Sektörel düzeydeki toplu sözleşme sistemi, toplu sözleşme kapsamına giren işçi sayısını artırdığı gibi işçiler açısından gelir eşitsizliğini de önleyici bir işlev görmektedir Yazımızın başlığına bakan birileri “memleket yanıyor, sen nerede yaşıyorsun?” diye sorsa yerden göğe kadar hakkı vardır. Rusya ile olan krizin yarattığı hasar hala onarılamamışken bu kez Avrupa Birliği ile kriz tetikleniyor, dolar kuru […]
Sektörel düzeydeki toplu sözleşme sistemi, toplu sözleşme kapsamına giren işçi sayısını artırdığı gibi işçiler açısından gelir eşitsizliğini de önleyici bir işlev görmektedir
Yazımızın başlığına bakan birileri “memleket yanıyor, sen nerede yaşıyorsun?” diye sorsa yerden göğe kadar hakkı vardır.
Rusya ile olan krizin yarattığı hasar hala onarılamamışken bu kez Avrupa Birliği ile kriz tetikleniyor, dolar kuru rekor denemelerini sürdürüyor, ekonomide dengeler her gün biraz daha bozuluyor, olağanüstü halin üstünde bir olağanüstülük yaşanıyor, herkes kim vurduya gitme endişesi taşıyor….
Popülist politikaların kaynakları hızla tükeniyor, sanayiye dayanmayan büyüme giderek geriliyor, “büyük eser”ler yaratma adına halk büyük borç yükünün altına itiliyor, doğa, kentler betonlaştırılıyor, yeni vergilerle yoksulluk boyutlanıyor…
Muhalefetin nefes almasına bile tahammül edilemiyor, iktidara aykırı olan herkes, her şey “milli güvenlik sorunu” olarak görülmeye başlanıyor…
Nereye bakılsa bir sorun odağı karşımızda duruyor. Ve her gün de bir yenisi ekleniyor. Ülkemizi nereye götüreceği belli olmayan hevesler, ataklar birbirini izliyor. Bunun son halkalarından biri olarak devletin en üst makamı Türkiye’nin Suriye ile savaş halinde olduğunu ilan ediveriyor.[1]
Bütün bunların ortasında, işçi sınıfının örgütlenmesi ve toplu sözleşmeden yararlanması diye yazıp duruyoruz.
İşçi sınıfının örgütlülüğünün ne kadar önemli olduğunu zaman geçtikçe daha iyi görebiliyoruz. Demokrasinin korunabilmesinin, hukukun ayakta kalabilmesinin, barış içinde yaşayabilmenin özetle bugün üzerimize kâbus gibi çöken her şeyin önüne geçilmesinin işçi sınıfının örgütlülüğüyle şu veya bu ölçüde ilgisi var.
Bir bakıma “göle maya çalmak” gibi görünse de belki bir yararı olur düşüncesiyle birkaç tablo ile meramızı anlatmaya çalışalım.
1) Toplu iş sözleşme kapsamı azaldıkça gelir eşitsizliği artıyor:
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yapılan bir çalışma iki ayrı veriyi tek bir tabloda birleştirerek özetlemektedir.
ILO (toplu sözleşme kapsamı) ve OECD (gelir eşitsizliği) verilerinden yararlanılarak hazırlanan tablonun yatay ekseni farklı ülkelerdeki işçilerin toplu sözleşme kapsamı oranını göstermektedir. Tablonun dikey ekseni ise en üst gelir grubu (yüzde 10) ile en alt gelir grubu (yüzde 10) arasındaki farkı ve ortada yer alan çizgi ise gelir eşitsizliğinin eğilimini belirtmektedir.
Tablonun sol tarafında toplu iş sözleşmesi kapsamının düşük, zengin-yoksul gelir farkının yüksek olduğu ülkeler toplanmıştır. Sağ taraf ise bunun tersinin geçerli olduğu ülkeler yer almaktadır.
Türkiye üzerinden örneklendirmek gerekirse Türkiye’deki (TUR) toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin oranı % 7 olarak hesaplanmıştır. En yüksek gelir grubunun kazancı, en düşük gelir grubunun kazancından 4,8 kat fazladır.
