Daha fazla eylem, daha fazla etkinlik, daha fazla direniş zamanları. Okulların açılışı laik, bilimsel eğitim mücadelesinin açılışına dönüştürülebilir, 10 Ekim’in yıl dönümünde on binlerle meydanlara çıkmaya hazırlanmalıyız.
Daha fazla eylem, daha fazla etkinlik, daha fazla direniş zamanlarındayız. Okulların açılışı, gericiliğe karşı laik bilimsel eğitim mücadelesinin açılışına dönüştürülmelidir. 10 Ekim Katliamı’nın yıldönümü yaklaşıyor, yoldaşlarımızı anmak ve katillerden hesap sormak için onbinlerle meydanlara çıkmaya hazırlanmalıyız
Türkiye, Eylül ayına yine yoğun ve hareketli gündemlerle girdi. Herhalde halk açısından tek hayırlı şey denizlerde avlanma yasağının kalkması oldu. Ucuz balık yenebilecek hiç olmazsa. Onun dışında 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinlikleri yasaklandı. TSK, Suriye’ye askeri müdahalede bulundu. G20 Liderler Zirvesi gerçekleştirildi. Erdoğan G20’de esemedi. Adli yıl açılışı Kaçak Saray’da gerçekleştirildi. Solcu akademisyenler üniversitelerden atıldı. Devlet Tiyatroları’nda birinci tur oyunlarda sadece Türk yazarların oyunlarının oynanacağı açıklandı (o yazarlar solcu değilse tabii). Darbe girişiminden bu yana Öcalan’ın sağlığına ilişkin haber alınamadığını ve endişe duyduklarını belirten Kürt siyasal hareketi bileşenleri 5 Eylül’den itibaren açlık grevine başlayacaklarını açıkladı. Elbistan’da uzun süredir kirli su içirilen 80 bin kişi zehirlendi. Efkan Ala istifa etti, yerine Mehmet Ağar’ın eski partidaşı Süleyman Soylu atandı. Putin’in Hakan Fidan esprisine yandaş medya sevindi. PKK ile çatışmalarda 24 saatte 21 asker ve çok sayıda PKK’li hayatını kaybetti, yandaş medyanın en yandaş olanları 21 askerin hayatını kaybetmesinde haber değeri görmedi. Ülkede artık hiçbir olay bir hafta boyunca gündemin üst sıralarında kalamıyor.
İslamcı-Fethullahçı darbe girişiminden sonra Saray’a giden muhalefet liderlerinin ardından yüksek yargı mensupları da, Erdoğan’ın sarayında düzenlediği Adli Yıl Açılışı’na “tıpış tıpış” gittiler, cüppelerde ilik ve düğme olmaması kimi yargıçları zor durumda bıraktı. Açılışta çok şey konuşan Erdoğan, yargı bağımsızlığına gölge düşürdüğü iddialarına nasıl yaklaştığını “Cumhurbaşkanı bu ülkede yasamanın, yürütmenin, yargının da başıdır” diyerek açıkça izah etti. “Cumhurbaşkanı muhalefetin de başıdır” cümlesini henüz sarf etmedi.
Bu arada herkesin kendine göre tarif ettiği ama kimsenin ne kendi ne de başkalarının tarifine inandığı “Yenikapı Ruhu”na Fatiha okuma hazırlıkları da peş peşe kendini gösterdi. Kılıçdaroğlu, Yenikapı Ruhu’dan demokrasimizin daha da güçlenmesini anlamış, Erdoğan’ın kendi iktidarını güçlendirmeye dönüştürme hamlelerine alınmış ve bunu doğru bulmadığını beyan etmiş. Karşı taraftan bu beyana üzülen olmuş mudur, bilinmez. Ancak CHP tarafından Erdoğan’ın demokratikleşebileceğine ikna edilmeye çalışılan kitlelerin oldukça öfkelendikleri çok açık. Şimdi yeni bir kandırılma sorunuyla yüz yüzeyiz; Kılıçdaroğlu, Erdoğan tarafından kandırıldı mı? Eğer öyleyse o da çıkıp “Allah affetsin” mi diyecek? Belediyelere kayyum atanabilmesine dönük KHK’nin, aynı düzenleme dört partinin ortak tutumuyla geri çekilmeden dört gün önce hazırlandığı (daha doğrusu Erdoğan’ın hazırlatıp beklettiği) ortaya çıktı. Kayyum atanması, FETÖ olarak adlandırdıkları örgüte “ne istedilerse veren” Ankara’nın efsanevi belediye başkanı Gökçek’e ve İstanbul’a uygulanır mı yoksa “Demoklesin kılıcı” gibi tepelerinde sallandırılır mı göreceğiz, HDP’li belediyelere uygulandığında ise büyük gerilimlerin, direnişlerin olacağını Demirtaş açıkladı.
