İhtiyacımız olan şey, yeniden üretim alanında, sermaye ve piyasa mantığının dışında yeni işbirliği biçimleri yaratmayı hedefleyen kolektif bir mücadelenin yeniden başlatılması. Bu bir ütopya değil; dünyanın birçok yerinde halihazırda başlamış ve geçim kaynaklarımıza yönelik süregiden kurumsal saldırı dikkate alındığında genişleyeceği de kesin olan bir süreç. Toprak işgalleri, kent bostanları, topluluk destekli tarım üzerinden, çeşitli takas […]
İhtiyacımız olan şey, yeniden üretim alanında, sermaye ve piyasa mantığının dışında yeni işbirliği biçimleri yaratmayı hedefleyen kolektif bir mücadelenin yeniden başlatılması. Bu bir ütopya değil; dünyanın birçok yerinde halihazırda başlamış ve geçim kaynaklarımıza yönelik süregiden kurumsal saldırı dikkate alındığında genişleyeceği de kesin olan bir süreç. Toprak işgalleri, kent bostanları, topluluk destekli tarım üzerinden, çeşitli takas ve yardımlaşma biçimlerinin, alternatif sağlık hizmeti biçimlerinin yaratılması üzerinden (bunlar, yeniden üretimin reorganizasyonunun daha gelişmiş olduğu alanların bazıları), yeniden üretken işi boğucu ve ayrımcılık yaratan bir faaliyet olmaktan çıkarıp insan ilişkilerin en özgürleştirici ve yaratıcı deneyimlenme zeminine dönüştürebilecek yeni bir ekonomi ortaya çıkmaya başlıyor.
Gezegende sol yılların ana siyasi gelişmelerinden biri, kadınların, ev işine kısıtlanmaya karşı, hem bu işin hem de kadınların sermaye ve devletle ilişkisinin yeniden tanımlanması ile sonuçlanan isyanı oldu. 70’lerin Kadın Özgürlük Hareketi, bu isyanın siyasi ifadesiydi. ‘Ev işi’ne ve onunla birlikte gelen sonuçlara karşı bir hareketti: erkeklere ekonomik ve sosyal bağımlılık, toplumsal ayrımcılık ve yeniden üretim faaliyetlerinin kadınlığa atfedilen işler olarak doğallaştırılması. Kadınlar, devletin bedenlerini kontrol etmeyi bırakmasını, kürtajın suç olmaktan çıkarılmasını, kadınların evlilik içi şiddet görmesinin ve tecavüze uğramasının artık normal görülmemesini, okul müfredatlarının kadınların tarihteki varlığını tanıyacak şekilde gözden geçirilmesini talep ederek sokaklara çıktılar. İsyanları, ‘ev işi yapmayı reddetmek’, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da hızla artmış olan doğum oranlarının düşmesi (Dalla Costa 1977) ve boşanma ve reisin kadınlar olduğu aile sayısındaki artış gibi, yalnızca hareketteki kadınların fark edebileceği daha az görünür biçimler de aldı.
Ev işi ve yeniden üretimin feminist teorilerde 70’lerde oynadığı merkezi rol bu mücadelelerden kaynaklanıyordu. Kadınların kendilerini ev kadını olarak tanımlamayı reddetmesi, kadınlar tarafından yerine getirilen ücretsiz ev işinin, işgücü üretiminin özellikle kapitalist bir biçimi ve bir sömürü alanı – işgücünün günlük olarak yeniden üretildiği toplumsal fabrika – olarak anlaşılmasını mümkün hale getirdi. Aynı zamanda, Marx’ın üretken emek konseptini, günümüzde Marksist teori ve pratiğe en önemli katkılardan birini teşkil eden bir eleştiri üzerinden yeniden düşünmeyi de mümkün hale getirdi.
