Muhalefet için vaziyeti idare etmek anlamına gelen yol ve yöntemlerin ulaşacağı bir menzil yoktur. Hoşnutsuz kitlelere tüm baskılara rağmen mücadelenin sürdürülebileceğini gösteren, örgütlü kesimlerin öncü eylemlerine ihtiyaç var TBMM, 26. Dönem’in, ikinci yasama yılını “Allahın bir lütfu” neticesinde gazilik unvanını tazelemiş olarak açtı. Ancak zafer kazanmış “gazilere” yaraşır bir heyecandan, coşkudan çok Meclis’e bir manasızlık […]
Muhalefet için vaziyeti idare etmek anlamına gelen yol ve yöntemlerin ulaşacağı bir menzil yoktur. Hoşnutsuz kitlelere tüm baskılara rağmen mücadelenin sürdürülebileceğini gösteren, örgütlü kesimlerin öncü eylemlerine ihtiyaç var
TBMM, 26. Dönem’in, ikinci yasama yılını “Allahın bir lütfu” neticesinde gazilik unvanını tazelemiş olarak açtı. Ancak zafer kazanmış “gazilere” yaraşır bir heyecandan, coşkudan çok Meclis’e bir manasızlık ya da küçük bir ruhsuzluk hakimdi. İlk icraatı da hükümete Irak ve Suriye’ye asker gönderme yetkisi veren tezkerenin ömrünü bir yıl uzatmak oldu. 15 Temmuz gecesi bombalandığında kıymetinin arttığı ve “Yenikapı Ruhu”yla saygı göreceği düşünülen Meclis’in açılış konuşmasında Erdoğan, “parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır” mantığından herhangi bir geri adım atmadığını ortaya koydu. “Cumhurbaşkanlığı makamını ve mekanını yıpratmaya yönelik çabaları üzüntüyle karşılıyorum. Burada hedef alınan şahsım değil, milletimizin hür iradesiyle yaptığı tercihtir. Hiç kimsenin, özellikle de kendileri de seçimle gelen TBMM üyelerinin böyle bir hakkı hiç yoktur” diyerek de vekillere ve muhalefete uymaları gereken sınırları çizdi (cümledeki “üzüntü” lafını siz öfke diye okuyun). “Yasama, yürütme, yargı organlarıyla ve milletiyle uyum içinde bir cumhurbaşkanlığı vazifesi icra ettiğime inanıyorum” derken, daha önceki “Cumhurbaşkanı yargının da başıdır” yaklaşımını sürdürdüğünü hatırlattı (vurguya dikkat, Cumhurbaşkanı kendi milletiyle, kendi organlarıyla uyum içinde). Buradaki uyum organlardan ve milletten “reis”e doğrudur. Darbe girişiminin Erdoğan’da açtığı yaraları sarma, sunduğu fırsatları dikta için olanağa dönüştürmeye çabaladığı ara dönemindeki keyfilikleri meşrulaştırmanın adı olarak ortaya atılan “Yenikapı Ruhu” da terk edilmiş görünüyor. İşin ilginç yanı, ana muhalefet partisi bu ruhu”1 koklayıp sersemlerken sanatçı Sıla, Yenikapı’nın bir şov olduğunu saptamış ve katılmamıştı (CHP’ye lider arayanlar değerlendirmek istemez mi?). CHP’de, yeni yeni görülmeye başlanan “Yenikapı Ruhu”nun etkisinden sıyrılma emareleri sürer mi, söner mi göreceğiz.
Darbe girişimini fırsata çevirerek aldığı hasarı dengelemeye çalışan iktidar, faşist baskı ve saldırılara her gün yenisini ekliyor. Eğitim Sen’li öğretmenlerin açığa alınmaları, Barış Akademisyenleri’nin işsiz bırakılmalarının ardından muhalif basının kapatılması adeta kampanyaya çevrildi (sol kimlikli muhalif televizyonların neredeyse tamamı kapatıldı). Sansürü dahi yetersiz gören bu yaklaşımın arkasında Erdoğan-AKP iktidarının halkın haberdar olmasından korktuğu siyasal gerçekler yatmaktadır.