Ala’nın istifasının perde arkası tartışıladursun ancak görevi süresince cihatçıların Türkiye’de cirit atması, cinayetler işlemesi, bombalı kitle katliamları yapmasına ilişkin bir mesele olmadığını herkes biliyor; kusur Erdoğan iktidarına karşı işlenmiştir. Hiçbir AKP’li yolsuzluk, hırsızlık, taciz, halka karşı suç işlemekten istifa etmez ama Erdoğan’a karşı en küçük kusurda gider. Elbistan’da halka uzun süredir kirli su içiren ve halkı topluca zehirleyen belediye başkanı AKP’li olunca yerinde kalır.
“Artık bu ülkede yaşamanın bedeli daha ağır” demiş Sümeyye Erdoğan, “Çünkü şehitlerimizin kanı, gazilerimizin üzerimizde hakkı var. Yetim kalan çocukların, dul kalan kadınların ahdi var.” Evet, büyük çoğunluk için bu ülkede yaşamanın bedeli daha ağır! Onların saltanatı sürsün diye, tırnaklarına taş değmesin, mallarına, şatafatlarına zeval gelmesin diye, ömür boyu saltanat sürsünler diye işçilerin, emekçilerin, kadınların, Alevilerin, Kürtlerin bu ülkede yaşamasının bedeli daha da ağır ve giderek ağırlaşıyor. Bu bedel Saray’a faturalandırılana kadar da ağır olacak.
Halk ağır bedellerle boğuşurken AKP-Erdoğan iktidarı devleti yeniden yapılandırıyor. Kontrgerilla revizyona tabi tutuluyor. FETÖ ile kurdukları ittifakı tasfiye ederken yeni ittifaklar kuruluyor. Hedef, yasamanın da, yürütmenin de, yargının da, ordunun da kısacası her şeyin başının Erdoğan olduğu bir rejim. Bu mümkün mü? Bu soruya Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisinin de unutmuş olabileceği 11 Mayıs 2016’daki bir demeciyle yanıt verilebilir; “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz.”
O kan dökülüyor! 24 saatte 21 askerin kanı olarak ve sayısını tam olarak bilmediğimiz (muhtemelen birkaç misli) PKK’li Kürdün. Antep’te bombalarla, daha önce Ankara Gar ve Suruç’ta döküldüğü gibi.
G20 Liderler Zirvesi toplantısı Çin’de başladı. Ekonomi bakanları hazırlık toplantısının sonuç bildirisinde Türkiye’nin önerisi ile göçmenlerin ekonomi ve ticarete katkısı için çalışmalar yapılması yer almıştı. Geçmişte uygulanan ve uzun mücadeleler sonucu terk edilen göçmenlere dönük köleleştirici uygulamalardan başka hangileri Türkiye tarafından önerilir göreceğiz. Ancak G20 zirvesi, NATO zirvesi kadar kötü geçmese de bir “Erdoğan Rüzgarı” estirilemedi. Putin, Obama ve Merkel’le görüşmelerde daha önce verilen ödevlerin değerlendirilmesi dışında bir şey konuşulmadığı görünüyor. O da Suriye politikasından ibaret.
TSK, Cerablus’u IŞİD’den “anahtar teslimi” aldıktan sonra daha batıda El-Rai’den de Suriye’ye girdi. İkinci harekattan önce Türk askerleri ile ÖSO elemanlarının birlikte namaz kıldığı fotoğraflar basına yansıdı. Bu fotoğrafla anlatılmak istenen ne olabilir? Türk Ordusu’nda Alevi, ateist, gayri-müslim yoktur; tamamen Sünni bir ordudur; Türk Ordusu vatan adına değil din adına savaşıyor, yani cihada gidiyor; TSK, çoğu parayla çetelerden devşirilen ÖSO elemanlarıyla kendi askerlerini eşit görüyor. TSK’nin başından çok Erdoğan’ın resepsiyonlarında arzı endam eden Hulusi Akar bu manzara karşısında “Kemalist” subaylarına ne diyordur acaba? Bu arada mensupları öldürüldüklerinde Türkiye’nin şehit ilan edeceği ÖSO’nun, kendi ülkesine karşı başka devletin komutasında ve hesabına savaşan bir çete olduğunu ve dünyanın her yerinde, her kültüründe bu türden olanlara “vatan haini” dendiğini de belirtelim.
