Ne zaman biteceğini bilmediğimiz 21. Yüzyılın İlk Depresyonu ile yaşamaya devam ediyoruz. Trump’ın seçilmesi bu tür bir siyasi krizin tezahürüdür
Ne zaman biteceğini bilmediğimiz 21. Yüzyılın İlk Depresyonu ile yaşamaya devam ediyoruz. Depresyonlar sadece derin ve uzun oluşları ile kapitalizmin diğer krizlerinden ayrılmaz, aynı zamanda siyasi krizler, alt-üst oluşlar üretirler. Trump’ın seçilmesi bu tür bir siyasi krizin tezahürüdür
ABD Başkanlık seçimi ve sonrası ile ilgili gözlemlerimi satırbaşları ile paylaşmak istiyorum.
İktisadi kriz siyasi krizini üretti
Küresel kapitalist düzenin kalbi ABD 1970’lerin başından bu yana yapısal bir kriz içindedir. Bu krizin adı kârlılık krizidir. Kârlılık 1947-82 arası yüzde 54 azalmıştır.
1980’ler itibariyle krize çözüm olarak uygulanagelen iktisat politikalarının tamamına verilen popüler ad ise neoliberalizm. Marksist terminoloji ile söyleyecek olursak, neoliberalizm karlılığın restorasyonu için artık değer (sömürü) oranının yükseltilmesidir. Nitekim, 1980 sonrasında artık değer oranı yüzde 200’lerden yüzde 300’lere yükseltilebildiği için kârlılıkta da yüzde 20 artış sağlanmıştır!
Ayrıca, yatırımlar giderek kârlılığı nispeten düşük üretken sektörlerden, kısa dönemde yüksek kazançlar sağlayan üretken olmayan sektörlere (yani artık değer yaratmayan, üretken faaliyetlerin yarattığı artık değer ile ayakta duran), başta finans ve ticaret olmak üzere yönelmiştir. Bizatihi bu durum, üretken ve üretken olmayan sektörler arasındaki bu varoluşsal ilişki, potansiyel uyumsuzluk tehlikesi yaratmış ve sonunda 2008 krizi ile sözkonusu sektörler arası dengeli büyümenin sürdürülemezliği açığa çıkmıştır. O gün bugün yaşanan ve bilinen iktisat politikaları ile üstesinden gelinemeyen derin kriz depresyona dönüşmüştür. Ne zaman biteceğini bilmediğimiz 21. Yüzyılın İlk Depresyonu ile yaşamaya devam ediyoruz. Depresyonlar sadece derin ve uzun oluşları ile kapitalizmin diğer krizlerinden ayrılmaz, aynı zamanda siyasi krizler, alt-üst oluşlar üretirler. Trump’ın seçilmesi bu tür bir siyasi krizin tezahürüdür.
Sistem karşıtlığı arayışı var
Seçim sonucunu “aşırı-sağ”ın desteklenişi diye nitelemek, emekçilerin öfkesini mobilize edebilen Trump’ın pseudo-sistem-karşıtlığının cazibesini hafife almak anlamına gelir. Bu da solun tam da bu konjonktürde yapabileceği en ciddi hata olur. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım depresyona dönüşmüş iktisadi kriz emekçilerin geçim koşullarını, gündelik hayatlarını darmadağın etmiştir. Milyonlarca insan evinden barkından olmuş, henüz olmayanlar ise ipotekli evlerinin borçlarını ödeyemez, çocuklarını okula, hastalarını doktora gönderemez duruma düşmüştür. Occupation (İşgal Et), Biz Yüzde 99’uz, vb. hareketleri bu gidişata, eşitsizliğe duyulan öfkenin ifadesi olarak algılamak gerekir. Aynı öfke Sanders’ın yükselişinde de etkili olmuş, Demokratik Parti’nin ayak oyunları ile akamate uğratılana kadar ana akım siyasete uzak duran geniş kesimleri mobilize edebilmiştir.
