Halka faşizme karşı direnilebileceğini gösteren her duruş değerlidir ve bu mücadele hattını örmeye devam edeceğiz “Kimsin sen ya, kimsin? Orada bir parlamentonun başkanı, nesin sen? Şu terbiyesize bak ya, ‘Yaptırım uygularız’ diyor. Ya senin her yerin yaptırım olsa ne yazar” sözleriyle Erdoğan, Türk dış politikasında çığır açtığını düşünüyor mu bilemeyiz ama ciddi bir krize işaret […]
Halka faşizme karşı direnilebileceğini gösteren her duruş değerlidir ve bu mücadele hattını örmeye devam edeceğiz
“Kimsin sen ya, kimsin? Orada bir parlamentonun başkanı, nesin sen? Şu terbiyesize bak ya, ‘Yaptırım uygularız’ diyor. Ya senin her yerin yaptırım olsa ne yazar” sözleriyle Erdoğan, Türk dış politikasında çığır açtığını düşünüyor mu bilemeyiz ama ciddi bir krize işaret ettiği ortada: İktidara gelişini hararetle destekleyen ve birçok konuda destek sunan tüm batılı müttefikleriyle arası açılıyor. Diğer yandan Suriye Savaşı’na birlikte girdikleri bölgedeki müttefiklerinin neredeyse tamamı savaşı kaybediyor, o ise ayakta kalmaya çabalıyor.
Suudi Arabistan, Yemen’de tüm katliamlarına rağmen Husiler karşısında başarılı olamıyor. AKP’nin “öfkeli gençleri” IŞİD, Nusra ve desteklediği diğer cihatçılar Esad’ı devirmek bir yana varlıklarını sürdürebilme sorunu yaşıyorlar. ABD, AKP’yi zorda bırakan taktik değişikliğine gitti. Suriye ve Irak savaşındaki rakipleri ise pozisyonlarını güçlendirmeye devam ediyor. Erdoğan, eski müttefiklerinden uzaklaşıp yeni müttefikler edinmenin yarattığı krizle Avrupa Parlamentosu başkanına “fırça” atarken -nefret ettiği- İsmet İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye yerini orada alır”* taktiğini taklit etmeye çalışıyor. “Yeni Dünya” ise AKP mezhepçiliğinin düşman saydığı Irak, İran, Esad, Lübnan Hizbullah’ını da kapsayan, Rusya’nın başını çektiği bir “doğu” dünyasından oluşuyor. Erdoğan’ın bu dünyaya ne girmesi ne kabulü ne de bu dünyada etkili olması mümkün. En başta batıyla ekonomik ilişkileri buna izin vermez, diğer yandan NATO ülkesi olması ve savunma teknolojisinin bağımlılığı.
AB’nin de Türkiye’ye bir ekonomik ambargo uygulaması (mülteci sorununun yanı sıra kendi ekonomik kaygılarından dolayı) kolay görünmüyor, daha çok son koz olarak tutulmaya devam edecek. Şimdi Erdoğan ve AKP, “doğu” ile “batı” arasında sıkışmış, her ikisi ile ilişkileri rayında götürmenin krizlerini yönetmeye çalışıyor. İhtiyacı olan askeri, mali, siyasi ve uluslararası güçlerin hiçbirine sahip olmadan!
Trump’ın ABD başkanı seçilmesi de Erdoğan’ın dertlerine derman olacak gibi görünmüyor; zira Trump, Esad’ın gidişini temel mesele olarak almıyor ve tüm cihatçılara da mesafe koymaktan bahsediyor.
Diğer yandan ABD seçimlerini Trump’ın kazanmasının üzerinden (Hillary Clinton’ın sol açısından pek de bir farkının olmadığı açıkken) “sağ yükseliş”e dair kötümser kaygılar aydınlar arasında yeniden depreşmeye başladı. Oysa Trump geleneksel Cumhuriyetçi oyları aşan bir oy miktarına ulaşamadı; asıl olarak demokrat seçmen sandığa gidecek bir motivasyon bulamadı (Cumhuriyetçilerin oyları sabit kaldı, Demokratlar on milyon oy kaybetti). Cumhuriyetçi seçmenin Trump gibi bir dizi sağ-faşist yaklaşımını dile getiren birine oy vermesi, sağ seçmenin sağ uca doğru savrulduğunun göstergesi sayılabilirse de diğer yandan Demokratların tarihinde ilk kez sosyalist olduğunu ifade eden birinin (Demokratlar içinde yüzde 47 desteğe ulaşan Bernie Sanders) bu çapta destek bulması daha önemli bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Aslında buradan çıkarılacak ders; kitleler, merkez siyaset krize girdiğinde sağ ve sol uçlara yönelirler. Bu yönelişlerden hangisinin baskın olacağını ise esasen sağdaki ve soldaki siyasal aktörler belirler.