Bu analiz temelinde birçok feminist, yalnızca ‘ev içi köleliği’ değil ücret ilişkisi üzerinden yaratılan emek hiyerarşilerini de altüst etmek için stratejik bir talep olarak ‘ev işi için ücretler’ çağrısı yapabildi. Ev İşi İçin Ücretler Kampanyası 1970’lerin ortasında ABD ve Kanada’nın yanı sıra birçok Avrupa ülkesine yayıldı ama hiçbir zaman kitlesel bir hareket haline gelmedi ve siyasi potansiyeli hiç sınanmadı. Kuzey Amerikalı ve Avrupalı feministler arasında hakim strateji ücretli işyerindeki ayrımcılığa karşı mücadele etmek, kadınların daha önce erkek alanı sayılan mesleklere girebilmesini sağlamak ve kadınların ev dışında iş bulabilmesi için devlet tarafından desteklenen kreşler talep etmekti. Özellikle ABD’de, 70’ler sonuna doğru ev işi ve yeniden üretim sorunları feministlerin gündeminden pratik olarak düştü. O kadar ki 1976’da Yüksek Mahkeme işverenlere ücretli annelik iznini zorunlu hale getirme önerisini reddedebildi. Özellikle liberal feministler arasında, eşitlik şartının ‘aynılık’ olması gerektiği varsayıldı; dolayısıyla cinsiyete özel her talep – örneğin annelik izni – kadınların erkeklerle siyasi eşitlik talebinin altını oyduğu düşünülen bir ‘özel muamele’ çağrısı sayılarak reddedildi.
O zamandan beri, küresel politik ekonomide dünya çapında feminist stratejileri yeniden ele almayı zorunlu kılan birçok değişiklik yaşandı. Dünya ekonomisinin neoliberal yeniden yapılandırılması, ücretli emeği bir geçim ve toplumsal yeniden üretim yolu olarak güvenilemez hale getirerek, siyasal alanı da yeniden tanımladı. En önemlisi ise, dünya genelinde müşterek kaynakların özelleştirilmesine ve talan edilmesine karşı tabandan örgütlenen kadın hareketlerinin ortaya çıkması, daha kooperatif yaşam biçimleri yaratmanın ve temel geçim kaynaklarımızı geri almanın ne kadar acil olduğunu gösterdi. Eş zamanlı olarak, feminizmin Birleşmiş Milletler tarafından kurumsallaştırılması, kadınların mücadelesini neoliberal gündemin ve piyasa ilişkilerinin geliştirilmesinin hizmetine soktu. Farklı bir mecradan da akademide feminist bakış açısının, kadın deneyimlerini mutlaklaştırmak ve kimlik siyasetine boğulmakla eleştirilerek reddedilmesi de, siyasi bir hareket olarak feminizmi istikrarsızlaştırdı.
Bu karşıt trendler, feminist hareketlerin özellikle de süren küresel ekonomik kriz bağlamında gelecekte ne rol oynayacağını öngörmeyi zorlaştırıyor. Ancak, son otuz yıl, ücret mücadelesinin ‘kadınların kurtuluşu’ için bir temel olarak sınırları konusunda bize önemli dersler sundu.
70’lerde, Kuzey Amerikalı feministler ev dışında işe girmenin kadınları felç edici yalıtılmışlıktan kurtaracağını, sınıf mücadelesine katılmalarını ve evi ve ev işini geride bırakmalarını sağlayacağını sandılar. Kırk yıl sonra bu varsayımların yanlış olduğunu ve uluslararası sermayenin, işgücünün feminist hareketi üretmiş olan kompozisyonunu parçalama ve radikal potansiyelini iç etme kapasitesini hafife aldığını görüyoruz. Dolayısıyla, kadınlar ‘işyerine’, işçilerin ücretlerine ve istihdam seviyelerine yönelik, ABD’nin geniş kesimlerinin sanayisizleşmesi, Küresel Güney’de yerel sanayilerin dağıtılması ve işin güvencesizleştirilmesi ile sonuçlanan dünya genelindeki tarihsel bir saldırı döneminde girdiler. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, onları bekleyen işler iş skalasının dibindekiler, en monoton, en tehlikeli, en az güvenli ve en düşük ücretli işler oldu. OECD ülkelerinde, kadın istihdamındaki patlama – 1990’larda kadın nüfusunun %60’ına ulaşmıştı – hizmet sektörlerinde yaşandı. Bu, çağrı merkezleri ve veri giriş firmaları için işgücü arzına ek olarak, kadınların evdeki ev işi, restoranlarda, hastanelerde, kafeteryalardaki ev işi ile değiştirdiği anlamına geliyor.