Trump’ın seçilişini bu bağlamda değerlendirmek doğru olur. Halkın, sistemin sonuçlarından duyduğu mağduriyet, öfkeye dönüşmüş, sol aday yokluğunda tam bir Abdurrahman Çelebi misali parlayan Trump’ta ifadesini bulmuştur.
Yanlış anlaşılmasın; Trump’ın öfkeli halkın tamamının adayı haline geldiğini, bu kesimleri kapsayıcı bir şekilde mobilize edebildiğini söylemiyorum. Destekleyenlerin milliyetçi, cinsiyetçi, ırkçı saiklerle de oylarını Trump’a yönelttikleri malum. Sadece, temel hoşnutsuzluğun iktisadi olduğunu, sistemi temsil ettiği düşünülen Clinton’a duyulan öfkenin payının belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Clinton’a, Demokratik Parti’ye duyulan öfkenin, özellikle Sanders’ın aday olamaması ile kısmi bir küskünlüğe yol açtığını da görmek gerekir. Aşağıdaki şekil son seçimlerle ilgili nispeten az sözü edilen iki gerçeği gösteriyor:
1) 2004 seçimlerinden bu yana Cumhuriyetçi Parti adaylarının oy desteği (Trump dahil) neredeyse sabit, değişmiyor. Değişen, Demokrat Parti’nin azalan desteğidir. 2008 seçimlerinde Obama ile bir ivme kazanarak neredeyse 70 milyona erişen destek, hem 2012’de Obama’nın vaadlerini yerine getiremeyişi hem de Clinton’ın 2016’da eskinin samimiyetsiz devamı olarak görülmesi yüzünden 10 milyon civarında bir oy kaybı yaşadı!
2) Demokratik Parti son seçimlerde bile ulusal düzeyde popüler oy çoğunluğunu hala sağlıyor; Clinton’ın oyları Trump’tan yaklaşık 400 bin daha fazla. ABD başkanlık seçiminin 538 kişilik bir “seçmen meclisi”ne dayandığı bilinmekle birlikte, bu acaip sayılabilecek sistemin kökeninin “başkanı halk mı seçsin, meclis mi seçsin” tartışmasına dayandığı daha az bilinir. Bu sistemin bir azizliği bu seçimlerde de 1824, 1876, 1888 ve 2000’de de yaşandığı gibi tekrarlanmış ve ulusal düzeyde popüler oy çoğunluğunu sağlayan Clinton “seçmen meclisi”nde çoğunluğu kazanan Trump’a başkanlığı kaptırmıştır.
Burjuvazi hükümet edememektedir
Başta ABD ve AB olmak üzere 2008 sonrasında bütün kapitalist ülkelerde ortaya çıkan durum, tam anlamıyla ne yapacağını bilememe durumu. Bıçak kemiğe dayanmış, kitlelerin huzursuzluğu kontrol edilemez bir hal almış, bilinen iktisat politikaları bilinen sonuçları üretemez olmuştur. Küresel entegrasyonları derin ekonomilerin bugünden yarına içe kapanmaları, dış ticareti sınırlamaları, iç pazara dönük Keynesgil talep pompalaması ile büyüme ve istihdam sağlamaları olası değildir.
Trump’ın sınıfsal aidiyeti yüzünden esas olarak sermayenin çıkarlarını gözeteceği açık. Emekçilerin talepleri karşılanmadıkça öfkenin hangi kanallardan akacağını, neyi hedefleyeceğini kestirmek ise zor. Fakat, bu ortamın Trump’ın seçilmesinde kısmen ifadesini bulan sistem karşıtlığının bir an evvel örgütlenmesi ve kurulu düzene sözde değil, gerçekte alternatif olabilecek bir sol/sosyalist hareketin yaratılması için yeni imkânlar yaratacağını söyleyebiliriz. Eğer o imkânlar değerlendirilebilir ve Sanders destekçileri de tekrar yeni bir sol canlılığa kazanılabilirse nelerin mümkün olabileceğini hep birlikte göreceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.