Fidel’in anısına bir başka Fidel’in öyküsüyle – Hatice Eroğlu Akdoğan

“Fidel” adının Doğu Anadolu’nun bir köyü ya da Filistin’de bir çocuğa verilmesi Fidel Castro’nun kalbinin, köşesini ve bucağını bilmese de, dünyanın her bir yerindeki sömürüye, siyasal gericiliğe karşı her zaman söylenecek bir sözü, yapılacak bir işinin olmasındandır

castro_che_cocuk

Anadolu’nun ücra denilebilecek bir köşesinde, göçe göçe insanı çekilmiş bozkırın bir köyünde, genç bir kadın “Fideel, Fideel” diye bağırınca bulunduğum mekandan sıyrılıp ışınlanmışçasına kendimi Küba’da sanmaya başladım. Öyle ya, çoğu insan gibi ben de Küba’ya gitme; gezip görme hayalini az kurmadım. “Bu yıl olmazsa, gelecek yıl” diye diye etrafımızdaki dostlardan, arkadaşlardan Küba’ya gidip gelenler aracılığıyla Küba, her geçen zamanda gezmişiz görmüşüz gibi bize iyice yakın geliyordu. Neredeyse Küba’ya gidip gelenlerin anlatımlarıyla “Küba’yı görmüş kadar oldum”la iç içe geçen bir durum oluşmuştu.

Evet, Küba’da mıydım? Yoksa az ötemde duran kadın da her Kübalı gibi yoldaşları olan başkanlarına mı sesleniyordu? Yediden yetmişe her Kübalının yüz yüze geldiğinde ona “Fidel” diye samimi ve yakın bir üslupla hitap ettiğini bildikten sonra, insan bir anda şüpheye düşmeyebiliyor.

Sesine yanıt alamayan tanıdığım da biri olan kadın efelenerek “Sen hele baksana bir Fidel!” diyerek adımlarını aşağı yönde daha da açtı. Böyle bir an gittim geldim… Olanların ayırdına varmaya çalıştım. Bulunduğum gerçeklik, hayalimdekiyle henüz çakışmamıştı. Etrafımda duvarları kerpiçten köy evleri, tepemde yakıcı bir güneş vardı. Çocuklar oyun sırasında Türkçe cıvıldaşıyor, Türkçe kızarıkçılık yapıyorlardı. İçlerinden biri “Fideel Fideel” diye öfkeli bir şekilde bağırarak kendisine doğru yaklaşanı görünce oyunu bırakıp, arkadaşlarından ayrıldı. Dokuz on yaşında, esmerliği güneş yanığıyla pekişmiş, gürbüz yapılı oğlan çocuğu kaçmaya başladığında kadın son bir hamle “Oy Fidel, Fideller yanına yatasın emi” diyerek bir beddua savurmakla kaldı.

İşte o sıralar Küba’da değil de Doğu Anadolu’nun bir köyünde misafir olduğumu anladım. Bir kaçan çocuğa, bir de onu yakalayıp bir iki şaplak atmak için yanıp tutuşan kadına baktım. Duyduğuma inanmamış gibi “Zekine Abla o çocuğun adı gerçekten Fidel mi?” diye soruyordum. “Fidel değil de ne ya! Ziya’nın torunu! Yaşı kesilesice! O bizim Barış’a bir türlü rahat vermiyor!” Zekine Abla’nın öfkesi umurumda değildi. İşsizlikten, eğitim olanaklarının kısıtlığından, toprağının verimsizliğinden ötürü neredeyse tarihten silinmeye yüz tutmuş bu coğrafyada Che’nin komutanı, Kübalının bir dönemki sevgili dostu ve başkanı Fidel’in adını duymak içime bir sıcaklık yayıp, gözlerimi ışıtmıştı. Anlıyordum ki can çıkmayan bir yerde, ne kadar derinde de olsa umut mutlaka var olabiliyordu. Bir kez daha anlamıştım ki dünya devrimcilerinin yaşayan bilgesinin varlığı onun elinin uzanamadığı, varlığından dahi haberinin olmadığı her bir yere şavkını düşürebilirdi. Fidel çocuğun babası az topraklı bir çiftçiydi. Köyde ara gündelik işlerden aldığı ücretle geçinmeye çalışıyordu. Yaşam alanı dardı. Büyük hayaller kurmayı beceremese bile büyük hayaller kuran birinin ismini oğluna vererek ona olan saygısını saklamıyordu.