Korkularının başında Reza Zarrab’ın ifadelerinin geldiğini TC devletinin hiçbir yurttaşı için yapmadığı şeyi yaparak Amerikan yargısıyla kavgaya tutuşmasından anlıyoruz. Belli ki Reza “beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslanırız bu yağmurun altında” şarkısını “mırıldanıyor”. Yürünen yollar, bitirilen işler, ekonomiye yapılan devasa katkılar ortalığa saçılabilir2. İkincisi, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının uyarılarıyla da gündeme gelen olası bir ekonomik krizdir. Üçüncüsü ise Suriye (ve olursa ardından Musul) macerasının bataklığa dönüşüp asker cenazeleri gelebilmesi olasılığıdır.
Üçüncü şık, iktidar açısından tam bir açmaza dönüşmüş durumdadır. Rusya-ABD ilişkileri, Suriye krizinin başlangıcından beri en tehlikeli gerginliğe ulaşmış durumda ve ABD, Rusya ile doğrudan çatışmaya girmez (“topal ördek” bir başkan hiç giremez), vekilleri devreye sokarlar.
Erdoğan’ın Lozan’ı (iç politikada) tartışmaya açması, Suriye ve Irak’ta Türk askerinin kanının dökülmesine şimdiden zemin yaratma; darbelenmiş siyasal İslamcı ideolojik kaidelerini cihat-fetih kırması bir milliyetçilikle yenileyerek girdiği savaşı meşrulaştırma çabasıdır. Bir somut hedefi ve çıkış planı olmadan Suriye’ye giriş, TSK’yi emperyalist projelerin operasyon kuvveti haline dönüştürebilir3. Esad düşmanı olarak Suriye’de doğrudan savaşa girip, Rusya ile sürtüşmemek mümkün değil; Rusya’nın dolayısıyla Esad’ın işine gelen bir pozisyon ABD, IŞİD ve Nusra ile (tabii ki Suudi Arabistan, Katar ve AB ülkeleri ile) gerilim demektir. Sadece Kürtleri zayıflatma hedefiyle kendi cephesini kurmasına hiçbir aktör izin vermeyecektir. Emperyalistler, IŞİD’in kullanışlılık özelliğini yitirmesi ve tehdit haline dönüşmesinin, El Kaide bağlantısı nedeniyle Nusra’nın meşruluğunun tartışılır olmasının, diğer cihatçı grupların dağınık ve zayıf, dolayısıyla yetersiz olmasının Rusya karşısında yarattığı dezavantajı TSK ile gidermeye kalkışabilirler ve büyük bela o zaman açılır.
Suriye stratejisi Rusya tarafından hezimete uğratılan Obama-Kerry ikilisinin giderayak, Suriye’de istikrarsızlığı kalıcı kılmak, Musul’u IŞİD’den “kurtarmak” dışında Ortadoğu’da bir başarı bırakmaları mümkün görünmemektedir. Suriye’de istikrarsızlığı uzatarak oyunda kalmanın kritik anahtarı Esad’ın Halep’i ele geçirmesini engellemekten geçiyor. Bunun için de Rusya’nın frenlenmesi, cihatçıların (onlar eliyle esasen Nusra’nın) uçaksavar füzeleri dahil silahlandırılması, IŞİD’in Suriye’de gücünü koruyarak Esad’ı zorlamaya devam etmesi için bir dizi hamle yapacaklardır. Rusya ve Esad için zaferin kritik halkası, Halep’in cihatçılardan temizlenmesidir. Bu ise cihatçılar için sonun başlangıcı anlamına gelecek ve Suriye’de savaşın sonuçlanmasına giden yolda kritik bir eşik aşılmış olacak; Esad için tek hedef olarak IŞİD kalacaktır.
