Çevreyi mahvedenlerin önüne geçilemezse yarın biyoteknoloji, genetik, nanoteknoloji,kopyalama ile sıra insanın kıyımına mı gelecektir? Düşünmek ve çözüm bulmak zorundayız
Çevreyi mahvedenlerin önüne geçilemezse yarın biyoteknoloji, genetik, nanoteknoloji,kopyalama ile sıra insanın kıyımına mı gelecektir? Düşünmek ve çözüm bulmak zorundayız
Doğal felaketler dışında, dünyamız sömürgecilikten bu yana kapitalist sistemin her şeyi metaya dönüştürmesiyle çevresel büyük felaketlere tanık oldu ve oluyor. Bu sistem ve çırakları çok uluslu şirketler sürdürülebilir büyümeyi, yeşil ekonomiyi, yenilenebilir enerjileri, robot bilimi, biyoçeşitliliği, genetiği insanlık adına değilde kendi amaçları için kullanarak tanık olduğu bunalımlardan kurtulmak arayışını ve açgözlülüğünü sürdürmek için her yolu deniyor. Denerken de doğayı, çevreyi, içinde yaşayan canlıları ve insanların yaşamını mahvediyor ve doğal felaketlerden daha fazla zarar veriyor.
Hiç de umurunda değil.
Doğal kaynaklar zarar görüyor, tükeniyor, yaşama alanları tehdit ediliyor. Özellikle soyu tükenmekte olan hayvanlar ve bitkiler kaçakçılığın pençesine düşerek tükeniyorlar. Doğal alanlar madenlerle tahrip ediliyor, dereler kirleniyor. Zehirli çöpler gelişmekte olan ülkelerin doğasını kirletmek üzere ihraç ediliyor. Orman alanları yakılarak soya, palmiye yağı gibi ürünler ekilerek yerelin, çiftçinin elinden geçim olanakları alınıyor. Mafya çevre ile yeni bir iş alanı bulmanın ve para kazanmanın sevincini yaşıyor. Tüm bu etkinlikler sonucu birde iklim değişikliğe uğruyor ve iklimde yeniden çevreyi vuruyor, nefesini kısıyor. Çevre felaketlerinin şiddeti, sıklığı ve etkilediği alan giderek artıyor. İşte buna çevrekırım deniyor. İsterseniz çevrekıyım da diyebilirsiniz.
Nedir çevrekırım?
Çevrekırım (ecocide) soykırım gibi çevrenin yıkımı için kullanılan bir sözcük. Burada öncelikle çevre söz konusu, sonra da bu çevre içinde yaşayan canlılar ve insanlar. Ekokırım, ekofelaket, ekolojik cinayet, çevre katliamı gibi adlar da alıyor.
Ortak evimizin yıkılmasıdır. Dünya-Ana’nın yıkımıdır. Gelecek kuşakların yaşam hakkının elinden alınmasıdır.
Ekosistemin aşırı sömürülerek, önemli ölçüde sistemli yıkımını ifade ediyor. Ekosistemin kısmen ya da bütünüyle öncelikle insan ve başka nedenlerle bozulması ve yaşayanların çevrelerinden yararlanmalarının azaltılması ve yokedilmesidir. Bir başka deyişle ekosistemin kâr adına, Batı’nın refahını güvence altına alma adına özellikle sömürgelerde ve gelişmekte olan ülkelerde çevrenin bozulması, yıkımıdır.
Kimi zaman çevrenin onarılması olanaksız hale gelir ya da yeniden onarılmasının maliyeti yüksek olduğu gibi çok da zaman alır ve fazlaca yatırım gerektirir. Çevre suçunu işleyenler ise belirli bir çevre suçu tanımı olmadığından açgözlülüklerine devam ederler. Suç duyurusu yapıldığında ve yargılandıklarında ise para cezası ödeyip kurtulurlar.
İnsanın çevresine verdiği zarar ilk kez günümüzde ortaya çıkmamıştır. Çevresine zarar verip kaybolan uygarlıklar olduğu gibi örneğin Paskalya Adası gibi bu zarardan dolayı göç etmek zorunda kalan insanlar, topluluklar olmuştur.