El sallıyor, el sallayın

Zekine Abla öfkesini çocuk Fidel’e ettiği beddua ile terbiye etmeye çalışsa da  Kübalıların, Latin Amerikalıların olduğu kadar dünyanın bütün ezilen halklarının yoldaşı Fidel’in yaşamı ve bunun bir karşılığı olabilen ölümle de sapına kadar barışıktı. İdeallerini gerçekleştirmiş olan az sayıdaki devrimci ve sosyalistin başında geliyordu. Yoklukta eşit, bağımsız bir ülke olan Küba… Avrupalı sömürgeciler ve onların mirasçısı ABD emperyalizminin baskısından kurtulmak için Amerikalılara gereken ilham, yol ve yöntemin bir kaynağı da yine orada Küba’da ve Fidel Castro’nun şahsında cisimleşmişti.

Küba Komünist Partisi’nin geçtiğimiz nisan ayında yaptığı 7. Kongresi’nde hayatının 90.yılına girmesine 4-5 ay kala yaşamına doygun, ölümüne barışık bir gerçekçilik içinde, başı her zamanki gibi yine dikti. Elbette bizim ülkemizin bir köyünde yaptığı yaramazlık nedeniyle bedduaya uğrayan çocuk Fidel’le, Comandante Fidel’in fiili hiçbir bağlantısı yoktu. Ama Comandente Fidel’in düşmanı çoktu. Onu öldürmek için ABD yüzlerce suikast planı hazırlamıştı. Küba’nın sosyalist devrimiyle malından mülkünden olan ya da Latin Amerika’da devrimle burun buruna gelen nice mülk sahibi Fidel Castro’ya bilemeyeceğimiz kadar beddua da bulunmuş olabilir. Suikastlar başarılı olamadı, beddualar da bir tür büyü olmaktan öte geçemedi. Tüm bunlara karşılık Küba Devrimiyle adım adım yaşayan; yaşadıkça da ölüme bir adım daha yaklaştığının gerçeğini göz ardı etmeyen Marksist, gerçekçi bir kişilik vardı: “Yakında 90’ıma basacağım, ben de diğer herkes gibi gideceğim. Hepimizin zamanı gelecek.” (7.Kongre konuşmasından)

Fidel Castro yaşadığının ve bunun bir sınırı olduğunun sonuna kadar bilincindeydi. Yaşıyordu ve gözleri açıkken söylemesi gereken ya da vasiyet niteliğindeki son sözleri partinin delegelerine karşı söyledi:

Bu benim bu salondaki son konuşmam olabilir. Latin Amerika’daki tüm kardeşlerimize ve dünyaya Küba halkının galip geleceğini anlatmalıyız. Kübalı komünistlerin inançları, çok ve onurlu bir şekilde çalışılırsa insanların ihtiyaç duyduğu maddi ve kültürel ürünlerin üretilebileceğinin kanıtı olarak varlığının sürdürmeye devam edecek.

Kendi elleriyle gözünü kapatıp, yaşama sol elini sallayarak, ölüme hoş geldin diyen kim ya da kimler vardır bu aç gözlü dünyada?

“Fidel” adının Doğu Anadolu’nun bir köyü ya da Filistin’de bir çocuğa verilmesi Fidel Castro’nun kalbinin, köşesini ve bucağını bilmese de, dünyanın her bir yerindeki sömürüye, siyasal gericiliğe karşı her zaman söylenecek bir sözü, yapılacak bir işinin olmasındandır. Anlaşıldığı üzere yoldaşlarına, partililerine vasiyeti de bu yöndedir. “Bu salon” dediği parti kongresinin yapıldığı salondaki son konuşmasıyla Fidel aslında, bir “son”dan öte bir ilki, bir yeniyi daha gerçekleştirdi. Şimdi bedenen aramızda yok. Ama duruşu, bilinci ve rehberliğiyle; en önemlisi de insanlığın bütün olarak kurtuluşuna dair idealleriyle hep yaşayacağı bir gerçekliğin içine çekti bizi.

Herhangi bir yerde “Fidel” adını taşıyan yeni çocuklara rast geldiğinizde bilin ki, orada “kar altında deniz düşü” kuranlar ile umutları gerçeğe dönüştürerek onu yeryüzüne indirme çabasıyla yanıp tutuşanlar mutlaka var demektir.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur