Bizim Sümeyye’mizi ve Sare’mizi öldüren bu düzen, Erdoğan diktatörlüğünde suretini bulan neoliberal İslamcı faşizmdir
Adları Sare, Sümeyye… Hayatlarının, aynı “dinden/mezhepten” kimi adaşlarına benzememesi, aynı dinden/mezhepten ama farklı sınıflardan olmalarındandır. Bizim Sümeyye’mizi ve Sare’mizi öldüren bu düzen, Erdoğan diktatörlüğünde suretini bulan neoliberal İslamcı faşizmdir
Adana Aladağ’da 11 kız çocuğu yanarak can verdi.
Adları Sümeyye, Sare, Cennet… Yaşları 11 ile 14 arasındaydı.
Yanan yurdun yakınında çocuğundan haber almayı bekleyen bir baba “Bu kimin yurdu” sorusunu şöyle yanıtlıyordu: “Süleymancıların yurdu, yurdu yıktılar, çocuklarımızı buraya yerleştirdiler.” Aladağ’daki devlet yurdu “yenisi yapılacak” denilerek yıkılmış, yenisi bir türlü yapılmamıştı. “Boşluk” bir cemaate doldurtulmuştu.
Henüz 11 yaşında, bir cemaat yurdunda kilitli yangın merdiveninin kapısında can veren Cennet’in babası,”Okumak istiyordu” dediği kızının cansız bedenini Adli Tıp’ta beklerken konuştu: “Köyde okul yoktu. Aladağ’da başladı. Tek yurttu burası. Eleştirme şansımız da yoktu ki. Başka seçeneğimiz yoktu. Mecburduk. Ücretsiz kalıyordu.”
Görüntülerde yangından kurtulan ve donmuş gözlerle etrafa bakan bir kız çocuğu tekerlekli sandalye üzerinde hastaneye sokuluyordu. Kafasında yana kaymış bir türban vardı, kaymış ama düşmemiş…
Acının siyaseti olur mu?
Dün gece “çocuklar yanıyor” diyerek isyan eden, “Tarikat-cemaat yurtları kapatılsın” diyenler, Ensar’ı, Adıyaman’ı, çocuk istismarcılarına af getirilmesini önerenleri, 8 yıl önce Konya’da yine Süleymancılara ait bir Kuran kursunu 17 çocuğa mezar edenlerin hiçbirinin tutuklanmadığını hatırlatanlar… AKP’liler tarafından “siyaset yapmakla” suçlandı.
“Acının siyaseti mi olur?”du. El arttıranlar da vardı: Şimdi “bağıranlar” neden “Halep için ses çıkarmıyorlardı?” Kaderler, fıtratlar, “Allah rahmet eylesin”ler, tevekkül çağrıları havada uçuşurken yandaş bir yazar “Yavrucaklar melek oldu uçtu gitti” diye yazdı.
Hayır. Yavrucaklar melek olup, uçup gitmedi.
Köyünde okul olmadığı için, okumak için gittiği Aladağ’da parasız barınabileceği nitelikli bir kamu yurdu olmadığı için, ailelerin deyişi ile “mecbur” bırakıldıkları için kaldıkları, “kız çocuklarını tecavüzcüleri ile evlendirmekte” sorun görmeyen ama kız çocukları yurttan kaçmasınlar diye yangın merdivenini kilitleyen bir cemaatin yurdunda yanarak can verdiler. Yakıldılar.
İki Sümeyye’nin hikayesi
Adları Sare, Sümeyye’ydi…
Hayatlarının, aynı “dinden/mezhepten” kimi adaşlarına benzememesi, aynı dinden/mezhepten ama farklı sınıflardan olmalarındandır.
Ve gökyüzünün eleştirisini yeryüzünün eleştirisine çevirenler için mesele burada berraklaşmaktadır.
Baktığımız, sınıflı toplum ve egemenlik ilişkileri ile siyasal İslam arasındaki ilişkidir. İki Sümeyye’nin hikayesidir. Kamusal alanın İslamcılaştırılması sürecinin liberal kavramlarla meşrulaştırılmasını kolaylaştıran “türbanlı kızlar” sorununda, “ABD’ye gidip eğitim görmek zorunda kalması”na ilişkin hikayesini Erdoğan’ın ağzından dinleyip durduğumuz Sümeyye ile tam da türbanın ortaokul çağındaki kızlara kadar bizzat Erdoğan tarafından “özgürleştirildiği” bir anda, kafasında belki de yana kaymış bir türbanla henüz 11 yaşında “mecburen” gittiği ve içine kilitlendiği cemaat yurdunda ölen Sümeyye arasındaki farktır.
