8 Mart’a kadar; tek bir kadın bile örgütsüz kalmayana kadar: İtaat yok, isyan var!
‘Tecavüz bir şehvet suçu değil, bir iktidar ve şiddet suçudur. Kadınları sürekli bir korku durumunda tutmayı amaçlayan bilinçli bir gözdağı eylemidir.’
(Susan Brownmiller, Against Our Will)
25 Kasım öncesinde “Bedenimiz, hayatımız ve ülkemiz için isyan” çağrısıyla başlattığımız bir seferberlik, tüm ülkeyi saran sahici bir kadın itaatsizliği ve isyanıyla birleşti. Kadınları sosyal güvenlikte babaya-kocaya bağımlı kılanlar; ikinci sınıf insan ve ailenin malı sayanlar; Ensar’ı aklayanlar; çocuk ve kadın derneklerini kapatanlar; cinsel istismar haberlerine yayın yasakları koyanlar; fıtrat, şeriat diyenler; tekmeciler; kadın düşmanları; tecavüzcüler… 25 Kasım öncesinde, gece yarısı gündeme getirdikleri “cinsel istismara evlilik yoluyla af” önergesiyle, kadınların sinirlerini yay gibi gerip patlatmakla kalmadılar; kadınların öncülüğünü ve sözcülüğünü yaptığı büyük bir toplumsal öfkeyi de harekete geçirdiler. Kadın hareketi son dönemde hep olduğu gibi son derece canlı bir sokak hareketliliğiyle ve bu hareketliliği çeşitli simgesel eylemlerle destekleyen kadınsı bir ruh kabarmasıyla, bu rezil saldırganlığı püskürtmeyi başardı. Korkmayarak, susmayarak, itaat etmeyip isyana teşvik ederek tecavüzün aklanmasını engelledik.
Yakın tehlikeyi, yani tecavüzcülerin evlilik yoluyla aklanmasını engelledik. Ancak hem iktidarın hem de iktidarın kışkırttığı erkekliğin, bir “iktidar ve rejim suçu” olarak tecavüzü normalleştirmeye dönük siyasal ve gündelik hamlelerinin sona ermeyeceğini iyi biliyoruz. Tecavüzü aklama önergesiyle sahip olmadığı siyasal meşruiyetin yerlerde sürünür hale geldiğini gören iktidar, muhtemelen bir süre yaralarını yalamaya çalışıp “cami duvarının kenarındaki” yeni bir hamleyle karşımıza çıkacak. O zamana kadar da sinsice fiili adımlarla yoluna devam edecek. Tıpkı kürtaj yasasında olduğu gibi! Çünkü mevcut TCK 103. madde düzenlemesi her ne kadar cinsel ilişkide rıza yaşını 12’ye indirmiş olmasa da, 12-15 yaş arasına ilişkin yaratılan belirsizlik, 12 yaşını doldurmuş çocuklara cinsel istismarı meşrulaştırmaya; imam nikâhının da yasallaştırılmasıyla birlikte, “erken yaşta evlilik” diye sunulan çocuk istismarının yaygınlaştırılmasına çanak tutmaya devam ediyor.
Nihayetinde 18 yaş altında evlenme oranının erkeklerde yüzde 5, kadınlarda en az yüzde 35 olduğu; yani kız çocuklarını düzenli ve sistemli olarak yetişkin erkeklerin “koynuna sokmayı” aile, ahlak, kültür, din, istikrar diye savunmayı marifet bilen bir toplumda yaşıyoruz. Ve evet, şu anda kendi istikrarı için sürekli vasıfsız, genç erkek bedenleri kitlesinin kanını emmeye muhtaç olan bu iktidar; emek sömürüsünü yönetmenin bir aracı olarak da, büyük bir taze genç kadın bedenleri kitlesinin “etini” yağmalatmanın meşru olduğuna, çeşitli sınıflardan erkekleri tam da bu yolla egemen bir “erkek iktidarı blokunun” parçası olarak tutmaya devam edebileceğine inanıyor. İnanmakla da kalmıyor; bu yağmayı, kültürle ve dinle meşrulaştırarak bir toplumsal yaşam ilkesine, rejim kurucu bir yasal düzenleme düzeyine yükseltmeye çalışıyor.
O zaman ne yapmalı?
25 Kasım kadın isyanı; kadın hareketinin en hareketli ve isyankar kesimlerine ciddi biçimde tartışılması gereken önemli ipuçları verdi. Bu ipuçlarının bir kısmını zaten geçtiğimiz 8 Mart sürecinden bu yana biliyoruz: “Kadınların öfkesi durdurulamıyor.” Tamam! Ama bu “karanlık çağları”, sürekli olarak bu en görünen gerçeği tekrarlayıp durmanın verdiği hoşnutlukla yaşayıp durmaya devam etmeyeceksek ve kadın hareketini yasasını çöpe attığımız iktidarın kendisini de çöpe yollamanın aktif siyasal öznesi haline getireceksek, ipuçlarını daha derinden anlamamız da zorunlu.
Şöyle diyelim: 25 Kasım kadın isyanı, “erkekliğin imkansız iktidarı” ile tecavüzcüleri aklayan bir “iktidarın imkansızlığı” arasında ne kadar yakın bir mesafe olduğunu bir kez daha gözümüze soktu. Bir iktidar eylemi ve suçu olarak tecavüzle ilgili toplumsal isyan duygusu ise “cinsiyetler arasındaki iktidar ilişkilerini anlamak için sadece erkekler ve kadınlar arasındaki ezilme-sömürü ilişkilerine bakmakla yetinemeyeceğimizi” bir kez daha gösterdi. Kapitalist ataerkinin bu topraklardaki somut ve en mutlak örgütlenme biçimi olan dinci faşizmin geriletilmesinde egemen (hegemonik) erkeklik bloğunun dağıtılmasının/parçalanmasının anlamını ve bunun kadın hareketine ne tür yeni siyasal görevler yüklediğini bir kez daha hatırlattı. Laiklik gibi, özgürlük gibi, faşizme karşı direniş gibi kavramların kadın bedeninin özerkliğinden yola çıkılarak ve bu özerkliği merkezine koyarak yeniden tanımlanmasının; yani kadın hareketinin öz değerlerinin yeni bir toplumsal kuruluşun değerleri ve ilkeleri haline getirilmesinin mümkün olduğunu gösterdi.
Kadınların; faşist bir iktidarın, kendisini egemen erkeklik bloğu olarak kurmak ve ilerletmek için gündeme getirdiği her yeni hamleye büyük bir öfkeyle yanıt verdiği ve bunu her seferinde bir toplumsal muhalefet öncülüğü biçiminde ortaya koyduğu bir dönemde ve ülkede, faşizme karşı feminist bir özsavunma biçimi olarak kadın siyasetini ilerletmek için bu ipuçlarından yararlanmamız gerektiği çok açık. Ama bunları yapmadan da önce, hemen şimdi, şunu söyleyebiliriz: 8 Mart’a kadar; tek bir kadın bile örgütsüz kalmayana kadar: İtaat yok, isyan var!
[Bu yazı ilk olarak Halkın Sesi gazetesinin 272. sayı Mor Pusula sayfasında yayımlanmıştır.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.