Kendi kendimizi kandırmaya gerek yok. Basit bir matematik hesabıyla bu yeni ve özgün dönemi karşılayamayacağımız ortada. Devrimci bir kopuş hamlesine ihtiyacımız var Dünya konjonktüründe tüm güçler kendi sınırlarına dayanmış ve giderek derinleşen ekonomik ve hegemonik çok yönlü kriz sarmalının ağırlığıyla sarsılıyor. İçinde debelendikleri hegemonya savaşımının refleksleriyle sürekli devinim halinde oradan oraya hamleler yapıyor, alabildiğine karmaşık, ağır ve keskin […]
Kendi kendimizi kandırmaya gerek yok. Basit bir matematik hesabıyla bu yeni ve özgün dönemi karşılayamayacağımız ortada. Devrimci bir kopuş hamlesine ihtiyacımız var
Dünya konjonktüründe tüm güçler kendi sınırlarına dayanmış ve giderek derinleşen ekonomik ve hegemonik çok yönlü kriz sarmalının ağırlığıyla sarsılıyor. İçinde debelendikleri hegemonya savaşımının refleksleriyle sürekli devinim halinde oradan oraya hamleler yapıyor, alabildiğine karmaşık, ağır ve keskin bir ivmeyle üzerlerine gelen çoklu krizin dağıtıcı ve parçalayıcı basıncını, kendileri lehine çevirmeye ve güç kazanmaya çabalıyorlar.
Keza, Türkiye de öyle. Ülke, üst ölçekten üzerine gelip çarpan ve çapı giderek büyüyen, genişleyen, fay hatları giderek kırılganlaşan ve derinleşen çoklu kriz sarmalının göbeğinde, Erdoğan/AKP iktidarı öncülüğünde kaos zeminine doğru yokuş aşağı sürükleniyor.
İklim sertleşiyor, kaos dinamikleri zenginleşiyor; ama sadece yukarıdan gelen basınçla değil, içeriden ve aşağıdan gelen tarihsel dalgalanmaların ve iktidarı sıkıştıran ve kuşatan dinamiklerin tahrip edici etkisiyle hırpalanarak ve aşınarak…
Darbe mekaniği hâlâ devrede
Sadece son birkaç yılda, toplumsal/politik rutinin ezberlerini ve akışını değiştiren tarihsel momentlere tanıklık ettik.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin başlattığı Devrimci Halk Savaşı ile gelen çözüm masası, Gezi ayaklanması, Rojava Devrimi, 17-25 Aralık operasyonları, 7 Haziran seçimleri Erdoğan/AKP iktidarını tökezleten ve bozguna uğratan esas sarsılma dinamikleri idi. Unutmadık öyle değil mi?
Ve sonra ne oldu, iktidar 7 Haziran seçimlerini lağvedip, halkın iradesini yok sayarak darbe yaptı, tek adam rejimin darbe mekaniğini devreye soktu. 10 Ekim Katliamı’yla pik yapan ve Kürtleri tasfiye politikalarıyla başka bir boyuta evrilen, katliam savaş ve bombalar zirveleriyle, şok doktrini tezi çerçevesinde darbe mekaniğini sürekli üreterek ve zeminini olgunlaştırarak başkanlık rejimine doğru sınırları zorlayarak yürüdü.
Ve şimdi, 15 Temmuz darbe girişimi ile geldiğimiz nokta ortada. Toplumun en ince damarlarına değin nüfuz eden şok ve kriz gerçekliği, muazzam bir devlet çatlağı ile karşı karşıyayız.
Sözün özü, Türkiye geçmişten devraldığı genetik kodları, kendine özgü dinamikleri ve çelişkileriyle, eşi benzeri az görülür özel bir tarihin içine yerleşiyor.
Olağanüstü yıkıcı, kaotik ve kritik toplumsal ve politik atmosfer, 15 Temmuz darbe girişimi ardına dünün“anomalisine” bile geri dönüşü olmayan, henüz zemini bulanık, geleceği belirsiz yeni bir boyuta sıçradı.
