Devrimciler ölümü kutsamaz, yaşam hakkının önemini yadsımaz ama ölenlerin boşuna öldüğü ve en büyük önceliğin hayatta kalmak olduğu gibi bir düşünceyi de savunmaz. Sistem tarafından sürekli yeniden üretilen güvenlik risklerini, mücadeleden geri durmanın gerekçesine dönüştürmez Melih Pekdemir’in 5 Eylül günü BirGün’de yayımlanan “Niye ölelim ki” başlıklı yazısını[1] okuyunca, 2004’teki “Zor dostum zor” başlıklı talihsiz yazısı[2] […]
Devrimciler ölümü kutsamaz, yaşam hakkının önemini yadsımaz ama ölenlerin boşuna öldüğü ve en büyük önceliğin hayatta kalmak olduğu gibi bir düşünceyi de savunmaz. Sistem tarafından sürekli yeniden üretilen güvenlik risklerini, mücadeleden geri durmanın gerekçesine dönüştürmez
Melih Pekdemir’in 5 Eylül günü BirGün’de yayımlanan “Niye ölelim ki” başlıklı yazısını[1] okuyunca, 2004’teki “Zor dostum zor” başlıklı talihsiz yazısı[2] geldi aklıma.
Pekdemir o yazıda “burjuva demokratik devrimin” AB’ye üyelik sürecinin ittirmesi sonucu AKP iktidarı eliyle yukarıdan tamamlandığını, sola Demokratik Devrim programı çerçevesinde yapacak bir şey kalmadığını öne sürmüştü. Sömürge tipi faşizm, “kurucu bir parti” eliyle kendini dönemin koşullarına göre yeniden yapılandırırken, Pekdemir bu süreci “Demokratik Devrimin tamamlanması” diye niteliyordu. Bu akılla hareket eden “sol” ise, günün acil sorununa yanıt üretmek yerine, karşıdevrime eklemlenerek ya da en hafifinden direnmeyerek sorunun bir parçasına dönüşüyordu.[3]
Pekdemir şimdiki yazısında da “işbaşındaki şeytanların” gidici olduğunu, bu sürecin maalesef bizim elimizden olmayacağını, “intihar” dediği sistem içi bir çatışmayla devrilmekte olduğunu, bu süreçte sol muhalefeti de nafile bir çabayla katlettiklerini ve baskı altına aldıklarını yazmış. 12 yıl sonra yine aynı mantık işliyor; sistem devrimcilerin kendilerine dert edindikleri bir meseleyi (“işbaşındaki şeytanların” devrilmesini) kendi kendine çözüyor. Devrimcilere günün acil sorununa ilişkin yapacak bir şey kalmıyor.
İlgili bölümler şöyle:
“Artık gidicisiniz. Tek üzüntümüz (!) bu kez gidişiniz muhtemelen bizim elimizden olmayabilir. 15 Temmuz dehşetinizi kendi tercihlerinizle koyulaştırırken, belki yavaş yavaş haşlanarak, belki aniden tepetaklak olarak başınıza gelecekleri yine kendi ellerinizle hazırlamaktasınız.
Ama devrilme değil devrim yoluyla ‘nihai’ gidişiniz ve bu ülkeyi bizlere, yani eşitliklere, özgürlüklere terk edişiniz mutlaka bizlerin elinden olacak, işte bundan çok eminiz.
Ama şimdi… Farkındasınız ya da değilsiniz bilemeyiz, aslında intihar etmektesiniz, intihar!
Siz intihar ederken, biz niye ölelim ki?”
Pekdemir, “Canımıza kastederek bizi mücadeleden vazgeçirmeye çalışanlar karşısında canımızı, fikrimizi ve eylemimizi savunalım. Eylemlerimizin, kurumlarımızın, kitlemizin, kadrolarımızın güvenliğini sağlayacak ve iktidarın kah OHAL olarak kah bir cihatçı intihar bombacısı olarak karşımıza dikilen mevcut saldırganlığını püskürtecek bir aktif savunma çizgisi örgütleyelim,” demiyor. Diyor ki; AKP zaten gidici, sistem içi bir kriz ve çatışmayla devriliyor ve bu kavgada bizim ölmemiz anlamsız. Devrimciler için yine yapacak pek bir şey yok. Birgün elbette bir şeyler yapılacak ama o gün bugün değil!