AKP/Saray iktidarı saldırganlığı tırmandırarak sürdürüyor. Cumhuriyet gazetesi operasyonu, Diyarbakır Belediyesi eş başkanlarının tutuklanmasının ardından HDP milletvekillerinin ile Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanması, peşi sıra ÇHD, DHF, MKM ve Gündem Çocuk Derneği’nin de içerisinde olduğu ilerici demokratik kitle örgütlerinin kapatılması, CHP Parti Meclisi’nin yumuşak bir üslupla kaleme alınmış bildirisi hakkında “terör örgütlerine destek” iddiasıyla Erdoğan’ın suç duyurusunda bulunması peş peşe geldi.
Artık AKP ve politikalarına muhalefet eden herkes “terör destekçiliği” ile suçlanacaktır.** MHP’nin de yedeğe alınması ile birlikte bu söylem daha da kolaylaşmıştır. CHP’nin bu suçlamadan kurtulma kaygısının yersiz olduğu, karşıda herhangi bir etik değeri olmayan faşist bir sistematiğin işlediği bir kez daha ortaya çıkmıştır. HDP ile yan yana düşmek ya da düşmemek suçlamayı değiştirmemektedir. Ve bugün CHP’nin karşı karşıya kaldığı asıl sorun HDP’ye yönelik faşist uygulamalara karşı çıktığı için sıkışması değil, kendisine yönelen faşist saldırganlığa karşı nasıl direneceğidir. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’a silahlı saldırı, üzerinden bir hafta dahi geçmeden unutulunca (CHP adeta unutmayı tercih etti), iktidar tetikçinin söylemiyle CHP’ye saldırmıştır. CHP’nin tüm çabalarına karşın AKP’nin “milli”sinden dışlandığı ve ne yaparsa yapsın faşist saldırılardan kurtulamayacağını daha önce de vurgulamıştık. Ana muhalefet partisi olarak kendini savunamayan bir parti, tabanına hangi direnme-savunma çağrısını yapabilir veya yaparsa ne kadar inandırıcı olacaktır?
Erdoğan, krizin derinleştiği bu süreçte herhangi bir siyasal alternatifin ortaya çıkması yönündeki tüm olasılıkları devre dışı bırakacak tarzda hareket ediyor. Çünkü en küçük bir aksilik, diktatörlük karşıtı bir dizi gücün zembereğinden boşalmasına neden olabilir. AKP, böyle bir durumda herhangi bir siyasal alternatifin ortalıkta bulunmamasını sağlamaya çalışıyor ve ilk elden bunun göz önündeki adaylarını tutuklayarak, terörize ederek (Selahattin Demirtaş, Kılıçdaroğlu gibi) devre dışı bırakmaya çalışıyor.
Demokratik muhalefet kanallarının tıkandığı, muhalefet örgütlerinin tutuklamalar, silahlı saldırılar ve diğer hukuk ve ahlak dışı yöntemlerle etkisizleştirildiği bir ortamda MHP’nin de iktidar ortağı pozlarında yedeklenmesiyle iktidarın kalıcılaştırılmasının olanakları yaratılmaya çalışılıyor. Ancak bunlara rağmen başkanlığın halka kabul ettirilmesi Bahçeli’nin (havuç sopa telkiniyle sağlanan) desteğine rağmen hâlâ riskli görünüyor. Bir referandum kazasına kurban gitmemek için siyasi ömrü Erdoğan’ın biyolojik ömrüyle sınırlı, güçlendirilmiş partili cumhurbaşkanlığı modeli dahil arayışlar devam ediyor. MHP’nin “başkan” yerine “cumhurbaşkanı” yazdırarak sorunu çözmeye kalkışması liderinin zekasına uyar ancak ihraçlara bakılırsa seçmenlerine yedirebilmeleri kolay değil. AKP tıkanan hamlelerinin önünü yeni saldırı dalgalarıyla açmaya çalışacak. AKP milletvekili Kocabıyık’ın “Devlet büyüklerine bir suikast halinde millet cezaevlerini basacak ve tüm FETÖ’cüleri ve PKK’lıları asacak. Halk arasında konuşulan bu” mesajı ve daha önceki silahlanma çağrıları tabanda bir cihat/iç savaş motivasyonu yaratılmaya çalışıldığının göstergeleridir ve herkes cezaevlerini basmaya gidemeyeceğine göre Erdoğan’ın terörist ilan ettiklerinden en yakınındakilere karşı bileneceklerdir.