Benzeri şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nde (USA) toplu sözleşme kapsamına girebilen işçi oranı yüzde 12’de kalmaktadır. En yüksek gelirliler, en düşük gelirlilerden 5,1 kez daha fazla kazanmaktadır.
Buna karşılık işçilerin yüzde 96’sının toplu sözleşme kapsamında olduğu Belçika’da (BEL) en yüksek gelirliler ile en düşük gelirliler arasındaki fark 2,5 kat olarak hesaplanmıştır.
İtalya’daki (ITA) toplu sözleşme kapsamındaki işçi oranı yüzde 80’e ulaşmaktadır. En yüksek gelir kazanlar ile en düşük gelir arasındaki fark 2,3’tür.
Tablo bize çok açık biçimde toplu sözleşme kapsamındaki işçi yoğunluğu ile gelir dağılımındaki adalet arasında gözle görülür ve doğrudan bir bağın olduğu göstermektedir.
Dolayısıyla gelir eşitsizliğini yoksullar lehine değiştirmek için yapılması gereken ilk iş örgütlenmeyi ve bununla birlikte ücret ve çalışma düzeylerinin toplu sözleşmelerle belirlenmesinin önünü açmaktır.
2) Toplu sözleşme düzeyleri, toplu sözleşme kapsamını da belirliyor
ILO ve OECD’nin yapmış olduğu çalışmalar gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki toplu sözleşme düzeylerinin/biçimlerinin toplu sözleşme kapsamı üzerinde belirgin bir etkiye sahip olduğuna işaret etmektedir.
ILO tarafından yayımlanan bir broşürde, 57 ülke (OECD üyeleri dahil) toplu sözleşme düzeylerine göre gruplandırılmıştır.[2]
Birinci grupta sektörel veya sektörler arası (ulusal) düzeyde toplu iş sözleşmesi uygulanan ülkeler gelmektedir. Sektörel veya ulusal düzeyde toplu sözleşme uygulanan 19 ülkedeki toplu sözleşme kapsamına giren işçi oranı yüzde 49 ile yüzde 98 arasında değişmektedir. 19 ülkenin ortalaması ise yüzde 76,8’dir.
İkinci grupta ise sektörel ve işletme/işyeri düzeylerinin karışık olarak uygulandığı ülkeler bulunmaktadır. 13 ülkenin yer aldığı bu gruptaki toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin oranı ortalama yüzde 42 olarak tespit edilmiştir.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu üçüncü grupta yer alan 25 ülkede ise ağırlıklı olarak işletme/işyeri düzeyinde toplu sözleşmeler uygulanmaktadır.
Bu gruptaki toplu sözleşme kapsamında olan işçilerin oranı yüzde 1 ile yüzda 35 arasındadır. Üçüncü grubun ortalama toplu sözleşme kapsamı oranı ise yüzde 14’tür.
Toplu sözleşme düzeylerinde yaşanan değişiklikler hızlı biçimde toplu sözleşme kapsamı oranını etkilemektedir. OECD tarafından yapılan bir çalışmada 1980 ile 1990’lar arasındaki dönemde bazı ülkelerin toplu sözleşme düzeylerindeki değişimlerin kapsam üzerindeki etkisi incelenmiştir.
Yapılan incelemede, örneğin 1980’lerde karma bir şekilde sektörel ve işletme/işyeri düzeyi toplu sözleşmelerin yürürlükte olduğu Japonya, İngiltere, ABD gibi ülkelerde 1990’lara gidilirken sistem değişikliği olmuştur. Ağırlıklı sistem işletme/işyeri düzeyine dönüşmüştür. Bunun sonucunda toplu sözleşme kapsamı Japonya’da yüzde 28’den yüzde 23’e, İngiltere’de yüzde 70’den yüzde 47’ye ve ABD’de ise yüzde 26’dan yüzde 18’e inmiştir.
Aynı ülkelerdeki 2013 verileri daha da geriye düşmüştür. Toplu sözleşme kapsamı Japonya’da yüzde 17’ye, İngiltere’de yüzde 30’a, ABD’de yüzde 12’ye gerilemiştir. Benzeri süreçlerden geçen diğer ülkelerde de durum farklı değildir.