Öyle bir süreç ki, mevcut devlet krizinin yeni girdilerle yeniden yarılıp derinleşeceği, her an ani toplumsal sıçramaların ya da yeni kırılma dinamiklerinin yaşanabileceği, tarihsel gelişmelere gebe yüksek bir gerilim hattındayız.
Erdoğan güçlü değil!
Erdoğan/AKP iktidar bloku 15 Temmuz gecesi darbenin “başarısız” olacağını anlar anlamaz, ağır şoku atlatmak için krizi fırsata çevirmeye ve meşruluk zemini yaratma hamlelerine yöneldi.
OHAL ‘i de arkasına alarak, “demokrasi ve kahramanlık” destanları yazıldı, darbe karşıtı kutlamalar yeni rejimi taçlandırma eylemlerine dönüştürülüverdi.
Amma velakin gel gör ki, “milli mutabakatın” lideri, darbeyi alaşağı eden “başkomutan” gerçekte yazıp çizildiği ve taraftarlarının efelendikleri kadar güçlü değildi.
Neden mi? Sözde “başarısız” denen darbe girişimi ile bile oluşan derin hasar ortada.
Devletin bütün katlarında, yukarıdan aşağıya tüm katmanlarında boşluklar oluşuyor.
Ordudaki zayıflama, devlet mekanizmalarındaki güvensizlik, güvenlik ve istihbarat zaafı… Yumruğun nereden geleceğinin belli olmağı bir ortamda kime karşı ve nasıl savaşabilirsin ki? Haydi savaşmaya cüret ettin diyelim, nereye kadar gidebilirsin, üstelik sağdan soldan, aşağıdan yukarıdan sıkıştırılmışken?
Uluslararası arenadaki “değerlik yalnızlık” pozisyonundan aniden ve hızlıca yeni eksen arayışlarına girilmesi tesadüf olmasa gerek, öyle değil mi?
Velhasıl, Erdoğan güçlü falan değil, henüz bu muğlak zeminde, gözleri sisli, omzunda yumurta küfesi ile ayağa kalkmaya, belini doğrultmaya çabalıyor. Freni patlamış, tekerleri delinmiş bu kamyonun bir duvara toslama olasılığını herkes görebilir.
Ancak şu da bir gerçek, Erdoğan ayakta kalabilmek için güç biriktiriyor.
OHAL süreci güçlü bir sermaye birikim süreci olarak işletiliyor. Neoliberal saldırılar alabildiğine artıyor. Emeğe, işçiye, emekçiye, doğaya, yaşam alanlarına, halklara, inançlara ve kadınlara yönelik sömürü mekanizmalarının dişlileri sertleşiyor, genişliyor.
Aynı şekilde, yoluna taş koyabilecek halkçı, devrimci, demokrat kesimler tırpanlanıyor.
Son gelen demeçler, KHK’ler ardına gelen hamlelerden anlaşıldığı üzere, Erdoğan karşıtı tüm muhalif güçlere yönelik kapsamlı bir cadı avı başlatılacağı da apaçık ortada.
Sollarımız, sorunlarımız ve ne yapmalı?
O halde, sadede gelelim, esas soruyu soralım. Sosyalist, halkçı, sol güçler ne yapıyor, ne yapmalı?
Açıkça ortaya koyalım. Türkiye’de sol, sosyalist devrimci hareketler derin bir açmaz içinde.
Özellikle Gezi ayaklanmasından bugüne içerisinden geçtiğimiz tarihsel momentlerde bu açmaz iyice derinleşti. Ve neticede, Türkiye siyasetinde ciddi bir siyasal boşluk, sol/sosyalist hattı kuramama ve önderleşememe zaafı olarak karşımızda tüm vahameti ile duran bir tablo var.