Baktığımız İslam’ın neoliberal siyasallaşmasının kendisidir.
Gördüğümüz ise, dinin sermayeleştiği, sermayenin dinselleştiği cemaat ve tarikatların her türlü dünyevi güç ve iktidarla piyasaya eklemlenerek donatıldığı bir düzendir. Bu düzende temel toplumsal hizmetler piyasalaştırılırken din temelli organizasyonlar “neoliberal islamcı bir kamu”nun kurucu unsurları olarak hizmetler alanında cirit atar.
Dinci “eğitim ve bakım” kurumlarında çocuklar tecavüze uğrayıp, yakılırken ortada artık “denetim” yapacak bir “kamu” yoktur. Kurumlarında çocukların öldürüldüğü ve tecavüze uğradığı cemaat ve tarikatleri, onlara yol verenleri, besleyenleri onlarla maddi çıkar ağları etrafında siyasal ittifaklar kuranları yargılayacak bir hukuk yoktur.
Çocuklar aşkına bile olsa, büyük sermaye güçlerinin, onların taşeronlarının, piyasacı cemaat/tarikat örgütlerinin, mafya/şirket kırması belediyelerin, dinci gerici “STK’ların” ve bu büyük gerici ittifakın siyasi temsilcilerinin ve büyük şefinin foyasını ortaya çıkarak bir “ana akım” medya yoktur.
Bu çelişkili ittifakın bileşenlerinin “Hepsi” emekçinin, ezilenin karşısında “Ensardır”. Din bu vahşi düzenin ve çürümenin asıl kaynağı/sürdürücüsü olan para ve güç/iktidar ilişkilerinin örtüsü, siyasal İslam ise bizzat kurucu öğelerinden biridir. Bu düzen tevekkül etmeyenin karşısına devlet terörü ile çıkar, asıl mesaj elbet hala tevekkül edenedir.
Şirvan’da toprak altındaki madencinin dışarıda kalan bacağında, Adana Aladağ’da çocuk bedenlerinden yükselen alevlerde sureti yüzümüze çarpan bu neoliberal İslamcı kapitalist vahşet düzeninin sürmesi ise artık ne dinsel hayırseverlik ağları ne de her yerinden çözülen siyasal İslam davasının şişirilmesi ile mümkündür. Erdoğan da bunu iyi bilmektedir. Diktatörlük dayatmasının da faşist saldırganlığın tırmandırılmasının da aslı astarı budur.
İşte bizim Sümeyye’mizi ve Sare’mizi öldüren bu düzen, Erdoğan diktatörlüğünde suretini bulan neoliberal İslamcı faşizmdir.
Kim yaşatacak?
Bizim Sümeyye’mizi yaşatacak olan da bu çürümüş diktatörlüğe karşı eşitlik, özgürlük, laiklik için yürütülecek bir iktidar mücadelesidir.
Bu iktidar mücadelesinin kodları, yangın esnasında yükselen “eşit parasız bilimsel eğitim”, “kamusal, nitelikli barınma hakkı”, “kamusal denetim”, “tarikat ve cemaatler yurtları kapatılsın” gibi taleplerde, kız çocuklarını üzerlerine kilit vurarak denetleyen dinsel gericiliğe/erkekliğe karşı kadın öfkesinde kendini göstermiştir. Bugün hak mücadeleleri, kadın özgürlük mücadelesi politik anlamını neoliberal islamcı faşizme karşı mücadelenin içinde yeniden kazanmakta, laiklik mücadelesi ise emekçi halkın yaşam kavgası ile buluşarak sınıfsal bir niteliğe bürünmektedir.
“Köyde okul yoktu. Aladağ’da başladı. Tek yurttu burası. Eleştirme şansımız da yoktu ki. Başka seçeneğimiz yoktu. Mecburduk. Ücretsiz kalıyordu” diyen Cennet’in babasına, Cennetlere, Sümeyyelere, Sarelere “başka bir seçenek” sunmak zorundayız.
Bizim Sümeyye’lerimizin Sare’lerimizin hesabını bu islamcı faşist iktidarın Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, başsağlığı dileyip geçen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan, kendilerini aklamak için “yurt kilitli değildi” diye yalan söyleyen AKP yöneticisinden, sermayeleşmiş cemaatinden, cemaatleşmiş sermayesinden, çocuğu yanmış babanın sesini kısan medyadan, kadın ve çocuk düşmanı tüm siyasilerden/gericilerden sorarak yola çıkalım.
Bu yolu açacağız, seçeneği biz yaratacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.