Küresel Güney’de durum daha yıkıcıydı. Burada kadın istihdamındaki artış ‘enformel sektörde’ (düşük ücretli ev işine verilen örtmece bir ad) veya Serbest İhracat Bölgelerinde (Kuzey’de kapanan imalat sanayilerinin taşındığı küresel terhaneler) oldu. Sürekli olarak – ve solcular tarafından da – kadınlar için bu modern çalışma evlerinde çalışmanın faydaları, öğrendikleri beceriler, bu tür istihdamdan elde ettikleri bağımsızlık anlatıldı bize. Ama kuşaklarca genç kadın, hapishane benzeri çalışma rejimlerine maruz kaldıkları bu işlerde üç kuruş karşılığında bedenlerini ve zihinlerini tükettiler.
Asgari ücretin altındaki, çoğu zaman sözleşmesiz olan geçici işler de Çin’den Bulgaristan’a dek eski sosyalist ülkelerde norm haline geldi. Sosyalizmden kapitalizme geçiş kadınların emeğini değersizleştirdi. Doğu Avrupa’nın piyasalaşmış ekonomilerinde kadınların istihdamdan ne kadar az şey bekleyebileceği, bu bölgeden, bulabilecekleri iş (ev içi işçileri, seks işçileri, yaşlı bakıcıları, hemşireler olarak) genellikle bir sosyal statü kaybı ve yıllarca devam edecek bir toplumsal izolasyon getiren Batı Avrupa ülkelerine ve ABD’ye yüksek sayıdaki kadın göçünden ölçülebilir.
Toplamda, kadınların ücretli işyerine girişi, emek gücü üretiminin maliyetini en aza indirmeye hizmet edecek şekilde, bir yandan işverenlerin tüketici mal ve hizmetlerinin ucuza üretildiği yeni plantasyon türleri yaratmasına imkan verirken diğer yandan yoksulluğun kadınlaşmasına katkı sağladı ve kadınların işgününü uzattı.
Kadın istihdamındaki artış sayesinde ücretsiz ev işi ve cinsiyete dayalı hiyerarşilerin ortadan kalktığı mitini de yok etmemiz gerekiyor. Doğru; ev içinde gerçekleştirilen birçok iş, hizmet sektörünün patlamasına sebep olacak şekilde ticari bir temelde yeniden organize edilip evin dışına çıktı. ABD’de 1990 ile 2006 arasındaki dönemde, gıda hizmetleri ve eğlence mekanlardaki istihdam üç milyon arttı. Aynı dönemde, fastfood işçilerinin sayısı 2.700.000’den 4 milyona yükseldi. Ancak bunlar, resmi istatistiklere ve kategorilere göre, saatte 7.77 dolar sent kazanan, Amerika’daki en düşük ücretli işçilerdi [bkz. Birleşik Devletler 2008 İstatistikleri, Tablo 614, s. 406].
Kadınlar çocuk sahibi olmamaya karar vererek veya sahip olacakları çocuk sayısını ve partnerlerine verdikleri hizmetleri azaltarak bazı ev işlerini reddettiler. ABD’de, doğum oranı 1960’lardaki 1000 kadına 118 seviyesinden 2006’da 66,7’ye düşerek 1980’de 30 olan yaş ortalamasının 2006’da 36,4’e yükselmesine sebep oldu. Bu doğurma grevi, doğum oranlarının yıllarca ölüm oranlarının altında kaldığı (İtalya örneğin) bazı Avrupa ülkelerinde en dramatikti. Evlilik ve evli çift sayısında da düşüş yaşandı (ABD’de 1990’da tüm hanelerde %56’dan 2006’da %51’e) ve eş zamanlı olarak, ABD’de yalnız yaşayan insan sayısında, 23 milyondan 30,5 milyona 7,5 milyonluk bir artışla, %30’luk yükseliş oldu. Ama bu gelişmeler, kadınların çoğunluğunun yapması beklenen ev işinin miktarında önemli bir değişiklik getirmedi, ne de buna dayalı cinsiyet temelli eşitsizlikleri ortadan kaldırdı.
