Gerek teşmil gerekse çok düzeyli toplu sözleşme önermeleri Türkiye işçi sınıfı açısından rüzgara karşı yürümeyi, yani zoru hedeflemeyi de önermek anlamına gelmektedir
Gerek teşmil gerekse çok düzeyli toplu sözleşme önermeleri Türkiye işçi sınıfı açısından rüzgara karşı yürümeyi, yani zoru hedeflemeyi de önermek anlamına gelmektedir. Türkiye işçi sınıfı bunu daha önce başardı
Önceki yazımızda DİSK-AR tarafından yapılan bir öneriye dikkat çekmiş ve bazı kısa notlar düşmüştük.[1] Bu yazımızla ana hatlarıyla “teşmil” önerisi üzerine görüşlerimizi dile getirmeye çalışacağız.
İçinde bulunduğumuz Olağanüstü Hal Koşulları, ülkenin yarısını doğrudan kapsayan çatışma ortamı ve Suriye sınırı boyunca sürmekte olan savaşın yansımaları birçok konuyu geri plana itelemektedir.
Bunlardan biri olan yoksullaşma, toplumun genelini kapsayan ve giderek daha da boyutlanan bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan 2015 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçları, nüfusun yüzde 80’lik büyük kesiminin gelirlerinin bir önceki yıla oranla azaldığını göstermektedir. Uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların kaçınılmaz sonucu olarak sadece zenginler gelirini artırabilmektedir.
Baskılanmış, örgütsüz bırakılmış bir toplumun yoksullaşması kaçınılmaz bir sonuçtur. Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) yapmış olduğu son çalışmalar, toplu sözleşme kapsamındaki işçi oranı ile gelir dağılımı arasında güçlü bir bağ olduğunu ortaya koymaktadır. Toplu sözleşmeden yararlanan işçi sayısının düşük olduğu Türkiye gibi ülkelerde yoksullar ile zenginler arasındaki gelir farklılığı yüksek çıkmaktadır.
Bu da ekonomik ve sosyal dengelerin sağlıklı bir zemine oturabilmesinde işçi sınıfının örgütlülüğünün ve toplu sözleşmeden yararlanma oranının yükseltilmesinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
DİSK-AR’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerinden yararlanarak yaptığı tespite göre Türkiye’de toplu sözleşmeden yararlanabilen işçi oranı yüzde 7’den düşüktür. ILO’nun verileri de DİSK-AR’ın tespitiyle örtüşmektedir. Aynı şekilde Türkiye’de örgütlü işçilerin oranı da (Temmuz 2016 istatistiğine göre yüzde 11,5) oldukça düşüktür.
Bu noktada her iki veriye (örgütlenme ve toplu sözleşme kapsamı) ilişkin sendikaların ortak bir politika üretmeleri kaçınılmaz bir zorunluluk gibi görünmektedir. Buna karşılık bir kısmı iktidarın politikalarının bir aracına dönüşmüş sendikal yönetimlerin en temel konularda bile seslerini çıkarmaktan uzak kaldığı koşullarda ortak bir politika üretilmesi olanaksız hale gelmektedir.
DİSK’ten gelen öneri bu bakımdan giderek örgütsüzleştirilen işçi sınıfının ve eriyen sendikal hareketin silkelenebilmesi için ciddi bir biçimde irdelenmelidir.
Teşmile ilişkin düzenlemeler
Arapça kökenli bir kelime veya kavram olan teşmilin Türkçedeki karşılığı genişletme veya yaygınlaştırmadır.
Kabaca yürürlükte bulunan bir toplu sözleşmesinin aynı işkolunda toplu sözleşmesi olmayan başka işyerlerine de uygulanması ve bu şekilde toplu sözleşmeden yararlanan işçi sayısının artırılması işlemidir.
İş hukukumuzda 1963 yılından beri olmasına karşın, çok sık kullanılmamakta dolayısıyla sendikal alanda olduğu kadar akademik alanda da üzerinde çok tartışılmamaktadır.
1963 tarihli 275 ve 1983 tarihli 2882 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunları ile 2012 tarihli 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanunu’nda teşmil hemen hemen aynı şekilde yer almıştır.
6356 sayılı Yasa’nın 40. Maddesi teşmil ve kurallarını düzenlemektedir. Buna göre teşmil;
1) İşkolunda en çok üyeye sahip sendikanın yapmış olduğu bir toplu iş sözleşmesinin, o işkolunda toplu iş sözleşmesi bulunmayan işyeri veya işyerlerine uygulanabilmesidir.
2) İşkolundaki işçi veya işveren sendikalarından birinin, işkolundaki işveren(ler)in ya da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın isteği üzerine, Yüksek Hakem Kurulunun görüşü alınmak suretiyle Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmaktadır.
3) Bakanlar Kurulu, Yüksek Hakem Kurulunun görüşünü dikkate alarak teşmil edilecek toplu sözleşmeyi tamamen veya kısmen değiştirerek düzenleyebilmektedir.
4) Teşmil süre yönünden toplu sözleşmenin süresiyle ve içerik yönünden ise toplu sözleşmedeki tarafların hak ve borçları ile özel hakeme başvurma hakkındaki hükümleri dışındaki hükümleriyle sınırlıdır. Örneğin, toplu sözleşmesi bir işyerine teşmil edilen sendika, buna dayanarak o işyerindeki işçilerden aidat kesilmesini talep edemez.
Türkiye’deki teşmil uygulamaları
Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi teşmil, uzun yıllardır yasalarımızda yer almaktadır. Ancak yaygın bir uygulama olmamıştır. Bunun tek istisnası 1983 yılıdır. 12 Eylül darbesinin ardından süresi biten toplu sözleşmelere yönelik bir hukuki düzenleme yapılmıştır.