Hayat nasıl ki durduğu yerde durmuyorsa, sollarımız da her tarihsel kavşakta konumlandığı zemin ve pozisyon alışlara göre yeniden şekilleniyor. Aşağıdan ve yukarıdan gelen sarsıcı basınç, şok ve kriz sarmalı nasıl ki, iktidar odaklarını alabildiğine zorluyor ve afallatıyorsa, maalesef ki solda da başka biçimler ve çeşitli düzeylerde yansımalarını gösteriyor.
Gezi isyanında, sollarda belirginleşen sağa ya da sola doğru savrulmalar ve kopuşlar her yeni eşikte derinleşiyor. Saflar giderek netleşiyor.
Sosyalistler arasında yeni ve farklı eksenler oluşuyor.
***
Marta Harneker “Tanı koyan çok, çare bulan yok. Siyasal bir pusulaya sahip olmadan yol almaya çalışıyoruz” diyor dünya sollarını tanımlarken. Ne güzel de diyor.
Ancak bizim sollarımızda, hem tanı koyma hem pusulasızlık hem de hamlesizlik zaafı var. Konjonktürün bütünlüklü okunamayışı ve paradigma yoksunluğu, devrimci olasılıkları değerlendiremeyip geri tepme ve yeni dönemin özgün görevlerine cevap üretememekle sonuçlanıyor.
İdeolojik hattaki paradigma boşluğu ise, dışarlak, yüzeysel ve panikçi analizler olarak, seyirci kalan, dışarıdan bakıp süreci geçiştiren ya da düşmanı hafife alıp kavrayamayan uçkun tarzda yaklaşımlar olarak kendini dışa vuruyor. Kendi komünist varoluşsal duruşunu bir kenara iterek, oraya buraya yaslanıp başka hareketlere içerilmekle sonuçlanıyor.
Devrimci bir kopuş hamlesi
Kendi kendimizi kandırmaya gerek yok. Basit bir matematik hesabıyla bu yeni ve özgün dönemi karşılayamayacağımız ortada. Devrimci bir kopuş hamlesine ihtiyacımız var.
Dönemin acil ihtiyacı olan demokrasi cephesi zeminlerini inşa etmek, elbette elzem. Çeşitli düzeylerde geliştirilmeye çalışılan güç biriliği ve cephe girişimlerin içinde olmak, esnek ve kapsayıcı bir eksende orayı beslemek ve ön açıcı olmak önemli ve gerekli. Ancak, bu haliyle ve tek başına yetersiz.
Bağımsız ve güçlü bir sosyalist duruşun inşasına soyunmak, oluşan eksen arayışlarını yoklamak, içinde olmak ve süreklileştirmek, birlikte etme/eyleme zeminlerini, deneyimlerini çoğaltmak ve mutlaka kazanmak için yola çıkmalıyız.
Halkın geleceksizlik, güvensizlik ve umutsuzluk kaygılarına cevap üretecek mekanizmalar kurmalı, umut olmalıyız.
Siyasal ufkumuzun sınırları zorlayalım.
Farklı mücadele biçim ve düzeylerine alan açacak ve nefes alacak yeni politik kanallar açmalı, dar pratikçi araçsallığa düşmeden halkın kendini ifade edebileceği zeminler yaratmalıyız. Etkin aktif, yaratıcı ve zengin mücadele araçlarını geliştirerek, yaşamın tüm alanlarına yayılmış direnişçi bir hattı örmeli, karşı hegemonya alanları inşa etmeliyiz.
Kazanılabilir, ortak ve somut bir hedef ve iktidar perspektifinden hareketle, Demokratik bir Cumhuriyet’e yürüyebiliriz. Bu mümkün ve daha da ötesinde tarihin önümüze çıkardığı bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Unutmayalım, karmaşa ve kaos zeminleri devrimci durumlara içkindir ve tarihsel gelişmelere gebedir.
Şimdi, durumu idare etmecilikten sıyrılıp öncülüğe soyunma vakti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.