Türkiye’nin daha önce burnunu uzatamadığı Suriye topraklarına girişinin çok sayıda merkezden alınan onaya dayandığı görülüyor. Suriye Devletinin (BM’ye şikayet etti), SDG bileşeni Türkmenlerin* ve Kürtlerin itirazları dışında genel bir suskunluk var. Belli ki kestaneyi ateşten alacak yeni bir el bulunmuş, sonrası tartışmalı. Putin, düşürülen uçağının intikamını (tazminatını değil) Erdoğan’dan mutlaka alacaktır. IŞİD şimdilik Türkiye’yi ehveni şer görmekte, terk edeceği yerlere Kürtler gireceğine Türkiye’nin ve diğer cihatçı grupların girmesini daha uygun görüyor. Ayrıca esas amacı, IŞİD için en ölümcül düşman olan Kürtlerin etkisini kırmak olan Türkiye’nin sahaya girmesi, düşmanını meşgul edecek, kendisini rahatlatacaktır. Ancak bu stratejik değil taktik bir yaklaşımdır. Türkiye’nin Suriye’deki muhatapları ABD, Rusya, İran, Suriye Rejimi, PYD, IŞİD, Nusra vd. güçlerdir. Şu ana kadar PYD dışında herkesle taktik bir anlaşma içinde olduğu görülüyor, ancak sonucu stratejik anlaşma belirler.
AKP, bir yandan tasfiyeler ve atamalarla devlette revizyonu sürdürürken diğer yandan yağma ekonomisi programını sürdürüyor. Varlık Fonu’yla yağma ekonomisine yeni ve denetimsiz bir kaynak oluşturmayı hedefliyor. Neoliberal amentüsüne uygun olarak, emeğin yağması, doğanın ve kentlerin yağması ve kamusal hakların yağmasının hepsini bu pakette toplamış. İşsizlik fonunda biriken 100 milyar TL’yi de Varlık Fonu’na kaynağa dönüştürecekler. Kentlerin, doğanın yağmasının önündeki ÇED gibi, yargı süreci gibi çeşitli son engelleri de ortadan kaldırıyorlar. Yağma da yağmaya karşı direniş de yeni bir evreye giriyor.
Bu arada iyi şeyler de oluyor. İslamcı darbecilerin ve İslamcı iftiracıların, muhbirlerin, itirafçıların, Yeni Şafak’çıyı gammazlayan Yeni Akit’çilerin aksine solcu akademisyenler, gazeteciler, aydınlar operasyonlar karşısında dik durmaya devam ediyorlar. AKP’nin “öfkeli çocuklar” dediği cihatçıların kalleş saldırılarının yarattığı korku ortamına rağmen Halkevleri’nin Mamak Kömür Deposu’ndaki “Demokrasi ve Laiklik” buluşmasına on binlerce, Kadıköy’deki buluşmaya binlerce insan katılıyor; yine Yeni Akitçilerin sürekli hedef gösterdiği Halkevleri Yaz Okulları dört tarafta başarıyla tamamlanıyor; Birgün gazetesinin Birgünlük Festival’ine, KP’nin organize ettiği Kartal Mitingi’ne, Bakırköy’deki Barış Mitingi’ne binler katılıyor. Demokrasi, barış ve laiklik için mücadele gündemleri etrafında forumlar yayılıyor.
Daha fazla eylem, daha fazla etkinlik, daha fazla direniş zamanlarındayız. Okulların açılışı, gericiliğe karşı laik, bilimsel eğitim mücadelesinin açılışına dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir. 10 Ekim Ankara Katliamı’nın yıldönümü yaklaşıyor, yoldaşlarımızı anmak ve katillerden hesap sormak için on binlerle meydanlara çıkmaya hazırlanmalıyız.
Dipnot:
*Türkmenlerin oluşturduğu Selçuklu Tugayı’nın açıklaması hamasetin tükendiği yere işaret ediyor: “Cerablus’un DAİŞ (yani İD) çetelerinden temizlenmesi için Cerabluslulardan oluşan Cerablus Askeri Meclisi kuruldu. Ancak Türk istihbaratı DAİŞ ile pazarlık yapıp Cerablus’u terörist yapılarla ilişkide olan gruplara teslim etme konusunda anlaştı… Türk devletinin Askeri Meclis’e dönük saldırılarını kınıyoruz ve Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesini istiyoruz… İşgalci güçlerin yenilmesi için elimizden geleni yapacağımızı belirtiyoruz.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.