorlar kanla sulanan kaldırımdan
Gençlerin Hasan Hüseyin okumadıklarını biliyorum. Okusalar keşke. Belki bestelenen birkaç şiirini akla getirirler de, “Altı da bir üstü de bir yerin” diyen Namık Kemal’e cevaben, “’Altı da bir/ üstü de birdir yerin’/ hoş söylemiş namık kemal/ ama/ boş/ ‘altı da bir üstü de birdir yerin’/ öyle mi/ Öyleyse/ biraz da siz buyurun/ getirin vedat’ları karaçam’ları/ aytaç’ları, battal’ları getirin/ getirin de güzel beyler/ biraz da onlar tepinsinler şu dinine yandığım/ kara yerin üstünde” dediğini bilmezler.
Gençlerimizi birer birer, onar onar toprağa verdiğimiz günlerden geçiyoruz. Genç askerlerimizi, genç polislerimizi, genç garsonlarımızı, liseli, üniversiteli gençlerimizi, genç işsizlerimizi, genç işçilerimizi, genç taraftarlarımızı, genç dansçılarımızı yerin altına verirken, Kaşmir paltoları sırtlarında “güzel beyler” basının karşısında arz-ı endam edip ölümü kutsamakta beis görmüyor; kameraların karşısına geçip hamaset yapmaktan geri durmuyor.
En acısı da, “ülkenin bekası” için gençlerin ölmesinin şart olduğu söyleniyor.
En ilginci de, bal gibi sorumlulukları bulunmasına rağmen hiçbiri oralı olmuyor, “güzel beyler”in.
Gençler ölüyor, “güzel beyler” kaşmir paltoları ile gelip kanla sulanan kaldırımlara çiçek bırakmayı, gençlerin öldürüldüğünü duyunca apar topar “resmi gezilerini” yarıda kesmeyi ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Dudaklarını ıslatıyor, gözlerini kısarak konuşuyorlar. Ne konuşurken ne de yüzlerine acılı ifade oturturken zorlanıyorlar. Alıştılar çünkü, çalışıyorlar çünkü. İnsanların kalpleri nasıl fethedilir, kamuoyu nasıl manipüle edilir, biliyor hepsi.
Ne de olsa genç cenazeler başka evlere gidiyor, hani o sıvası bile olmayan yoksul evlere.
Ne de olsa başka canlar yanıyor; hani o “vatan sağ olsun” diyerek acılarını hafifletmeye çalışan yoksul insanların.
Keşmir paltolarıyla gelip ölen gençlerin yaşarken hayalini bile kuramayacağı lüks araçlarına binerek uzaklaşıyorlar kanla sulanan kaldırımdan.
Soma’da, Güvenpark’ta, Beşiktaş’ta, Suriye’de birer birer, onar onar gençler ölüyor. “İşi gücü ölü taşımak, işi gücü umuda yatmak” olan bir toplum yaratanlar, “ala, mora kıyanlar”, “yaza, bahara kıyanlar” bütün bunların kader olduğuna inandırıyorlar kahir ekseriyeti. En acısı da bu.
En acısı da, “allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek” huzur içerisinde sırça köşklerine çekiliyorlar.
Bizimle dalga geçiyor bu adamlar. Beşiktaş’ta gençlerin canını alanlar, Ortaköy için taziyelerini sunuyor. 10 Ekim’de cana kıyanlar, Güvenpark için nasıl da üzüldüklerini açıklıyor. Aklımızla, ruhumuzla, duygularımızla dalga geçiliyor yani.
Bunları yemeyiz yemesine. Ama söylemek gerekir ki, 10 Ekim’de ölenlerin ardından atılan sevinç çığlıklarının, Beşiktaş’ta ölenlerin ardından atılan sevinç çığlıklarına karıştığını ve kaşmir paltoluların her ölümden sonra iktidarlarını pekiştirdiğini görünce, umutsuzluğa teslim olmamak için güvercin kanadına yazılı hakikati sokaklara taşımaktan, insanları, sevgiden müteşekkil “kabe”mizle tanıştırmak için gecemizi-gündüzümüze katmaktan, medeniyeti, insanı, hayatı ve laikliği ne pahasına olursa olsun korumaktan ve “Karanlığı az kullanın/ kirliler kokar bir gün/ bir gün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız” diyen Hasan Hüseyin’e sığınmaktan başka yol kalmıyor bizlere.
Başka ne yapabiliriz ki? Çünkü, “Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı” dediğimiz günlerden geçiyoruz.
Hasan Hüseyin sormuştu bir şiirinde “kandan kına yakılır mı bre yezit” diye. Kandan kına yakanları sadece kınamakla yetinirsek*, katiller ellerine kına yakmaya devam edecek. O zaman da, Hasan Hüseyin’in dizesi, değişmez yazgımız olarak kalacak: “Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler.”
* Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’un, Reina katliamından sonra yaptığı açıklamanın başlığı “Kınamak yetmez! Gericiliğe karşı laiklik mücadelesini yükseltecek, yaşamı savunacağız!” şeklindeydi. Bu yazının yazılmasına sebep o açıklamadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.