Sokrates de, Sabahattin Ali de sözünün arkasından gidenlerdi ve toprağa değil ama insan bilincine iz böyle bırakılırdı işte.
Sözün yükünü taşımazdı iktidarın kimseleri. Sokrates gibi sözünün ağırlığını terk etmediğinizde sizi ölüme kadar götürecek sözler sahiplenilmezdi. Belki de bu yüzden sözünü sahiplenenler, Anadolu’da iz bırakmış tüm halklar “madam” diye aşağılanırdı erk dillerinde. Bu yüzden Sokrates de, Sabahattin Ali de sözünün arkasından gidenlerdi ve toprağa değil ama insan bilincine iz böyle bırakılırdı işte.
Kürk Mantolu Madonna’nın ancak ve ancak popüler bir şarkıcı olursa, Madonna olursa sevildiği zamanlardayız. Leyla ile Mecnun kayıtlara absürt dizi olarak geçse de gerçekten absürt müydü?
Bütün absürtlerin gerçek olduğu zamanlarda neye ve kime absürt diyebilirdik. Tüm absürtlerin gerçek olduğunu bir bir öğrenmiyor muyduk?
Bir Kürt, ancak Madonna olursa sevilirdi(!) Ola ki Madonna bir Kürt olsa, muhakkak dinlenmezdi sanatın sadece yerli ve milli olduğu zamanlarda. Yahut, Madonna’yı reddetmek yerine ilk olarak Shakespeare gibi Türk yapmak da mutlaka denenirdi.
Dünya Türk olduğuna göre Madonna’da Türk’tür muhakkak(!)
…
İnsan okuyamayabilir, eski Başbakan Davutoğlu gibi rüyalarında Hegel’le tartışamayabilir, kendisine kitap özetleri de çıkartılmayabilir. Ve fakat bu topraklarda okumak değil esas mesele yazmaktır. Belki de bu yüzden hakikati yazanlar ya vurulur ya da sürgün edilir.
Sabahattin Ali yazdığı için başı taşla ezilerek öldürülen değil miydi? Başı taşla ezilenin, haliyle resmi dillerde “yılan” diye anılanın yazdığını okumak da bir cesaret işiydi. Ama önce yazmak gerekti. Sabahattin Ali’nin ölümüne sahiplendiğini, bugün “şöhret” için sahiplenenler bilmiyordu haliyle. Kürk Mantolu Madonna’yı dahi okumak bu yüzden zor işti. Okuduğunu anlamayana, “O Madonna bu Madonna değil” desen de “Bu Madonna o Madonna’dır” diye bükülürdü kelimeler magazinlemelerde.
Mesela, okulların bir bir yıkılıp karakol yapıldığı Kürt illerinde okumak değil yazmaktır mesele en çok da… O “okullarda” ne okunuyor şimdi?
Ve elbette sizin karakol yapılmamış okulunuz olsa da okuduğunuzdan ne anladığınızı tartışabilirsiniz. Ama ya ağzınızdan çıkan sözler, kaleminizden çıkan kelimeler?
Hoş onlar da artık çok tartışmalıydı…
Sözün yükünü taşımazdı iktidarın kimseleri. Sokrates gibi sözünün ağırlığını terk etmediğinizde sizi ölüme kadar götürecek sözler sahiplenilmezdi. Sözleri terk edenler kendilerini de terk ederdi. Belki de bu yüzden sözünü sahiplenenler, Anadolu’da iz bırakmış tüm halklar “madam” diye aşağılanırdı erk dillerinde…
Bu yüzden Sokrates de, Sabahattin Ali de sözünün arkasından gidenlerdi ve toprağa değil ama insan bilincine iz böyle bırakılırdı işte.
Erk dillerse sözü ağırlığını taşımayacakları bir şey olarak söylerlerdi.
Bir gün öyle bir gün böyle söyleyebilirlerdi.
Söylerken, dün neden öyle bugünse neden böyle söylediklerini de izah etmezlerdi…
İzahsız ve izansızdılar…
Hisleri gerçek ama gerçekler hissettikleri değildi.
İnsan okumayabilir! Ama okumuş gibi oturamaz. Oturursa sizden önce ilk olarak oturduğunuz koltuk itiraz eder buna…
Batar durur…
İnsan bilmeyebilir! Ama biliyormuş gibi konuşamaz…
Buna ilk gerçek itiraz eder…
Siz mesela “Musul benimdir” diyebilirsiniz. “İzlerim var” diyebilirsiniz. Tarih izlerinizi kabul edebilir de, “benim” kısmına itiraz eder. Siz Musul’dan bahsederken İstanbul’da izleri olanların, tarihten konuşamayacak dilleri yok değildir…
Anadolu’nun ortasında izleri olanların, konuşamayacak dilleri yok değildir. Belki bunu bildiğiniz için o izleri yok etmek isteyensinizdir, kim bilir? Konuşulamazsa gerçek de yoktur adlı politikalar dünyası…
Ki aslında bir şehir bir toprak ne senin ne de benimdir. O sadece ve sadece kendinindir.
Bunu sana her fırsatta söyler toprak.
Günlerden bir gün seni içine aldığında mırıldanır toprak; artık benimsin…
Siz, Mevlana’yı duble yollardan gel diye ansanız da Yunus Emre tarihten çıkar ve yolların patika olduğunu, sarp olduğunu söyleyiverir. Ki hakikate ulaşmak hızla değil sakin ve kararlılıkla olur…
…
Cehalet ve bilgi birbirine zıt görünen iki kavram olsa da esas olarak okumakla değil, ham veya olgun olmakla alakalıdır. Olgunluk; bilmediğini bilmiyorum, okumadığını okumadım diyebilmektir. Olgunluk karşındakini kendinden değil bizzat ondan bilmektir. Olgunluk; şu küçük bilgiyi içerir. Hiçbir şeyi bilemez ve ona hakim olamazsınız. Hakim olduğunu düşündüğün anda o şey artık başka bir şeydir.
Tarih ve toprak, hakim olduğunu zanneden hakim olamayanlarla doludur nihayet…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.