Halka verecekleri hiçbir şeyleri yok. Siyasal İslamcı fatih, ekonomik istikrarın güvencesi, Kürtleri, Alevileri, solcuları ezebilen güçlü lider masallarının cilası dökülüyor. “Sen kimsin ya” kategorisine soktuklarından; Putin’den özür diliyor, Irak’la arayı düzeltmek için aracılar devreye sokuyor, Esad’la gizli görüşmeler yapıyorlar. Bombacılarına AKP’lileri hedef alma talimatı veren IŞİD’e “hiçbir sebep olmadığı halde ülkemizde sürekli eylem arayışı içerisinde” diyerek mesaj yolluyor.*** FETÖ’cü diyerek hapse attıklarını itiraflarla çıkartıp solcuları yargılamakta kullanıyor. ABD’li komutanı TSK’yi izlemek üzere Türkiye’ye yerleştiriyorlar. Palazlandırdıkları gerici eğitim kurumlarında taciz vakalarını ancak sansürle gizleyebiliyorlar. Sansür ve kapatmayı yerel basına kadar genişlettiler. Tüm sağcı siyasetçileri (çocuklarına, şirketlerine) ihale vererek devşiriyorlar. Seçim öncesinde “Taşerona kadro vereceğiz” sözlerinin yalan olduğunu itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Türk-İş’in 1600 TL’lik asgari ücret talebine bile sinirleri bozuluyor… En nihayetinde halkı koyun kendisini çoban olarak tarif ederek de kibrinin vardığı seviyeyi gösterdi (Koyunları güden çobanın köpekleri de var tabi).
Yalan, yağma, halka düşmanlık üzerine kurulu bir iktidarın ayakta durabilmesinin koşulu muhalefetin susturulabilmesi ve siyasi bir alternatifin engellenmesidir. Sansüre, kadın düşmanlığına, kent ve doğanın yağmasına, demokratik hakların rafa kaldırılmasına karşı muhalefetin, laik eğitim ve yaşam, hak ve özgürlükler için yürüteceği irili ufaklı mücadeleler ve tüm anti-faşist mücadelelerin siyasi bir alternatif yaratılması doğrultusunda büyütülüp birleştirilmesi faşizmin durdurulmasının yegane yoludur. Devrimciler, hiçbir mücadele konusunu, olanağını es geçmeden, hiçbir mücadele yolu ve yöntemini küçümsemeden, dışlamadan mücadeleyi sürdürmelidirler. Bu bazen katledilen arkadaşlarımızın davasına sahip çıkmaktır, bazen kadınlara yönelik saldırılara karşı eylemdir, bazen mahalledeki faşist saldırının püskürtülmesidir, bazen kapatılan bir kitle örgütü ile dayanışmadır. Mühürlenen derneklerin mühürlerini koparıp atmasıdır. Sabah duraklarda, ulaşım araçlarında, akşam kahvelerde ve evlerde boy göstermektir. Halka faşizme karşı direnilebileceğini gösteren her duruş değerlidir ve bu mücadele hattını örmeye devam edeceğiz…
Dipnotlar:
* Kıbrıs sorununda ABD ile yaşanan anlaşmazlığa tavır olarak 1964’te İsmet İnönü’nün söylediği söz.
** Kılıçdaroğlu da AKP’yi terör destekçiliği ile suçluyor, ancak Kılıçdaroğlu’nun AKP’yi kendi silahıyla vurma taktiğinde ısrar etmesinin işe yaramadığını görmesi için daha ne kadar zaman geçmesi gerekecek, merak konusudur.
*** Bu çağrıdan sonra Erdoğan’ın şu sözlerinin inandırıcılığı tartışılır: “Şimdi malum örgüt DEAŞ, Dabık ile ilgili çok değişik şeyler söylüyor. Malum Dabık da bizim için önem arz ediyor. Dabık’a girdik, DEAŞ’ı oradan temizledik. Şimdi de El Bab’a doğru ilerliyoruz.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.