Küresel açıdan baktığımızda, kadınların her ülkede halen ev işinin çoğunu yapmakla kalmayıp, devletlerin sosyal hizmetlere yatırımları kesmesi ve sanayi üretiminin desantralize edilmesi nedeniyle, bugün yaptıkları ücretli ve ücretsiz ev işi miktarının da, ev dışında bir işleri olduğunda bile aslında artmış olduğunu görürüz. Gerçekten de, gezegen çapında işçi sınıfından birçok kadın, çalışmaktan başka bir şeye vakit bırakmayan olağanüstü uzamış iş haftasının yükü altında iki işi birlikte yürütüyor.
Özelde üç faktör kadınların işgününün uzamasına ve yeniden üretim işinin eve geri dönüşüne neden oldu.
Kadınlar, küreselleşme sürecinin tetiklediği ancak artık dünya ekonomisinin kalıcı bir özelliği haline gelmeye yazgılı ekonomik krizin şok emicileri oldular. Yaptıkları ekstra iş, işten çıkarılmaları, zamlanan gıda fiyatlarını, sosyal hizmetlerin kesilmesini ve özelleştirilmesini ve genel olarak aile gelirinin buharlaşmasını telafi ediyor. Bu durum, devletin sağlığa, eğitime, kamusal ulaşıma ve diğer temel ihtiyaçlara yatırım yapmayı pratik olarak bıraktığı Yapısal Uyum Programlarına maruz bırakılmış ülkeler için özellikle geçerli. Sonuç olarak gezegen genelinde, su getirmek, yiyecek bulmak ve yemek hazırlamak, sağlık hizmeti özelleştirildiğinden kliniğe gitmeye para yetmediği ve yetersiz beslenme ve çevresel yıkım insanların hastalanma riskini artırdığı için artık daha sıklaşan ve daha fazla zarar veren hastalıkla baş etmek için artık daha fazla zaman harcamak zorundalar.
ABD’de de, bütçe kesintileri nedeniyle hastanelerin ve diğer kamu kurumlarının geleneksel olarak yaptığı işler özelleştirilmiş ve eve, kadınların ücretsiz emeğine transfer edilmiş durumda. Şu anda hastalar ameliyat sonrasında hemen taburcu ediliyorlar ve eskiden olsa doktorlar ve profesyonel hemşireler tarafından yapılacak olan bir sürü ameliyat sonrası ve diğer tedavi edici tıbbi işin (örneğin kronik hastalara yönelik) evde yapılması gerekiyor. Öte yandan yaşlılara yönelik devlet yardımları da (ev temizliği, kişisel bakım gibi) kesildi. Ev ziyaretleri kısaldı ve verilen hizmetler azaldı.
Yeniden üretken emeği tekrar eve merkezleyen ikinci faktör, kısmen sanayi üretiminin dağıtılması, kısmen de ‘enformel işin’ yaygınlaşması nedeniyle “ev işi”ndeki genişleme oldu. David Staples’in No Place Like Home (2006) kitabında yazmış olduğu gibi, ev işinin, anakronik bir iş biçimi olmanın çok ötesinde, bugün milyonlarca kadını ve çocuğu dünya çapında kasabalarda, köylerde ve varoşlarda meşgul eden uzun vadeli bir kapitalist strateji olduğu görüldü. Staples, doğru bir şekilde, ücretsiz ev içi emeğin çekimiyle işin “amansızca” eve çekildiğine işaret ediyor, çünkü işi ev temelinde örgütleyerek, işverenler onu görünmez kılabiliyor, işçilerinin sendikalaşma çabasının altını oyabiliyor ve ücretleri asgariye çekebiliyor. Birçok kadın bir yandan ailesine bakarken bir yandan da para kazanmak için bu işi [ev işçiliği, ç.n.] seçiyor ama sonuç “iş formel bir ortamda gerçekleştirilseydi ödenecek olan ortalamanın çok altında ücretler kazandıran ve cinsiyetçi işbölümünü kadınları ev işine daha derin gömecek şekilde yeniden üreten” bir işe kölelik oluyor. (Staples: 1-5)
Son olarak, maaşlı çalışmak, kadınların erkeklerden ekonomik bağımsızlığını artırsa da cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmadı. Büyümekte olan erkek işsizliğine rağmen, kadınlar halen erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Kadına yönelik erkek şiddetinde de, kısmen ekonomik rekabet korkularının, kısmen aile reisi rollerini yerine getirememelerinin ezikliğinin, hepsinden öte ise, kadınların eskiden verdiği hizmetleri artık aynı şekilde alamıyor olmalarının hıncının tetiklediği bir artışla yüz yüze kaldık.
