14 yıllık AKP iktidarı adım adım ülkeyi bu noktaya taşımıştır. HDP Diyarbakır mitinginde patlayan bombayla başlayan ve özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlar ülkeyi savaş, şiddet ve terörle baş başa bırakmıştır

Son bir buçuk yıldır şiddetin başka bir türü ile karşı karşıyayız. Ortadoğu ülkelerinde görmeye alışık olduğumuz bombalı saldırılar artık Türkiye gerçeği haline geldi. Şimdiye kadar kaç saldırı oldu? Kaç canımızı kaybettik? O kadar çok öldük ki, bırakalım ölenlerin isimlerini hatırlamayı, kaç kişinin öldüğünü öğrenmek için haber arşivlerine bakmak gerekiyor.
Son İzmir saldırısından sonra da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, saldırıyı kınadığını açıkladı. Elbette kınayabilir ancak siyasi iktidardan beklenen bombalı saldırıların önüne geçmektir. Bu olmadığına göre biz kendi önlemlerimizi almak durumundayız.
Türkiye solu, 1970’lerin ikinci yarısında patlak veren iç savaş koşullarında can güvenliğini kendi yöntemleriyle almaya çalışmış, sorunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da, çözümünde hayli mesafe almıştı. Elbette bombalı saldırıların/canlı bombaların sinsiliği, kalleşliği can güvenliği sorununun kolay çözülemeyeceğini göstermektedir. Ancak yine de yapılabilecekler bulunmaktadır.
Bombalı saldırılara karşı neler yapılabileceğine geçmeden, birkaç maddeyle durum tespiti yapmakta fayda bulunmaktadır.
- Türkiye kitle kıyımları, kalabalıklar içerisinde patlatılan bombalarla can güvenliğinin sorunlar listesinde ilk sıraya yerleştiği bir ülke haline gelmiştir. Artık ülkede başka bir hayat yaşanmaktadır.
- Ülkenin bu duruma kendiliğinden gelmediği bilinmektedir. 14 yıllık AKP iktidarı adım adım ülkeyi bu noktaya taşımıştır. HDP Diyarbakır mitinginde patlayan bombayla başlayan ve özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlar ülkeyi savaş, şiddet ve terörle baş başa bırakmıştır.
- Türkiye siyasal İslamcılığın, cihatçılığın, etnik milliyetçiliğin girdabındadır. Türkiye sağının Türk-islam sentezinden beslenen ırkçı-gerici özelliği ile Kürt hareketinin Suriye’deki gelişmelerden sonra daha da belirginleşen milliyetçi yönelimi karşı karşıya gelmiş ve ülke yaşanılır olmaktan çıkmıştır. Katliamların kitleselleşmesi, kalabalıklara yönelmeye başlaması bu nedenledir. Dinsel, etniksel, mezhepsel açıdan karşıtı olanı tamamen yok etme güdüsü, bu temelde mücadele eden örgütlerin neredeyse varlık nedeni halindedir.
Dönüm noktası Suriye savaşı
- Türkiye için dönüm noktası açık ki Suriye iç savaşıdır. Son beş yıldır cihatçılara açılan kapılar, ülkenin sosyo-kültürel (ülke sağına has, milliyetçi-muhafazakâr-gerici damar) özellikleriyle birleşince İslami örgütler taban bulmakta zorlanmamıştır. Zaten kitle sorunu yaşamayan PKK/TAK ise Suriye’deki pozisyonuna bağlı olarak Türkiye içindeki eylemlerine hız verip yavaşlatmaktadır.
- Hem IŞİD hem de PKK/TAK’ın Türkiye içinde sosyal tabanı, kitle desteği vardır ve kadro bulma kanalları açıktır. Ancak bu iki örgütün, Türkiye’nin bütünüyle, yani memleket gündemiyle bir alakaları yoktur. İkisi de Suriye savaşının unsuru olarak Türkiye’deki eylemlerine yön vermektedir. Bu durum şimdilik IŞİD için sorun teşkil etmezken, PKK/TAK eylemleri, HDP örneğinde olduğu gibi yasal ve demokratik örgütleri aleni boşa düşürmekte, açık bir ifade ile zor durumda bırakmaktadır.
- Bilindiği gibi bombalı saldırıları IŞİD ve PKK/TAK yapmaktadır. IŞİD, daha çok solcuları, Kürtleri, Alevileri, laikleri, kendinden olmayan Sünnileri, ülkemizde misafir olarak bulunan yabancıları hedef almakta, birkaç eylem hariç, genel olarak doğrudan sivil hedeflere yöneldiği görülmektedir. Suruç, Ankara/Barış Mitingi, Gaziantep/düğün evi, İstanbul/ havaalanı, İstanbul/Ortaköy vb.
