Şehir Hakkı* barınma, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi temel bir insan hakkından ziyade bir mücadele, örgütlülük hali ve şehrin ortak ve kamusal alanlarının adil, eşit ve demokratik paylaşımına ve kentte yaşayan toplulukların farklılıklarının tanınmasına dair bir talep olarak görülür. Bu hak, kentleri dizayn eden sermaye sahiplerinin değil, tam aksine kentleşme sürecinde gerek ekonomi politikalarının gerekse […]
Şehir Hakkı* barınma, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi temel bir insan hakkından ziyade bir mücadele, örgütlülük hali ve şehrin ortak ve kamusal alanlarının adil, eşit ve demokratik paylaşımına ve kentte yaşayan toplulukların farklılıklarının tanınmasına dair bir talep olarak görülür. Bu hak, kentleri dizayn eden sermaye sahiplerinin değil, tam aksine kentleşme sürecinde gerek ekonomi politikalarının gerekse heteroseksist düzenin ezdiği LGBTİ+’lar (özellikle trans seks işçileri), mülteci/göçmenler, Romanlar, ve işçiler gibi gettolara sıkıştırılan, yerinden edilen, ötekileştirilen ve dışlanan topluluklara aittir. David Harvey Asi Şehirler adlı kitabında Şehir Hakkı Koalisyonu’na üye gruplar arasında, kendi arzu ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir kentsel gelişimin kavgasını veren, beyaz olmayan mahallelerdeki düşük gelirli kiracılar; barınma hakkı ve temel kamu hizmetleri için örgütlenen evsiz kimseler; ve güvenli kamusal mekanlara erişim hakkı için uğraş veren beyaz olmayan LGBTQ gençliğini (syf. 37) örnek verir. Bu açıdan bakıldığında, şehir hakkı, LGBTİ+ hareketi ve onun eşitlik talebiyle doğrudan bağlantılıdır.
Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde hala LGBTİ+’ların kamusal ve ortak alanlarda kimlikleri ile var olmalarının önünde birçok engel olduğunu görüyoruz. Kentleşmenin, içinden geçilen toplumsal süreçlerden bağımsız ele alınamayacağı herkesin ortaklaştığı bir olguyken, heteroseksist düzenin kadın ve LGBTİ+ları ötekileştirmesinin ve düşmanlaştırmasının en net yansımalarına kentlerdeki gettolaşmaları örnek verebiliriz. Eşcinselliğin hastalık olduğu iktidarın en yüksek kademeleri tarafından dillendirilirken, Kabahatlar Kanunu** bahanesiyle transların sokakta yürümeleri suç kabul edilerek, LGBTİ+ kimlikleri kriminalize ediliyor. Sermaye, sermayenin şekillendirdiği iktidar ve onun politikaları Türk, sünni, heteroseksüel ve erkek kimliğine sahip olduğundan, kentleşme sürecinde diğer kimliklerin var olmasına izin verilmiyor. Yani kentleşme bir noktada toplumu dizayn etmekte kullanılan bir araca dönüşmüş oluyor. Bu sebeple Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi başından beri anayasal düzlemde eşit yurttaşlık talebinde bulunurken bir yandan da tek tipçi kentleşmeye karşılık söylem üretiyor ve “Eşcinsel Gettoları Değil Kentin Tamamını İstiyoruz!” diyor.
Kenti nasıl kullanmak istediğine topluluklar kendi karar verir ve bu şehir hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. David Harvey, Asi Şehirler adlı kitabında Robert Park’ın “şehri inşa ederken insan kendini de inşa eder” sözünden yola çıkarak, “…nasıl bir şehir istediğimiz sorusu, nasıl kimseler olmak istediğimiz, ne gibi toplumsal ilişkiler arayışı içinde olduğumuz, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, ne tür yaşam tarzı arzuladığımız, hangi estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından ayrı düşünülemez” (syf. 44) der. Öyleyse özgürlükçü, adil ve demokrasi yanlısı olduğunu iddia eden herkesin şu soruyu dile getirmesi gerekiyor: LGBTİ+lar nasıl bir kent tahayyül ediyor ve gündelik kent hayatında kimlikleri ile var olabiliyorlar mı?