Çevrekırım kavramı ilk kez ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaş sırasında ormanlarda saklanan Vietkonglu savaşçıları ortaya çıkarmak için kullandığı yaprak dökülmesini sağlayan ot ilacıyla gündeme gelmiştir. 20 milyon galon ilaç atılmış ve ormanların %20’si yok edilmiştir. Ayrıca ilacın bıraktığı dioksin nedeniyle insanlar kas, kemik bozukluklarına maruz kalmış, doğumlarda anormallikler ortaya çıkmıştır. “Sarı ajan” denilen bu zehirli ilaç sarı ya da turuncu değildir ancak içine koyuldukları tankerler sarı işaretli olduğundan bu adı almıştır. Çevrekırım sözcüğü de ilk kez öldürülen eski İsveç Başbakanı Olof Palme tarafından kullanılmıştır. Kimi sivil toplum örgütleri ve hukukçular bu konuda çalışmalarını sürdürmektedirler ve bu çalışmalardan aşağıda söz edeceğiz.
Burada çevrekırım konusunda biraz örnek verelim. Bu yakın çevremiz olabilir, bize uzak çevre olabilir ama sonuçta hepimizin üzerinde yaşadığımız ve nefes aldığımız dünya söz konusudur.
Çevrekırım örnekleri
Önce 1945 yılında Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima kentlerine atılan atom bombalarından başlamak gerekir. İnsan kaybı dışında radyoaktivitenin çevreye verdiği zarar bugün bile sürmektedir. 1970 yılında ABD’de 21.000 ton zehirli çöpün Nevyork eyaletinde (Love canal) toprağa gömülmesi. Bölgeye girmek hâlâ yasaktır. 1989 yılında Alaska kıyılarına 40.000 ton brüt petrolü yayan Exxon Valdez faciasını unutmayalım. 1930’lu yıllarda yine ABD’de yoğun tarımla toprak verimliliğinin kaybolması ve ünlü Dust Bowl (toz bulutu) ile erozyonun geniş bir bölgeyi etkilemesi… Cerattepe’de maden aranmak istenmesi, kentsel dönüşüm, Karadeniz’de Yeşil Yol yapımı, derelerin kardeşliğini mahveden HES (hidro elektrik aantral) yapımları, havalimanı ve otoyol inşaatları ülkemizdeki son örneklerdir. Hollanda’nın zehirli ve tehlikeli çöplerini Fildişi’ne yollayıp insanların ölümüne neden olması, Shell’in Nijerya deltasını onarılmaz şekilde kirletmesi, Monsanto’nun Hindistan’da ürettiği tohumu ve tarım ilacını zorla köylülere satıp yerli tohumu ortadan kaldırıp köylüleri intihara sürüklemesi, BP’in Meksika Körfezi’ndeki petrol kuyusunun patlaması sonucu çevreyi katletmesi, biyoyakıt adına köylülerin elinden alınan araziler, soya, palmiye yağı gibi üretimler için ormanların yakılması, kaya gazının ya da şistli bitümün petrol ya da gaz elde edilmesi için işletilmesi, kutuplarda maden ve petrol arayışları, Çernobil, Fukuşima felaketleri, Mali’de Faléa köyünde uranyum madeninin köylülere ve çevreye verdiği zarar, zehirli tarım ilaçlarının arıları yok etmesi ve kumsalların yeşil yosunlarla kaplanması ve daha niceleri.
Tüm bu olayların hepside çevreyi mahvetmektedir ve orada yaşayan insanların geçim kaynaklarını elinden aldığı gibi göç etmelerine neden olmaktadır. Ayrıca dünyadaki ortak mallara (deniz, okyanus,kutup, atmosfer) zarar vermektedir.
Aral Gölü’nün sularının aşırı ölçüde kullanılarak kurutulması ve sonucunda çevreye verdiği zarar (yağmurun azalması, çölleşme, hayvan ve bitki dokusunun kaybolması) tarımda verimliliği artırmanın, açgözlülüğün sonucudur.
Nükleer çöplerin çıkardığı ve ileride ortaya çıkaracağı sorunlardan kim sorumlu olacaktır?
Sorumlular genellikle hep çok uluslu şirketlerdir.
Her ne pahasına olursa olsun verimlilik artışı sağlamak, rekabete ayak uydurmak yolunda kimsenin çevreye dikkate almaması felaketlere neden olmaktadır.
Hukuk düzleminde çözüm arayışları
Çevrekırımın yarattığı zararlar giderek artmaktadır ve bunun bir suç olarak ele alınması ve sorumlularının yargılanması için kimi kuruluşlar çözüm aramaktadırlar.