Musul oyununa Erdoğan da dahil olmak istediğini ısrarla vurgulamaktadır. Türkiye, Irak hükümetinin itirazlarına rağmen Başika’da tutmaya devam ettiği ve silah gücünü artırdığı birlikleri aracılığıyla Musul’u IŞİD’e bıraktığı için görevden alınan (Musul’un bağlı olduğu Ninova’nın) eski valisi Nuceyfi’ye bağlı kuvvetleri eğitip donatmıştı. Erdoğan, Musul operasyonuna katılmak arzusunu Telafer’in Türkmen olması sebebiyle hak olarak gördüğünü geçen hafta ifade etti. Irak parlamentosu da buna karşı olduğunu ilan eden bir karar aldı. Bedeli mukabilinde herkes oyuna dahil olabilir, bu bedel Suriye’de alınacak tutumdur. Suriye’ye TSK’yi ÖSO’nun koltuk değnekliğinde sokarak meşruiyet elde edeceğini sanan Erdoğan, sıkıştığı 960 kilometrekarelik alandan çıkabilmek için desteklediği iki bin kişilik ÖSO çetesinden “milli ordu kuracağını” söylemektedir (Tabi O her milli dedikçe biz “Sünni” anlamalıyız; Suriye’nin Alevi, Hıristiyan, Kürt, Şii ve diğer halkları “milli”sinin içinde değil). On dört yıllık iktidarına rağmen Türk “milli” ordusunu FETÖ’ye teslim edip, Meclis’i bombalamaktan ve kendisine darbe yapmaktan alıkoyamayan Erdoğan’ın, Suriye’ye “milli” ordu kurmaya kalkışması Ortadoğu diplomasisinde fıkra olarak anlatılır artık.
Erdoğan, bu sıkışmışlıkta ihtiyaç duyduğu destek için kah 11 Eylül saldırılarının tazminatının Suudilere yıkılmasına TBMM açılış konuşmasında (ne alaka ise) karşı çıkıyor, kah şeriatçı krallıkla yönetilen cumhuriyet düşmanı Suud Veliaht prensine “Cumhuriyet nişanı” takıyor. Suudi Arabistan ittifakı Ortadoğu’da güç olmaya yetecek mi ya da başkalarını yanına çekebilecek mi göreceğiz.
İşler bir türlü rayına oturmuyor. Her sorun yeni faşist mekanizmalar devreye sokularak baskılanmaya çalışılıyor. Muhalefetin en küçüğüne dahi tahammül etmesi zor bir iktidar var karşımızda. AKP, partisinden parlamento grubuna, belediyelerine ve bürokrasiye varana kadar gırtlağına kadar FETÖ’ye batmış durumda. Kendisine yönelecek suçlamaları engelleyebilmek için her tür hukuksuzluk devreye sokuluyor. “15 Temmuz’da yaşananları oyun, tiyatro, film diyerek küçümsemeye çalışanlar oldu. Her kim ki, 15 Temmuz’a amasız, fakatsız darbe diyemiyorsa, lanetleyemiyorsa o da darbe girişiminin bir parçasıdır, en azından gönüllü bir destekçisidir” derken diğer yandan darbe araştırma komisyonunun çalışmasını engelliyor.
Erdoğan/Saray rejimi bir tür nekahat döneminden geçiyor ve bu dönemi ancak muhalefeti bastırarak atlatabileceğini düşünüyor. Savaşın, işkencelerin, yolsuzlukların, darbenin, gericiliğin, çocuk tecavüzlerinin, iş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin hukuksuzlukların… Her şeyin karanlıkta kalmasına gayret ediyor. Sansürün dahi yetmemesi, kapatmalara yönelmesi karşı karşıya bulunduğu güçlüklerin olduğu kadar gelmekte olan saldırıların da habercisidir. Muhalefet için vaziyeti idare etmek anlamına gelen yol ve yöntemlerin ulaşacağı bir menzil yoktur. Hoşnutsuz kitlelere tüm baskılara rağmen mücadelenin sürdürülebileceğini gösteren, örgütlü kesimlerin öncü eylemlerine ihtiyaç var. 10 Ekim Ankara Katliamı’nın birinci yıldönümünde gerçekleştirilecek anma, etkinlik ve eylemlerin biçim ve içeriği de bu açıdan önemlidir. Sosyalistler demokratik muhalefetin mevzilerinin, eylemlerinin, örgütlerinin güvenliğini ve sürekliliğini sağlamakla, yol-yöntem geliştirmekle yükümlüdür. Sakınmayı değil, savunmayı düşünme zamanıdır.
Dipnot:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.