Mersin LGBTİ+ ve kadın dostu bir kent çevirme tahayyülü
Kentsel mekânlarda kimlerin var olabileceğine karar veren iktidar uzun yıllardır LGBTİ+ları görmezden geliyordu ve kendisi için tehdit olarak görmüyordu. Son iki yıldır küresel olarak haziran ayının son pazarında gerçekleştirilen onur yürüyüşünün İstanbul, Ankara ve İzmir’de yasaklamasıyla birlikte artık görmezden gelmeyi bıraktığını ve bu kimlikleri kamusal alandan silmeye çalıştığını açıkça deklare etmiş oldu. Bu anlamda artık sokağa çıkmanın bile göz altına alınma sebebi olduğu OHAL döneminde, Mersin 7 Renk LGBTİ+ Derneği “Kent Hakkı Kimin Hakkı?” sorusunu soruyor ve kent hakkı üzerinden eşitlik taleplerini dile getiriyor. “Ayrımcı kent politikalarına harmanlanmış homofobi, bifobi ve transfobinin LGBTİ+ların şehir kent hakkına erişiminin önündeki engelleri nasıl yarattığına” dikkat çekmeyi hedefleyen bu projenin asıl amacı kadın ve LGBTİ+lar için daha yaşanabilir ve güvenli bir kent oluşturmak. Mersin 7 Renk LGBTİ+ Derneği çalışan Gizem Derin’in anlattığı kadarıyla bu çalışma içerisinde ayrımcı kent politikalarına karşı işbirliği yapılan 25 kurum ve mekan var ve onlarla yapılan röportajlar yer almakta. İçerisinde belediye, otel, emlakçı, kafe, bar, hukuk bürosu, kuaför, müzik ve sanat merkezleri, sanat atölyeleri gibi hizmet alınan mekanlar bulunuyor. Bu kurum ve mekanlar LGBTİ+ dostu mekan protokollerini imzalayarak ayrımcılık karşıtı oldukları beyanında bulundular ve mekan girişlerine bir gökkuşağı levhası çakıldı. Ayrıca Gizem’in dediğine göre süreç içerisinde gelişen durumlara birer örnek olarak bu mekanlar tuvaletlerini cinsiyetsizleştirmeye ve personel alımı sırasında LGBTİ+ları önceleyeceklerine dair sözler de vermişler. Var olan LGBTİ+ dostu mekanları korumak ve yenilerini kazanmak amacıyla yola çıkılan bu projede başta, kazanılan bu mekanlar üzerinden, genelde ise kentin tamamını daha özgürlükçü, adil ve katılımcı hale dönüştürmek ve Mersin’i LGBTİ+ ve kadın dostu bir kente çevirmek tahayyül ediliyor. Bunun yanında iki senedir sorunsuz gerçekleştirilen ve kayda değer bir kalabalığı toplayan Mersin Onur Yürüyüşü, şehrin en önemli politik duruşlarından biri olma yolunda ilerliyor. Akdeniz Belediyesi Eşbaşkanı Yüksel Mutlu da Türkiye genelinde LGBTİ+ Dostu Belediyecilik Protokolünü*** imzalamış olup göreve başlayan 4 belediye başkanından biri ve bu protokol vesilesiyle yerelde LGBTİ+ların yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik, cinsiyet ve fırsat eşitliği sağlayacak politikalar geliştireceğine, ayrımcılıkla yerelde mücadelede edeceğine dair bir söz vermiş oldu. Umuyorum ki Mersin uzun vadede bu dönüşümü ve gelişimi içselleştirip LGBTİ+ ve kadın dostu bir kent olabilir.
* Şehir Hakkı: Bu teoriyi ilk olarak Marksist Fransız filozof Henri Lefebvre 1968’de ortaya atmıştır.
** Kabahatlar Kanunu: Kabahatler Kanunu 31.03.2005 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Kabahatler Kanunu 5326 sayılı kanun olarak da bilinir. Bu kanunun amacının toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak olarak gösterilmiştir.
*** LGBTİ+ Dostu Belediyecilik Protokolü: SPoD’un (Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği), yerel yönetimlerin LGBTİ haklarının hayata geçirilmesindeki sorumluluklarını hatırlatmak üzere hazırladığı protokol.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.