Derneklerin hiç olmadığı zamanlarda insanlık yok muydu? O insanlık zamanla derneklerini de açıp kurumsallaştı. İnsanlık binalarda değil binaların duvarlarında bıraktığı izlerindedir. Haliyle her kurum aynı kurum değildir…
Derneklerin hiç olmadığı zamanlarda insanlık yok muydu? O insanlık zamanla derneklerini de açıp kurumsallaştı. İnsanlık binalarda değil binaların duvarlarında bıraktığı izlerindedir. Haliyle her kurum aynı kurum değildir…
Dernekler, kurumlar kapandığında insan da kapanır mı? Nihayet kurumları insan kurar. Kurum kendi başına bir şey ifade etmez içinde insan yoksa; ki bu memleket, insandan arındırılmış kurumlarla doludur.
Sorgulayan insanı kapatmanın en büyük handikapı bilim ve üretime ihtiyaç duyduğunuzda elinizde kalan sorgusuzların sormadıklarından sebep üretememisidir de.
O halde ne demek istemektedir, ne dilemektedir muktedir olan; “Sorgula” ama bana kadar!…
Ona kadar sorgulamakla yine de üretim olmaz.
Üreten sormaya başladı mı durmaz çünkü. Sormak böyle bir “beladır…”
Sormayınca üretememiş de olursun.
Öyle olmasa, sorulmasa tarih de dururdu durduğu yerde. Sınırlar da…
Sınırların sürekli kadar değiştirildiği yeryüzünde sınırları zaptetmeye çalışmak pek hazin. Ama siz bu sınırsızlığı anlamayıp sınırları kendi lehinize değiştirmeye çalışırken bir diğerinin sınırsızlığını neden sonra anlayıverirsiniz.
Coğrafya sınırsızken, hayatınız sınırlıdır mesela. O zaman doğa gösterir size sınırlarınızı.
Belki de biz hala bu yüzden 4. Murat’ı yasaklarından çok onun yasağını delenle anarız. O Haliç’ten denize açılmak aslında insanlığın yolculuğudur. Bilgeler açısından biri insanın kendini padişah zannetmesi iki yudum şaraba bakar sonuçta. Ve bilgeler çok iyi bilir; kendi sözüne inanmayana; aslında kimse inanmaz.
İnternet yasaklanınca vapurlar, otobüsler Bekri Mustafalarla dolup taşar.
Söz güçlünün dilinde başka ezilenin dilinde başka anlamları ifade eder.
Demokrasi denildiğinde, muktedir olan başka bir şeyi ezilen başka bir şeyi kasteder.
Kasıtlar belirler her şeyi. Tarih kasıtların mücadelesidir bir yandan da.
Aynı kelimeleri kullanmak sizi aynı kılmaz. Aynı dili konuşmanın sizi bir ve tek yapamayacağı gibi.
O yüzden tek dil demek “tek olmak” anlamına gelmez. Siz öyle zannetseniz de gerçek zan değildir.
Tek bayrak dediğinizde bu gecekondu da oturan için başka, rezidansta oturan için başkadır. Ve evine bayrak asmış bir yoksul tepesine bayrak asmış bir rezidansın içine giremez dahi.
Yolundan dahi geçemeyeceğiniz tek bayraklarla doludur memleket.
Haliyle her kurum aynı kurum değildir…
Tek dil diye insanları zorladığınızda en azından iki dil bilir Kürtler, doğal olarak çok bilirler…
“Sizin” ikinci diliniz mesela İngilizceyken dünyanın dört bir yanına sürülen insanlar yine de sizden bir dil daha fazla bilirler.
O yüzden Kürt halkının nasıl olup da diplomasi de bu kadar ilerlediğini anlayamazsınız.
Ve dillerin üstünde bir dilin nasıl oluştuğunu anlayamayabilirsiniz.
Tek bir dili konuşsanız da mesela Trump’la ilişkin bir ayın içinde değişiverir cümleleriniz. Dün “Trump Kulesi’nin adını değiştirin” derken bugün; “Yanına bir kule daha dikin” der diliniz. Diliniz güce göre değişiyorsa Bekri Mustafaları çok dinlemelisiniz, öğrenmek için. Anlarsınız aslında padişah olmadığınızı nasıl da kendi sözünüzü kendinizin içtiğini.
Tek dil içindeki değişken dillerdir bu. Sözünde duranların dili tek, sözünü güce göre değiştirenlerin dili başka başkadır.
Ve siz tek dil cumhuriyetinde o dili anlamayabilirsiniz. Belki de anlarsınız, çok da iyi anlarsınız.
…
“Biz Batı gibi melez değiliz abi” diyordu taksi şoförü, eşim, ben ve Serin eve doğru giderken…
O halde batının içindeki Müslümanları, kendinden gayrı ulusları atmasını mı istiyorsun dediğimde sessizliğe gömülürken, “Ağabey biz Almanyalara göçtük” diye ekliyordu.
Taksi şoförü ve ben tek dilin içinde başka başka konuşan insanlardık.
O sadece kendinin hakim olmasını bense eşitliği…
Tek dilden tek insan gidene bir yolculuktu bu. Yolculuğun başında evimin semtini tarif ettiğimde yüzünü asıp “Oraya gitmesek” deyiveriyordu tek ortak dilimizle. Memleketini benim oturduğum yere kadar seviyordu. “Evim memlekete dahil değil mi?” dediğimde yüzünün halinden anladım küçük düşünüşünü. Sözleri davranışını da belirlemiş, yolcuğun sonunda para üstünü vermemek için nasıl da pasif bir şekilde elini cebine atmıyordu.
Ben para üstünü bıraktım o da o üstüyle sevmediği yollardan sevdiği yollara, rezidanslı yollara doğru sürmeye başladı.
…
İnsanların tırnaklarıyla oluşturduğu kurumları kapatınca içindeki insanlar binalardan çıkar sokaklara. Onların azlığına ya da çokluğuna bakıp haklılık ya da haksızlık kararı veremesiniz. Nasılsa tarih haklı azların kazandığı zamanlarla doludur. Nihayet kurumları insanlar yaratır ve kurum kapanınca insan da kapanmaz.
Derneklerin hiç olmadığı zamanlarda insanlık yok muydu? O insanlık zamanla derneklerini de açıp kurumsallaştı.
İnsanlık binalarda değil binaların duvarlarında bıraktığı izlerindedir.
Haliyle her kurum aynı kurum değildir…
Kimi insansız kurumlar acı duyan çocukların sesini, insanlığın direnişiyle oluşmuş kimi kurumlarsa çocukların mutlu gülüşlerini bırakır…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.