“Güvenlik riski var”
Bir yıldır sayısız yoldaşımızı mücadelede ve cihatçı-faşist saldırılarda yitirdiğimiz bir dönemde “Niye ölelim ki” başlığı altında, ölüm düzenine karşı bir mücadele hattı tanımlamak yerine iktidardakilerin zaten gidici olduğu ve bizim kavgaya gireceğimiz günün henüz gelmediği fikrini işleyen bir yazıdan çıkan sonuç da doğal olarak, “Niye mücadele edelim ki” oluyor.[4]
Sorun, bir köşe yazısından ibaret değil. Önünü arkasını tamamlayan eylemler ve tartışmalar var. Sorun, yaklaşık bir yıldır toplumsal muhalefetin ayağına dolanan bir siyasi yaklaşım.
Mesela sabah yayımlanan bu yazı, akşam gelen bir haberle tamamlanıyor. TMMOB, emek ve demokrasi güçlerinin “Faşizme, darbelere ve OHAL’e karşı güçlerimizi birleştiriyoruz” sloganıyla bir araya gelerek oluşturduğu Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği’nden çekiliyor. Neden? Daha etkili bir pratik mücadele hattı ve daha ileri bir birlik projesi örgütlemek için mi? Hayır. TMMOB, “Güvenlik riski var, 1 Eylül’de miting yapmayalım” demiş ama bu söz dinlenmemiş ve miting yapılmış. Bu arada 1 Eylül’de herhangi bir güvenlik sorunu da yaşanmamış.
TMMOB Genel Başkanı Emin Koramaz’ın ayrılık kararını açıkladığı yazıda şu ifadelere yer veriliyor: “TMMOB, (…), bu koşullarda miting yapmanın çok büyük güvenlik riskleri taşıdığını, bu nedenle merkezi olarak yapılacak miting çağrılarını doğru bulmadığını, mitingler yerine farklı eylem biçimlerinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. (…)”[5]
Suruç’tan ve 10 Ekim’den sonra, Atatürk Hava Limanı’nın ve TBMM’nin dahi bombalandığı bir ülkede bütün etkinlikler için geçerli olan ve bir etkin savunma çizgisinin örgütlenmesini gerektiren “çok büyük güvenlik riskleri” gerçeğini 1 Eylül mitinglerini iptal etmek için hatırlamak…
Bu arada Birleşik Haziran Hareketi (BHH) de, kısa süre kala ani bir kararla Güç Birliği’nin düzenlediği 1 Eylül eylemlerine katılmayacağını açıklamıştı.
“Sokağa çıkılamaz, sokağa çıkmayalım”
Bu tartışma yeni de değil. 1 Mayıs 2016’da da yaşanmıştı. Adana başta olmak üzere Çukurova bölgesindeki kentlerde bir geceyarısı tartışması hasıl olmuş, BHH mitinglere saldırı olacağı yönünde bir istihbarat aldıklarını belirterek son dakikada Adana 1 Mayıs programını iptal ettirmişti. Buna rağmen yürüyüş ve miting için sokağa çıkanlar oldu. Saldırı polisten geldi. Polisin saldırı sırasında dile getirdiği gerekçe “tertip komitesinin aldığı iptal kararı” idi. Mersin’de mitingin yapılmaması yönündeki ısrarlı teklif reddedildi ancak yürüyüş iptal edildi. 1 Mayıs 2016’da mitinglere saldırı olacağı istihbaratı sadece BHH’ye ulaşmadı. Saldırı olabileceği söylenen bölgeler de güney illeriyle sınırlı değildi. Örneğin Hatay’da yine solculara ulaştırılan bir “bombalı araç” istihbaratı olmasına karşın, 1 Mayıs’ı düzenleyen örgütler bu olasılık da dahil muhtemel güvenlik risklerini hesap ederek süreci örgütlemiş, kendi güvenlik önlemlerini almış, mülki amirliğin de buna göre konumlanacağı bir süreç işletmişti.
