Kadınlar yurttaşlığı da yeniden tanımlayacak bir “eşitlik” mücadelesini, dinsel gericiliğe ve faşizme karşı mücadele içinde yeniden kurma tarihsel göreviyle karşı karşıya.
Kadınlar yurttaşlığı da yeniden tanımlayacak bir “eşitlik” mücadelesini, dinsel gericiliğe ve faşizme karşı mücadele içinde yeniden kurma tarihsel göreviyle karşı karşıya.
Son yönetmelik değişikliği ile artık polisler türban takabiliyor. Siyasal İslam’ın simgesi türban, önce İslamcı iktidar partisi tarafından üniversitelerde “Başörtülü kadınların eğitim özgürlüğü” söylemiyle, bir mağduriyet öyküsü olarak işlenip topluma dayatıldı. İktidar eli ile sürdürdüğü yolculuğun sonunda türban artık neoliberal ve dinci gerici rejimin özünün, yani zor aygıtının “simgesi”.
Üniversitede, Meclis’te, ortaöğretim kurumlarında, giderek kamu hizmeti üreten kurumlarda ve son olarak da egemenlerin toplumu baskı ve zor yolu ile kontrol altına alma kurumları olan yargı ve polis teşkilatında (yakın bir zamanda muhtemelen orduda) “türban”, bir serbestlik imgesi değil, sınır çizgilerini işaret eden bir bayrak. Neoliberal İslamcı rejimin, piyasacı gerici kamunun ve “Türk-Sünni-Erkek” yurttaşlığın, yani “milletin” sınırları yine kadın bedeni üzerinden işaret ediliyor.
Burjuva yurttaşlığın “yasal ve siyasal anlamdaki resmi-biçimsel eşitlik” anlayışından ve burjuva laiklik ilkesinden türeyen kamu görevlilerinin görevlerini icra ederken “sınıfsal, toplumsal, cinsel, dinsel, etnik farklılıklara” göre davranmayacağını, örneğin herhangi bir dinsel simge taşıyamayacağını öngören “kurallar” artık toptan rafa kaldırıldı. İktidar artık tüm kamu kurumlarını ve görevlilerini “dinsel gericiliğin” taşıyıcılarına dönüştürüyor.
İktidar tam da 28 Şubat sırasında “Türbanı çıkarın üniversiteye girin” diyen Fethullah Gülen’in kadroları abisi-ablasıyla tasfiye edilen yargı ve emniyet teşkilatında yapılan son düzenlemelerle artık kadınlara da ancak “türbanı takarak” ve Türk-Sünni-Erkek yurttaşlığın mütemmimi (tamamlayıcısı) konumuyla kamuya dahil olabileceklerini söylüyor. Artık türbanlı kadın polislerin ancak birer “ahlak devriyesi” olarak kadın özgürlüklerini boğazlamak üzere dahil olabileceği bir kamunun inşasına tanıklık ediyoruz.
Dinsel gericiliğin, rejimin/kamunun/yurttaşlığın temel ekseni haline geldiği; yargının kadın ikincilliğinin kabulüne dayalı bir “adalet” anlayışı ile tanımlanan dinsel-siyasal bir düzenin bekçisi olduğu; polisin bu düzeni “koruyan” devletin eli silahlı şiddet örgütü olarak tanımlandığı durumda kadınların mücadelesinin “eşit yurttaşlık” talebi ile sınırlandırılamayacağı açık. Kadınlar yurttaşlığı da yeniden tanımlayacak bir “eşitlik” mücadelesini, dinsel gericiliğe ve faşizme karşı mücadele içinde yeniden kurma tarihsel göreviyle karşı karşıya. Üstelik bu toplumda ezilenlerin gericiliğe ve faşizme karşı mücadelesini cinsiyet eşitlikçi bir mücadele haline getirmekten değil, bu mücadeleyi en baştan kadınlar tarafından ve kadın özgürlüğü sorununu merkeze taşıyarak kurmaktan bahsediyoruz.
Ne uzlaşırız ne geri basarız! Bu hayatı ve ülkeyi yeniden yaratacağız!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.