Eğer siz içinizden geçenleri, dışınızdakilerin gücüne göre içinize konuşursanız dürüstlük kavramınız da havada uçuşmaya başlar. Güce göre konuşan durumuna düşersiniz ve kimse de bunu dürüstlüğe yormaz. İçinizde güce göre konuşursanız dışınızda da güce göre konuşursunuz Arşivcilerin üstüne belki de hiç bu kadar yük düşmemişti. Çok konuşulunca bilgiler de çok birikiyor, hard diskler de dolarla alınıyor […]
Eğer siz içinizden geçenleri, dışınızdakilerin gücüne göre içinize konuşursanız dürüstlük kavramınız da havada uçuşmaya başlar. Güce göre konuşan durumuna düşersiniz ve kimse de bunu dürüstlüğe yormaz. İçinizde güce göre konuşursanız dışınızda da güce göre konuşursunuz
Arşivcilerin üstüne belki de hiç bu kadar yük düşmemişti. Çok konuşulunca bilgiler de çok birikiyor, hard diskler de dolarla alınıyor nihayet. İşin parasal kısmını şimdilik bir yana bıraksam da birazdan sözün maliyetli bir şey olduğunu da yazmam gerekecek.
Çok konuşunca sözün hükmü de azalıyor. Hükmünü kaybetmesi çok olmasından kaynaklı değil elbette; neyi, nasıl ve niye konuştuğunuzdan sebep böyle. Çünkü hiçbir insan bu kadar çok biliyor olamaz. İster duygusal ister iktidar olmaktan kaynaklı olsun durduk yere özgüven, size durduk yere hata da yaptırır. Ağzınızdan çıkıverir cümleler. Elbette ağzınızdan çıkanlar düşünmedikleriniz değildir. İnsan aklından geçmeyen, hiç geçmemiş cümleleri sarf etmez aslında. Yeter ki koşullar o cümleleri söyletecek kadar elverişli olsun. Ki bazen siz özgüveninizle, koşullara bakmadan da söyleyebilirsiniz.
Fakat söylemek ile yapmak arasında devasa bir gerilim var. Nihayet sizin kadar başkaları da konuşur. Özgüveninizin bir karşılığı olmalıdır; paranızın bir karşılığını olması gibi. Ki bazen paranızın değer kaybetmesi sözünüzün değer kaybetmesine de işaret eder. Bir an olsun durmadan, “düşünmeden” konuşunca cümleler de böyle birbirine giriyor. Çok konuşmanın karşılığı olarak bir süre sonra cümleler kendi içerisinde oynamaya başlıyor ve başka bir dil oluşuyor. O başka dili çok konuşanlar kadar çok konuşanı dinleyenler de bilir ve anlar. Böylece kendi içinizde dil ve anlam kodları oluşur.
Yani içinize konuşmaya başlarsınız. Ve fakat içinize konuştuğunuzu dışınız da duyar. İçinizdekiler dışınıza çıkıverir çok konuşma durumlarında. Çok konuşmak düşünmeyi, süzmeyi engeller çünkü. Birikmiş düşünceleri dışınıza çıkarmak bir an için iyi gelse de bir zaman sonra tükeniverir. Biriktirmek için durmak gerekir ve insanın biriktirmesi mal biriktirmeye benzemez. Hayat bilgisi ağır deneyimlerle doludur. İçinizden çıkan cümlelere dışınızda olanlar; “İçinde böyle söylüyorsan dışına ne diyorsun” diye sorabilir size. Belki de içi dışı bir olmayı halk bu yüzden sever ve bu tutum halkın uzun vadeli hayat bilgisidir.
Dışarıda ne söylediyseniz içeride de aynısını söylemek ya da tam tersi içeride söylediğinizi dışarıda da söylemek sizin tercihiniz.
Ama bir öyle bir böyle söylemek tercih değildir elbette. Tercihleriniz günden güne değişmez çünkü. Karakter elbise çıkarmak gibi değildir. O yüzden insan dışarı çıkarken üstüne karakterini giyer, aksi takdirde elbiseli olsanız bile “kral çıplak” diye bağırıverebilir bir çocuk. Ve siz ama üstümde elbise var deseniz de çıplaklığı çocuklar görüverir…
Neyse ve ne yazık ki dış, “Ne diyorsun?” diye size sorunca, siz de bu sefer dışınızdakine göre içinizdekine konuşmaya başlayabilirsiniz. İç dış birbirine karışır. Haliyle kodlar da…
İnsan içine söylediğini dışına da söylemeli mi? Esas olarak evet… Bunu bir dürüstlük, tutarlılık ölçüsü olarak ele aldığımız da evet ama içinizden her geçeni yaptığınızda, söylediğinizde ne olur… Ya da şöyle söyleyelim; içiniz dışınızdan da oluşmaz mı? Dışarıdan içeriye almaz mısınız? Kendi kendinize mi olursunuz? İçten de dıştan da ne alırsanız alın insan yetkinleşmeye başladığında tercih ederek alır.