Bu analizden sayısız sonuç çıkarılabilir. Birincisi, bazı Marksist feministlerin ifade etmeyi sevdiği gibi, ücretli emek mücadelesi veya “işçi sınıfına katılma” mücadelesi, kurtuluşa giden yol olamaz. Ücretli istihdam bir gereklilik olabilir ancak bir politik strateji olamaz. İkincisi, yeniden üretken iş değersiz kılındığı, özel bir mesele ve kadınların yükümlülüğü sayıldığı sürece, kadınlar erkeklere nazaran sermaye ve devletle daha az güce sahip ve sosyal ve ekonomik açıdan zarar görmeye aşırı açık koşullarda karşı karşıya kalacaklardır. Yeniden üretken işin piyasa temelinde azaltılması veya yeniden örgütlenmesi konusunda da ciddi sınırlar var. Çocuk, yaşlı ve hasta bakımını, bakıma ihtiyacı olanlara büyük bir bedel ödetmeksizin nasıl azaltabilir veya ticarileştirebiliriz ki? Gıda üretiminin piyasalaştırılma derecesinin sağlığımızın bozulmasına etkisi (örneğin çocuklarda obezitenin artması), bu bağlamda öğretici olabilir. Bu ‘çözüm’, yeniden üretken işin küreselleşmesi açısından bakıldığında, şu anda ücretli bakım sağlayıcılarının ailelerine aktarılmış durumda olan ev işi krizini uzatacaktır sadece.
İhtiyacımız olan şey, yeniden üretim alanında, sermaye ve piyasa mantığının dışında yeni işbirliği biçimleri yaratmayı hedefleyen kolektif bir mücadelenin yeniden başlatılması. Bu bir ütopya değil; dünyanın birçok yerinde halihazırda başlamış ve geçim kaynaklarımıza yönelik süregiden kurumsal saldırı dikkate alındığında genişleyeceği de kesin olan bir süreç. Toprak işgalleri, kent bostanları, topluluk destekli tarım üzerinden, çeşitli takas ve yardımlaşma biçimlerinin, alternatif sağlık hizmeti biçimlerinin yaratılması üzerinden (bunlar, yeniden üretimin reorganizasyonunun daha gelişmiş olduğu alanların bazıları), yeniden üretken işi boğucu ve ayrımcılık yaratan bir faaliyet olmaktan çıkarıp insan ilişkilerin en özgürleştirici ve yaratıcı deneyimlenme zeminine dönüştürebilecek yeni bir ekonomi ortaya çıkmaya başlıyor.
Öte yandan, dünya ekonomisindeki küreselleşmenin sonuçlarının, milyonlarca kadının, piyasadaki değerlerinin ne olacağına bakmaksızın ailelerinin desteklenmesini sağlamak amacıyla gösterdiği çaba olmasaydı kesinlikle çok daha ağır olabileceğini de göz ardı etmemeliyiz. Kamusal arazilerin işgalinden kent bostanlarına kadar çeşitli doğrudan eylem biçimlerinin yanı sıra geçim faaliyetleri üzerinden de kadınlar, topluluklarının toptan mülksüzleşmeden kurtulmasına, bütçelerini genişletmesine ve mutfaktaki tencerenin dolmasına yardımcı oldular. Etraflarındaki dünya savaşlar, ekonomik krizler ve devalüasyonlarla çalkalanırken, şehirlerdeki terk edilmiş tarlalara mısır ektiler, yol kenarlarında satmak için yemek pişirdiler, Şili ve Peru örneklerinde olduğu gibi komünal mutfaklar – ola communes – kurdular ve yaşamın toptan metalaştırılmasının önünde durdular ve yaşamlarımız üzerinde kontrolü yeniden ele alacaksak zaruri olan, yeniden üretimin yeniden kolektifleştirilmesi sürecini başlattılar.
Okuma önerileri:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.