- PKK/TAK’ın hedefinde ise daha çok polis/asker bulunmaktadır. Örgütün açıklamasına bakıldığında, eylemlerde “intikam” duygusu etkili olmaktadır. PKK/TAK eylemlerinde ikili mesaj verilmektedir. Devlete verdiği mesaj dışında, “Doğu’da savaş varken, Batı’da rahat bir yaşam sürmenin mümkün olmadığı” gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada sivil kayıpların umursanmadığı söylenebilir, hatta sivil kayıp olasılığının, “savaşın batı illerine taşınmasını sağlayacağı” için gözetildiği bile ifade edilebilir. Ankara/Güvenpark, İstanbul/Beşiktaş vb.
- Kayıtlara göre, son bir buçuk yılda 36 bombalı saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırıların dokuzu IŞİD, 27’si ise PKK/TAK tarafından yapılmıştır. Üç PKK/TAK eylemine karşılık IŞİD bir eylem yapmaktadır. Ancak IŞİD dokuz eylemde yaklaşık 300 insanı öldürmüştür. PKK/TAK ise 27 eylemde yine 300’e yakın insanın canına kıymıştır.
Saldırıları önlemek, saldırılardan korunmak
- Örgütler tarafından canlı bomba kullanılması yapılan saldırıların önlenebilmesini zorlaştırmaktadır. Hemen belirtmeliyim ki, elbette bu zorluk devlet için geçerli değildir. Devlet bombalı saldırıları engellemekle sorumludur. Buradaki derdimiz, toplumsal muhalefet örgütlerinin neler yapabileceğidir. Ancak önlemin, ancak can kaybını azaltmak olabileceğini belirtmek gerekiyor. Örneğin 10 Ekim katliamında, miting katılımcıları kendi güvenliklerini almayı akıl edebilseydi, canlı bombalar alana sızamayacak, belki de güvenlik çemberinin önünde patlayacak bombaların etkisi azaltılmış olacaktı.
- PKK/TAK saldırılarından korunmak zor görünürken, IŞİD’in muhalif/ karşıt yapılara dönük saldırıları önlenebilir ya da kısmen önüne geçilebilir eylemlerdir.
Neler yapılabilir?
Şimdi gelelim neler yapılabileceğine.
- PKK/TAK eylemleriyle ilgili önlem almak zordur. Adliyeye uğramamak, maça gitmemek, kentlerin merkezi noktalarında bulunan polis toplanma alanlarına yakın yerlerde bulunmamak mümkün olabilirse ancak o durumda bombalardan korunmak mümkündür. Dolayısıyla, PKK/TAK eylemlerine karşı daha korunaksız olduğumuz açıktır. Dolayısıyla bu konuda yapılabilecekler azdır. Yapılacaklar devletin ilgi alanında bulunmaktadır. PKK/TAK eylemlerinin beslendiği zemin Kürt sorunudur ve sorunun barışçı bir biçimde çözülmesi ancak karar mekanizmasını elinde bulunanların tasarrufundadır.
- PKK/TAK ile ilgili soruna teknik/güvenlik bağlamında değil, ideolojik-politik ve insani açıdan yaklaşmak gerekmektedir. Yani bir başka ifadeyle, halka karşı suç işlemenin kabul edilebilir bir tarafının olmayacağı politik argümanlarla ve açıktan ifade edilmelidir. Eğer mümkün ve sonuç alıcı olursa, bu eylem tarzının terk edilmesi yönünde toplumsal basınç uygulanabilir. Bu işin zor olduğu/olacağı açıktır. Tabiri caizse, sözünüzün dinlenir olması, yaptırım gücünüzle doğrudan alakalıdır. Solun bu konumda olmadığını belirtmek bile gereksizdir.
Sivil halka zarar veren eylemlerdeki ısrar ile nereye?
- Kalabalık yerlerde bomba patlatacak kadar gözü dönen, toplumsal psikolojiyi altüst eden eylem yapmakta hiçbir sakınca görmeyen, diğer unsurlarla birlikte korku toplumu yaratılmasına yol açan bir tarza sahip, ülkede neler olup bittiğini zerre kadar umursamayan bir yapılanmaya söylenecek iki çift söz, sadece bizlerin vicdanını rahatlatmakla kalmayacak, halka dönük eylem yapmaktaki ısrar karşısında alınacak tavır, gelecek vaadimizi görünür kılacaktır.