Bu çerçevede, çok sayıda süresi biten toplu sözleşme Yüksek Hakem Kurulu tarafından uzatılmış ve yine Bakanlar Kurulu kararıyla (aralarında faaliyetleri durdurulan DİSK’e bağlı sendikalarınkiler de dahil) toplu sözleşmesi olmayan diğer işyerlerine de teşmil edilmiştir.
1980 ile günümüze kadar olan dönemde, (1983 hariç) Bakanlar Kurulu tarafından 1981’de 1, 1985’te 1, 1987’de 2, 1991’de 3, 1995’te 3, 1999’da 2, 2000’de 1, 2004’te 1 ve 2009’da 1 teşmil kararı alınmıştır. Ancak alınan bu teşmil kararlarının ne derece uygulandığı ayrı bir soru işareti olarak durmaktadır. Örneğin 2009 yılında bankacılık işkolunda alınan teşmil kararının uygulanmadığı ve bir süre sonra yine Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırıldığı bilinmektedir.[2]
Teşmilin artıları ve eksileri
Teşmil, yani toplu sözleşmelerinin yaygınlaştırılması, her şeyden önce bir ekonomik ve sosyal politika aracı olarak gelir dağılımının düzeltilmesinde dikkate değer bir görev üstlenebilir. Bu ILO başta olmak üzere çok sayıda kurumun çalışmalarıyla kanıtlanmış bir gerçekliktir.
Yaygınlaştırılan toplu sözleşmelerle, sadece işçilerin çalışma koşulları ve gelirlerinde iyileşme sağlanmakla kalınmaz, kayıt dışı başta olmak üzere çok sayıda kronik soruna da çözüm yolu açılmış olur.
Ülke genelinde toplu sözleşmelerin yaygınlaşması, işverenlerin en önemli itirazları olan “haksız rekabet” yani toplu sözleşmeden kaynaklanan maliyet farkları da ortadan kalkar.
Teşmilin uygulanmasının önündeki en büyük engel, ülkemizdeki sermaye ve iktidarlarının “ucuz işgücü”nü uluslararası rekabetin belirleyici unsuru olarak görmeleridir. Bu nedenle iktidarlar bir sosyal politika aracı olarak teşmili tercih etmemektedir. Bunun yerine, dönemsel (seçim süreçlerinde) popülist politikalarla kısa süreli ve dar etkili uygulamalara (örneğin asgari ücret gibi) yönelmektedir.
Sendikaların bugüne kadar bu alanda bir girişimde bulunmamalarının en önemli nedeni ise teşmilin sendikaya doğrudan bir katkısının bulunmamasıdır. Sendikalar konuya, kısa vadeli ve “aidat” odaklı baktıkları sürece, ellerindeki olanakları değerlendirmekte başarılı olamamaktadır.
Yürürlükteki mevzuat ve uygulamalar dikkate alındığında ülkemizdeki teşmil düzenlemesi çok kısıtlı olmakla birlikte sonuçta üzerinde düşünülmesi gereken bir olanaktır. Bu yolla işçiler ücretleri, sosyal yardımları, yıllık ücretli ve mazeret izinleri başta olmak üzere çok geniş bir alanda önemli kazançlar elde edebileceklerdir.
Teşmil yoluyla gelirinde ve çalışma koşullarında değişim yaşayan her işçinin, bunun kalıcı hale gelmesinin tek yolunun sendikalaşma olduğunu anlayabilmesi için güçlü bir olanak, fırsat yaratılacaktır. Sendikaların ileriye dönük kazancı da bu olacaktır.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, teşmil gerek içerik gerekse uygulama yönünden önemli kısıtlara bağlıdır. Bunun en başında idari bir kararla uygulama bulması gelmektedir.
İşçiler ve sendikalar açısından asıl açılması gereken tartışma ve hedeflerden biri ise toplu sözleşme düzeyinin genişletilmesi olmalıdır. Avrupa genelinde yaygın bir uygulaması olan çok düzeyli (ulusal, sektörel vb.) toplu sözleşmeler daha güçlü, işlevsel ve yaygın bir toplu sözleşme sisteminin oluşumunu katkı vermektedir.
İşte tam da bu noktada bir başka ciddi sorun çıkmaktadır. Sermayenin küresel kriziyle birlikte saldırıya geçen emperyalist sistem, işçi sınıfını ve sendikaları kapsamı ve işlevi dar olan işyeri, işletme düzeyindeki toplu sözleşme sistemine doğru baskılamaktadır. Bir anlamıyla her ülkenin Türkiye benzeri hale getirilmesine çalışılmaktadır. Bu durumda, gerek teşmil gerekse çok düzeyli toplu sözleşme önermeleri Türkiye işçi sınıfı açısından rüzgara karşı yürümeyi, yani zoru hedeflemeyi de önermek anlamına gelmektedir.
Türkiye işçi sınıfı bunu daha önce başardı. Bugün de başarabilmesi için tek yapması gereken kendi gücüne güvenmeyi öğrenmesi veya hafızasını tazelemesi, ortak hedefe doğru güçlerini birleştirmektir. Böylesi bir hedef, kaçınılmaz olarak sendikal yönetimler ile işçiler arasındaki ilişki biçimlerini de etkilemek zorundadır. Bugünkü işleyiş ve yönetim tarzı, istesek de istemesek de sendikaların içini çürütmektedir.
Dipnotlar:
[1] http://sendika10.org/2016/09/isci-sinifinin-orgutsuzlugu-ve-diskin-tesmil-onerisi-ergun-iseri/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.