Dış denilen sizden gayrısı bir yandan da sizi dengeleme mekanizmasıdır. Elbette dışın ne olduğu bir meseledir ama dışını da insan kendi yaratır içiyle. Çünkü dışınızın da içinden geçenler vardır… Dışın da bir içi vardır…
Eğer siz içinizden geçenleri, dışınızdakilerin gücüne göre içinize konuşursanız dürüstlük kavramınız da havada uçuşmaya başlar. Güce göre konuşan durumuna düşersiniz ve kimse de bunu dürüstlüğe yormaz. İçinizde güce göre konuşursanız dışınızda da güce göre konuşursunuz. Yine ahlak kısmına geldik. Dünyanın yuvarlak olduğunu biliyor olmanın ahlakı hangi güce karşı olursa olsun bunu söylemektir. Konuşmanız güce göre değil adalete, eşitliğe ve özgürlüğe göre olunca içiniz bir olur, dışınız da o güce göre şekillenir. Dünyanın Galileo’ya göre “şekillendiği” gibi. O zaman insanlar eşitliğin etrafında güç olur. Aksi halde gücün etrafında eşitlik arar ama bulamazsınız. Güçten eşitlik doğmaz ama eşitlik, özgürlük ve adaletten güç doğar…
Böyle yapmayabilirsiniz elbette ama siz, dışarıda eşitlik ararken içeride eşitliği ortadan kaldırdığınızda; içinizde dışınızda sizi anlar, aradığı eşitlik değil güçtür diye. Bu kadar güce endeksli olunca neden sonra güçlü dışın zorlamasıyla içinize, dışınıza durumu izah ederken; sözlerim harfi harfine değerlendirilmemesi gerekir diyebilirsiniz. Cümlelerimi bir yere çekmeyin de diyebilirsiniz. Ancak cümlelerini düne göre geri yani bir yere çeken yine siz olursunuz. Çünkü içinizdeki konuşma kodları onu bir yere çekmeyecek kadar billurlaşmıştır artık. Söz ağızdan çıkınca artık o sizi yönetir, çünkü ağız değişse de söz değişmez. Söz kendi yolculuğuna çoktan çıkmıştır bile ve siz de gayet iyi biliyorsunuz ki hiç bir söz uzay boşluğunda kaybolmaz.
En büyük sorun bu topraklarda “Onu öyle demedim, bunu da böyle demedim” diyenlerle tartışmaktır. Sözünün yükünü taşımazsa bir insan çaresiz kalıyorsunuz. “Ama öyle demiştiniz” demenin de artık bir anlamı olmuyor haliyle. Sözün değeri bizzat sözcüler tarafından değersizleştiriyor. Sözcülerin çelişkisi de burada başlıyor. Konuşmaktan keyif alanlar sözlerinin yükünü taşımakta pek keyifsiz davranıyor. Taşınmayan yük olduğu yerde kalıyor. Ülkemin meydanları ‘dün dündür, bugün bugündür’ molozlarıyla, yüküyle dolu…
Söz dönemsel olarak anlamını kaybediyor olsa da asla anlamı kaybolmayan şeyler de var: Sözün sahibi özeleştri yapmadan yani kendini değiştirmeden sözünü değiştirse de söz değişmez ve o sözler “sessizce” insanların bilincinde yer eder. Bugün değilse de yarın o bilinç açığa çıkar. İnsanların çoğunluğunun bugün unutmuş gibi davranması esas olarak unuttuklarından değil, “unutmayı” tercih ettiklerinden. Haliyle içlerini görmezden, duymazdan geldikleri “dış” belirler diğer insanları da. Hatırlasanıza Şirin Payzın nasıl da “Ses duyulmuyor” demişti Aladağ’da kızının yangından sağ çıkmasını umut eden babanın kahır dolu söylediklerini. İnsan duymuyor değil, tercih ettiğini duyuyor. İşte bu gerçek, yani ona dış olan onun içini, ruhunu da böyle belirliyor. Görevi duyurmak olan birisi “duyulmuyor” diyerek duyurmamak görevini yerine getirmiş oluyor. Konuşmaktan hayatını kazanan birisi, bizzat kendisi sözü değersizleştiriyor. Tam bu esna da sözünü güçlüye söyleyen Dyojen’in sözü değerini hala koruyor yıllar sonrasında; “Gölge etme!”
Tüm bunlar olurken Meclis’te Kürtçe konuşan Besime Konca’ya “Türkçe konuş!” deniyordu bir iki gün önce. Aladağ yurdunda evladını kaybeden baba Türkçe konuşsa da duyulmuyordu oysa. Türkçe çok konuşulan ama duruma göre duyulan ülkemde “Türkçe konuş çok konuş” diye Diyarbakır zindanlarının duvarlarına asılmışken, bir konuşma dilinin diğer bir dile gardiyan edildiğini duyuyordum bir kez daha. Birazdan ekonomik krize karşı halkların yastıkları altında 3500 ton altın aranacakken, yastıkları yıkılmış evlerinin molozlarından olan Şırnak, Cizre, Sur halkının az konuşsa da duyulmayacağını bilerek görüyor, duyuyordum her şeyi.
Şimdi biz, bizzat kendisinin söylediği sözü sahibine hatırlatınca suçlanacağımız zamanlarda yaşıyoruz. Sözünüzü sahiplenin diyeceğim ama bunu dış olarak gördüğünüz benden önce içiniz size söylemeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.