Halka karşı şiddet uygulayan bir yapıyla yolların kesişme şansının kalmayacağının/kalmadığının alenileştirilmesi gerekmektedir. Zaten son dönemdeki eylemler ve açıklamalar göstermektedir ki, biz buradan ne dersek diyelim, PKK/TAK’ın böyle bir derdinin olmadığı anlaşılmaktadır. Bu eylem ve söylem, sivil siyaseti oldukça zor bir pozisyonda bırakmakta, sivil siyaseti devam ettirilemez hale getirmektedir. HDP’nin içinde bulunduğu durum tam da buna işaret etmektedir. Dolayısıyla PKK/TAK eylemlerine karşı zırh, politik argümanlardan oluşacak, zırhın zayıflaması politik açıdan telafi edilmesinin mümkün olamayacağı hata anlamına gelecektir. Bir başka ifadeyle, bu tür eylemlere karşı kitlesel-politik karşı çıkış gerçekleştirilmezse ve açıktan tavır alınmazsa, bu sadece tavırsızlık, siyasetsizlik anlamına gelmeyecek, saldırıların meşrulaşmasına neden olacaktır.
Politika yapma tarzını değiştirmek
- Şimdiye kadar IŞİD, birkaç eylem dışında doğrudan sivil halka saldırmıştır. Devrimciler, solcular, Kürtler, laikler hedef alınmıştır. Bundan sonra resmi hedeflere de yönelmesi ihtimal dahilindedir. Ancak tıpkı PKK/TAK eylemlerinde olduğu gibi bu konuda bizlerin yapabileceği pek bir şey yoktur. Derdimiz, IŞİD saldırılarının hedeflerinden biri olan muhalif güçlerin, kendilerinin ve halkın can güvenliğini sağlaması, en azından saldırıların yıkıcılığını azaltacak önlemleri alınmasıdır. Bunun yolunun, politika yapma tarzının değişmesinden geçtiği bilinmelidir.
- Uzun zamandan bu yana, sol/sosyalist çevreler edilgendir. Bu, sadece gündemin peşinde koşmakla alakalı değildir. Sol, devrim perspektifini yitirmiş, dolayısıyla örgütlenme ve kadro anlayışı liberal etkilere açık hale gelmiştir. Neredeyse örgütsüzlüğün tercih edildiği, solculuğun, düzen içi “sosyal bir aktivite” gibi algılandığı uzunca bir dönem yaşandı. Yoksullara değen, mahalle çalışmasını baz alan, neoliberal uygulamaların mağdurlarını siyasetin öznesi haline getiren, kendi ayakları üzerinde duran etkin bir sol olmadı. Kent yoksullarına ulaşmak yerine, sendikalar ve meslek odalarına kümelenerek kadro ve siyaset üretimini gerçekleştirmeye çalışan, sadece örgütsel değil, program düzeyinde de devrim perspektifinden uzaklaşan bir anlayış solda egemen konuma geldi. Sahici köklü ve kalıcı ilişkiler kurulmadı, kitle çizgisi izlenmedi. Militan mücadele tarzı, arkaik olarak değerlendirildi ve kadro anlayışı buna uygun şekillendirildi. Gezi isyanı solun ne kadar örgütsüz ve kitle çizgisinden uzak olduğunu açığa çıkardı.
Sol, önümüzdeki dönemde yaşanması ihtimal dahilindeki gelişmeleri göğüsleyebilecek düzeyde değildir. Şimdiye kadar, ancak basın açıklaması, mitingler vb. gibi eylem/etkinlikle varlığını göstermeye çalışan solun, bombalı saldırıların hedefi altındayken bu tarza devam etmesi mümkün görünmemektedir. Bilinmelidir ki miting, panel, basın açıklaması gibi eylemler ne tek başına devrimcidir ne de güvenliğini almak mümkündür. Suruç ve Ankara katliamları bu tür eylemlerin nasıl açık hedef olduğunu, büyük acıyla göstermiştir.
Aynı şekilde, parti, dernek binası vb. mekânların kullanımı da sorunludur. Artık şunu görmeliyiz: Ülkemizde iç savaşı aratmayacak koşullar yaşanmaktadır. Ancak ne yazık ki saldırıların hedefleri arasında olan bizler ya bunu farkında değiliz ya da ilginç bir şekilde “alışkanlıklarımızı” değiştirmeme noktasındaki ısrarımızı sürdürüyoruz. Açık hedef olmayacak, yani hayatın gerçek ve sıcak alanlarında örgütlenme ve bu alanlarda siyasal pratik kurma fikrini anlaşılmaz bir şekil de öteliyoruz. Bu noktada, hem mekân kullanım alışkanlığının hem de mevcut siyaset yapış tarzının acilen terk edilmesi gerekmektedir. Çünkü, bugüne kadar Irak-Suriye gerçeği olan ancak görünen o ki bundan sonra Türkiye gerçeği haline de gelecek olan IŞİD’in önümüzdeki dönemde, miting ve benzeri eylemlere, bizlerin kullandığı mekanlara saldırması kimse için şaşırtıcı olmayacaktır.