Aslında devletin toplumsal muhalefeti sokaktan uzak tutmak için çoğunlukla kendi ağzıyla açıkladığı “provokatif saldırı olacağı istihbaratı”, 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarının ardından oluşan psikolojik ortamın da etkisiyle, son bir yıldır sıkça solla da paylaşılıyor.
Polis ve istihbarat, doğrudan ya da dolaylı kanallarla toplumsal muhalefet bileşenlerine “canlı bomba tehlikesi var” haberini yolluyor. Büyük ölçüde 1 Mayıs sürecini terörize etme amaçlı bu hareket kısmen başarılı oldu. Kimi solcular özel istihbarat gerektirmeyen güvenlik sorunu gerçeği karşısında eylemlerinin güvenliğini almakla meşgulken, kimileri de eylem iptal ettirme telaşına girdi.
10 Ekim’den beri yaşadığımız budur. Sadece BHH ya da TMMOB değil, pek çok bölgede KESK ve DİSK temsilcileri “üyelerini ve üyelerin çocuklarının geleceğini gözetmek” gerekçesiyle eylemlerden uzak durmaktadır. “Farklı eylem biçimleri geliştirmek gerektiği” söylemi, var olan eylem önerilerini reddetmek için geliştirilmekte, ancak “farklı eylem biçimleri” geliştirilmemekte, önerilmemektedir.
Öte yandan güvenlik riski gözetilerek örgütlenen farklı eylem biçimleri de görmezden gelinmektedir. Örneğin 2016 Newroz’ları ve 2016 1 Mayıs yürüyüşlerinde gerek Kürt hareketi gerek sosyalistler eylemlerini gerçekleştirebilmek ve kitlelerinin güvenliğini sağlayabilmek adına pek çok kentte ciddi güvenlik önlemleri almış ve başarılı olmuştur. TMMOB yönetiminin “güvenlik riski var, miting yapmayalım” dediği 1 Eylül sürecinde de Ankara’da 10 binlerin katılımıyla bir buluşma düzenleyen Halkevleri, bunu “güvenlik riski”ni gözeten ve polisin engelleme girişimlerini boşa çıkaran meşakkatli bir çalışmayla gerçekleştirmiştir. Bu ve benzeri örneklerin yok sayılması, yok sayanlara ne kazandırır bilinmez. Ama işin özeti şudur: “Güvenlik riski var” tespiti herkes için doğrudur, “sokağa çıkılamaz, sokağa çıkmayalım” sonucu bazılarının özel olarak tercih ettiği bir yanlıştır.
Faşizme mi karşı, mücadeleye mi?
Yazdıkları BHH ve TMMOB dahil olmak üzere belli bir siyasi toplamın ruh hali ve dönem politikasından bağımsız düşünülemeyecek Pekdemir’in başlığa taşıdığı “Niye ölelim ki” itirazı, pratikte faşizme karşı değil faşizme karşı mücadeleye karşı bir itiraz olarak dile getirilmektedir. Bir zamanlar, sömürge tipi faşist devletin AKP iktidarı eliyle demokratik devrimi yukarıdan tamamladığını savunan yazar, şimdi de “işbaşındaki şeytanların” intihar etmekte olduğunu, AKP’yi götürecek güncel politik çatışmanın asıl olarak sistem güçlerinin kendi aralarında olduğunu öne sürmektedir; AKP iktidarı ile işçi sınıfı, Kürt halkı, Suriye halkı, Aleviler, laikler, akademisyenler arasında süren savaşı talileştirip politik anlamını hafifseyerek…
Türkiye sosyalist hareketi, bu örgütlü itirazın, kendi etkisi altındaki kitle ve kurumları pasifizmin girdabına çektiği gibi ortak mücadele zeminlerini de kilitlemesine daha fazla tahammül edemez. Tartışmalarımızı neden mücadele edilemeyeceği değil nasıl mücadele edilebileceği, neden bir araya gelinemeyeceği değil nasıl bir araya gelinebileceği üzerine kafa yorarak yürütmemiz gerekmektedir. Sonuçta esas belirleyen faşizme karşı mücadelenin kendisi olacaktır. Kurumsal temsil düzleminde yakalanamayan diyalog, faşizme karşı mücadele pratiğinin içinde yakalanacak; siyaseten intihar, dönemin gerektirdiği mücadeleye ayak uyduramayanlar için de söz konusu olacaktır.