3) Örgütlülük ve toplu sözleşme kapsamı işçi gelirlerini etkiliyor
1980’ler sonrası uygulanan neoliberal kapitalist politikalar, kapitalizmin küresel krizleri, işçi sınıfının kazanımlarına yönelik ağır saldırıları da beraberinde getirmiştir.
Bu dönemde yukarıda da özetlemeye çalıştığımız gibi bazı ülkelerde toplu sözleşme düzeylerinde değişimler gözlenmiş, buna bağlı olarak işçi sınıfının örgütlülüğü zayıflamış ve beraberinde de işçilerin toplam gelirden aldığı pay da azalmıştır.
ILO’nun 2012-2013 küresel ücret raporu dikkate alınarak hazırlanmış tablonun da gösterdiği gibi gelişmiş ülkelerde 1981 yılında işçilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 73,5 iken 2010 yılına gelindiğinde 7,9 puan azalarak yüzde 65,6’ya düşmüştür.
Toplu sözleşme düzeyi işçi sınıfı için önemli bir alandır
Tüm verilere bakıldığında, işçi sınıfının birçok alanda vermek zorunda olduğu mücadelenin önemli bir parçasını da toplu sözleşme sisteminin oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Yukarıda vermiş olduğumuz tabloların hepsinin işaret ettiği temel olgu; sektörel düzeydeki toplu sözleşme sisteminin, toplu sözleşme kapsamına giren işçi sayısını artırdığı gibi işçiler açısından gelir eşitsizliğini de önleyici bir işlev gördüğüdür.
Toplu sözleşme kapsamının yetersizliği, haliyle asgari ücreti daha fazla gündeme taşımaktadır. Asgari ücret sadece işçilerin gelir düzeylerini etkileyen bir unsur olmaktan çıkmış, siyasi sonuçları da olan bir araca dönüşmüştür.
Sorun büyük bir işçi kitlesinin ücretinin asgari ücret komisyonunun kararıyla belirlenmesindedir. Asıl yapılması gereken, sektörel düzeyde sözleşme olanağının da mevzuata eklenmesi ve uygulanmasıdır. Ücretler bu şekilde sektörlerin yapılarına, işçilerin mesleki yeterliliklerine dayalı olarak daha adil bir şekilde belirlenebilecektir.
Bugün ülkemizde yürürlükte olan ve temelde işletme/işyeri düzeyinde uygulanan toplu sözleşme sistemi işçi sınıfını kuşatan adaletsizler çemberini kırmaya yeterli değildir. Bütün güçlerini mevcut koşullarını korumaya odaklamış ve hegemonyanın esiri olmuş yapılarla bu çemberin kırılması da zordur.
Günümüz koşullarında işçi sınıfına biçilen rol; kendi çıkarlarını bir kenara bırakmak ve tüm sonuçlarıyla sermayenin yararlarına olan politikalara koşulsuz destek vermekten öte değildir. Acımasız ve doyumsuz bir sömürü, rant çarkı kutsal değerlerle örülmüş bir söylem ile meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
İşçi sınıfı kendinde bir sınıf olmaktan kendisi için bir sınıf olmaya içine itildiği bu kısır döngü nedeniyle geçememektedir.
Ekmeğin büyütülmesinden başlayan, işyerinden ülkeye her alanda söz sahibi olabilmeye uzanan çok geniş bir yelpazede mücadele örgütlenme ve toplu sözleşme kapsamının genişletilmesiyle yakından ilişkilidir.
İşçi sınıfı özünde sermayenin çıkarlarını savunan iktidarların popülist politikalarına bel bağlamak yerine kendi gücünü öne alan, birlik ve dayanışma üzerinde yükselen, iktidarların gölgesinden kurtulan bir örgütlü güç oluşturarak yarınlarına yürüyebilir.
Dipnotlar:
[1] “Biz oraya zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için girdik” http://www.hurriyet.com.tr/erdogan-istanbulda-konusuyor-40291560
[2] Trends in collective bargaining coverage: Stability, erosion or decline?*; ILO, September 2015, ISSN 2227-9334
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.