Güvenlik tartışmaları ciddiye alınmalı
- Miting vb. gibi eylem ve etkinliklerin yapılmamasından söz edilmiyor. Söz edilen şudur: Katılımcıların güvenliğinin sağlandığı eylem ve etkinlikler yapılmalıdır. Güvenliği alabiliyorsan yap, en küçük bir tereddüdün varsa yapma. Bu kadar açık ve nettir. Türkiye sol hareketinin bunu başarmaya muktedir olmadığını kim iddia edebilir? Yeter ki niyetimiz olsun ve yeter ki “tehlikenin farkına” vararak, hayatımızı buna uygun düzenleyelim. Özellikle mitingler, önceden belirlenen bir takvim dâhilinde yapıldığı için cihatçıların saldırı yapabileceği etkinliklerdendir. Örneğin Suruç katliamından sonra, güvenlikle ilgili başlayan tartışmalar ciddiye alınsaydı, 10 Ekim’de yaşanan acıyı hafifletmek mümkün olabilirdi. Bu noktada, güvenlik kaygısını küçümseyen kibirli tavırdan hızla uzaklaşmak gerekmektedir.
- Buradaki temel sorun solcuların, sosyalistlerin dönemin şartlarına uygun, dönemin ihtiyaçlarını karşılayabilecek örgütsel ve kadrosal gerçekliğe sahip olup olmadığıdır. Ne yazık ki değiller. Bu hale bir an önce son verilmelidir. İşin doğrusu, böyle bir gerçekliğe ve niyete sahip olmayanların burnundan kıl aldırmayan tavrı nedeniyle, kısa dönemde yapılabileceklerin hayata geçmesi zorlaşmaktadır. “Egemen sol” anlayışın “yoldan çekilmesi” gerekmektedir. Bırakalım kendi hayatlarını tanzim etmeyi, gölge etmemeleri bile günün gereklerinin yerine getirilmesini kolaylaştıracaktır. Tabiri caizse, “laylaylom”, “şen şakrak” miting düzenleme, sokağa çıkma dönemi kapanmıştır. Bakın benzer ülkelere, hangisinde ülke gerçekliğinden uzak, durumun ciddiyetini kavramayan politik pratik vardır? Ne yazık ki sadece Türkiye solu bu haldedir. Değiştirilmesi gereken budur.
Örgütlü yaşamın zorunluluğu
- Önümüzdeki dönemde devrimcilerin, Alevilerin, laiklerin yaşadığı mahalle ve köylere dönük IŞİD ya da bindirilmiş ırkçı-gerici kıtaların saldırıları beklenebilir. Bu durum yerleşim birimlerinde örgütlü yaşamı zorunlu kılmaktadır. Mahallelerde tez elden mahalle meclisleri oluşturulmalıdır. Ankara’nın bazı semtlerinde oluşturulan meclis örnekleri incelenmeli, çoğaltılmalı, tarihimizde yer alan direniş komiteleri deneyimi dikkatle incelenmelidir. Bu aynı zamanda, uzun zamandır sürdürülen “yalan ve sanal hayatın” değiştirilmesi çağrısıdır.
- Gaziantep’teki düğüne yapılan saldırı gösterdi ki, IŞİD’in hedefi olan toplumsal kesimler, bu tür sosyal etkinliklere azami dikkat etmelidir. Özellikle Kürt ve Alevi mahallelerde dikkat üst düzeyde olmalı, açık alanda toplanmamaya dikkat edilmeli, zorunluluk durumlarında mutlaka güvenlik çemberi oluşturulmalı, kapalı alanlardaki etkinliklerde ise aynı şekilde davranmalıdır. Bu konuda devrimciler inisiyatif almalıdır.
- Türkiye, artık eski Türkiye değildir. Son bir buçuk yıldır gerçekleşen IŞİD ve PKK/TAK saldırıları, OHAL rejimi ve başkanlık süreciyle artık bu görmezden gelinemeyecek kadar açık ve nettir. Sorun, kendi hayatımızı buna uygun hale getirmemekten kaynaklanmaktadır. Türkiye sol hareketi, uzun yıllardan bu yana yaratılan “vur ensesine, al lokmasını” algısını değiştirmeye ve buna uygun bir hayat kurmaya zorunludur. Eğer bu başarılamayacaksa, buna niyet yoksa, “mayın eşeği” gibi açık hedef olmaya devam etmek, yaşanacak acıların vebalini taşımak olacaktır.
Bitirirken söylenmelidir ki, bu düzen intihar bombacısı üretmektedir. Bizlere düşen, bir taraftan bombalara karşı can güvenliğimizi korumaya çalışırken, diğer taraftan asli işimizi ihmal etmemek, yani bütün kötülüklerin müsebbibi bu düzeni yıkmak, siyasal İslam ve etnik milliyetçiliğin belirlediği atmosferi dağıtmaktır.