Çözüm içinde olayı tanımlamak, yarattığı sonuçları ele almak gerekir. Öncelikle sorulan soru bu bir suç mudur? İnsanlığa karşı bir suç olarak ele alınabilir mi? Gelecek kuşaklara karşı işlenen bir suç mudur?
Çevre suçunu yada çevrekırımı tanımlamak gerekir. Uluslararası alanda kabul edilmiş bir tanım yoktur. Kimi ülkelerde suç olarak ele alınır (Rusya, Vietnam, Çin, Madagaskar). Hukuki düzlemde ele alınması gereken ve çözüm bekleyen sorular şunlardır:
Bu konuda iki görüş ortaya çıkmaktadır. Birincisi End Ecocide on Earth (Dünyada ekokırıma son) adlı STÖ olup ayrı bir suç olmasını ve yarattığı sonuçlara göre tüm sorumluların yargılanmasını sağlamak ve sadece para cezası verilmesini önlemek istemektedirler. Örneğin Total grubuna bağlı Erika tankerinin Fransa kıyılarını parçalanarak kirletmesi sonucu ceza olarak sadece 13 milyon avro ödemiştir. Sorumlu ise ortada yoktur. Ayrı bir mahkeme kurulmasını arzu etmektedirler. Dünya Ticaret Örgütü gibi Dünya Çevre Örgütü’nün ve buna bağlı bir mahkemenin kurulmasını ve çevre suçlarında zamanaşımı ve af olmamasını isterler. Polly Higgins soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve saldırı suçu dışında 5. suç olarak çevre suçunun ele alınması üzerinde durur. Sadece suçu işleyen değil yardım eden, kolaylaştıran da yargılanmalıdır.
Olumlu ÇED raporu verip sonradan çevrekırıma neden olanlarda yargılanmalıdır.
İkinci bir grup ise hukukçulardan oluşur ve kimi suçların sadece ceza hukukuyla yargılanabileceğini ve zaten yargılandığını (yangın çıkarma, hayvan ve bitki kaçakçılığı) ve çevre suçunun isteyerek/bilerek mi yoksa ihmal sonucu ortaya çıktığının ayrımının yapılmasını ileri sürmektedirler. Çevre suçunun ağır sonuçlara neden olması gerektiğini ileri sürerler. Peki nedir ağır suç? Genelleşmiş, sistematik ve olağanüstü mü olmasıdır? Dünya güvenliğini tehlikeye atması mı gerekmektedir? Nasıl ve kim belirleyecektir? Suç ulusalüstü, sınırlararası olduğunda nasıl karar verilecektir? Sonuçta zarar gören insanlara ne olacak ve yaşamlarına nasıl devam edeceklerdir?
Hukukçular olayı prosedür yönünden ele alırlar.
İklimin meydan okumasında hukuk gecikme içindedir.
2010 yılında Eradicating Ecocide hareketi çevrekırımı barışa karşı suç olarak ele almıştır.
2013 yılında Avrupa Vatandaşlar Girişimi çevre ve insana karşı suç olarak ele alınması konusunda çalışmalar yürütür. 2014 yılında Brüksel Sözleşmesi imzalanır ve End Ecocide on Earth örgütü kurulur. Simgesel iklim mahkemeleri kurulur (Ekvator-Quito-2016). Çevre için Nuremberg türü mahkeme kurulması arzu edilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Başkanı Fatou Bensou da çevre suçlarına da el atılacağını 2016 Eylül ayında açıklar. Roma Sözleşmesi’nde çevresel duyarlılık varsa da çevre suçu ya da kırımı ayrı bir tanım olarak yer almamıştır. Buraya ekleme yapılmasını isteyenlerde vardır.
Çevreyi mahvedenlerin önüne geçilemezse yarın biyoteknoloji, genetik, nanoteknoloji,kopyalama ile sıra insanın kıyımına mı gelecektir? Düşünmek ve çözüm bulmak zorundayız.
İklim konferansları gibi bu tür evrensel konularda çözüme ulaşmadan yıllarca konferans ve tartışmalarla sürüp gitmekte, sonuca ulaşmak zor görünmektedir. Bu arada kapitalist sistemde “sürdürülebilirliğini” sürdürüp çevreyi ödediği kimi simgesel cezalarla talan etmeye devam etmektedir. Ne zaman ders alacağız? Ne zaman, nasıl, kimlerle karşı koyacağız? Suçlular gözlerimizin önünde çevreyi mahvetmeye devam ediyorlar.
Birkaç kitap:
İnternet siteleri:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.