Siz buna yaşamak mı diyorsunuz?
Bugünkü ölüm düzeninin adı faşizmdir, intihar etmez, öldürür. Ölüm tehlikesi (hem biyolojik hem de politik anlamıyla ölüm tehlikesi) faşizme karşı mücadele edildiğinde değil edilmediğinde en ağır biçimleriyle karşımıza çıkar.
Devrimciler ölümü kutsamaz, yaşam hakkının önemini yadsımaz ama ölenlerin boşuna öldüğü ve en büyük önceliğin hayatta kalmak olduğu gibi bir düşünceyi de savunmaz. Sistem tarafından sürekli yeniden üretilebilecek olan ölüm tehlikesini, mücadeleden geri durmanın gerekçesine dönüştürmez.
Che Guevara’nın, Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in, İbrahim Kaypakkaya’nın mücadele pratikleri bunu anlatır. Haziran İsyanı’nda ölüme göğüs gererek sokaklara dökülenler bunu anlatır. IŞİD’e karşı savaşırken yaşamını yitiren Kobanêli kadın gerilla da bunu anlatır. Onlar devrimci mücadelenin uğruna ölünebilecek bir mücadele olduğunu ortaya koymuştur; onlara ölü denmez. IŞİD katliamlarında yaşamını yitirenler de bunu anlatır. Onlar bizleri, sokaktan çekilmekle değil sokağa günün gerektirdiği örgütlü bilinçle çıkmak ve bir aktif savunma hattını örgütlemekle yükümlü kılmıştır; onlara da ölü denmez.
Ölenler boşuna ölmemiştir ve ölümlerden çıkardığımız ders “niye ölelim ki” olmamalıdır. Sınıf savaşı her ay yüzlerce işçiyi, Suriye savaşı her gün yüzlerce canı, Kürt savaşı her hafta onlarca insanımızı katleder, faşizm ülkeyi muhalifler için koca bir mezarlık ve zindana dönüştürürken hala “Niye ölelim ki!” diye mücadeleden geri duracaksanız, birileri de çıkıp size itiraz edecektir: “Siz buna yaşamak mı diyorsunuz!”
Gelin, ölüm düzenine karşı yaşamı, yaşam için de devrimi örgütleyelim, faşizme karşı, omuz omuza!
Dipnotlar:
[1] http://www.birgun.net/haber-detay/niye-olelim-ki-126963.html
[2] Zor dostum zor, BirGün, 25 Ekim 2004. Daha önce de alıntıladığımız bu yazı internette maalesef mevcut değil. O nedenle link veremiyoruz.
[3] Sonuç ortada; sadece AKP iktidarının ülkeyi getirdiği yer açısından değil, o dönem Pekdemir’le aynı platformları (ÖDP, Küresel BAK, BirGün) ve benzer düşünceleri paylaşan Ufuk Uras, DSİP, Cemil Ertem ve benzerlerinin geldiği yer açısından da. ÖDP’nin eski genel başkanı Ufuk Uras, Küresel BAK içindeki müttefiki DSİP, ve BirGün’den önce Taraf’a sonra da Saray medyasına terfi eden Cemil Ertem vb eski solcu yazarlar Pekdemir’in söz konusu yazısında yer alan fikirleri mantıksal sonucuna ulaştırdı ve Ergenekon Davası sürecinde AKP’nin yanında durdu. Uras, AKP medyasından solculara söven bir “aydın”a dönüştü, DSİP 12 Eylül referandumunda Tayyip Erdoğan’ın teşekkürlerine layık görüldü, Cemil Ertem şimdi Kaçak Saray’da başdanışman.
[4] “İşbaşındaki şeytanlar”, sistem içi bir çatışma ile götürüldüğünde yerine gelenler devrimciler açısından daha hayırlı bir seçenek sunmaz. Ama bu süreci “zaten intihar ediyorlar” diye seyredenler, gelecek olanı da kabullenmiş olur. Ancak müdahale, bir devrimle sonuçlanmadığı koşullarda bile gelecek olanı etkileme / yönlendirme noktasında işe yarar.
[5] http://haber.sol.org.tr/toplum/tmmob-emek-ve-demokrasi-icin-guc-birliginden-ayrildi-168302
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.