Wallerstein, 1 Ağustos 2016 tarihli yorum yazısını 15 Temmuz başarısız darbe girişimine ayırdı. Sendika.Org tarafından Türkçeye çevrilen bu yazıda pek çok olgusal hata yer almakta ve değerlendirmeler de bu hatalara dayanılarak yapılmaktadır. Sendika.Org’da da bu yazıyı eleştiren bir yazı yayımlanmıştır. Gerek sitemize ulaşan talepler gerekse eleştirisi yayımlanan yazının tam metninin Türkçe olarak bir başka mecrada […]
Wallerstein, 1 Ağustos 2016 tarihli yorum yazısını 15 Temmuz başarısız darbe girişimine ayırdı. Sendika.Org tarafından Türkçeye çevrilen bu yazıda pek çok olgusal hata yer almakta ve değerlendirmeler de bu hatalara dayanılarak yapılmaktadır. Sendika.Org’da da bu yazıyı eleştiren bir yazı yayımlanmıştır. Gerek sitemize ulaşan talepler gerekse eleştirisi yayımlanan yazının tam metninin Türkçe olarak bir başka mecrada yayımlanmamış olması nedeniyle, yazının Türkçe çevirisini de yayımlayarak okurun ilgisine sunuyoruz. (Sendika.Org’un notu)
Türkiye halen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından yönetiliyor. AKP Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2001 yılında kuruldu. Erdoğan, 2003 yılında Başbakan oldu ve Türkiye’nin 12. cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılına kadar görev yaptı.
Türkiye, Erdoğan ve AKP’nin öyküleri son on beş yıl içinde yakın bir şekilde ilişkilenmiştir. Geçtiğimiz on beş yılın ilk on yılında hepsi mümkün olan her şekilde kendi konumlarını önemli biçimde güçlendirdi. Sonra hepsi 15 Temmuz 2016 akşamı başlayan bir askeri darbe teşebbüsü ile sonuçlanan yükselen bir zorlukla karşılaştı. Darbe iki gün içinde bastırılmış olmasına rağmen, Türkiye, AKP ve Erdoğan’ın büyüyen zorlukları durdurabileceği henüz netleşmedi.
Yükselenin ve düşenin ne olduğunu anlamak için ilk olarak Türkiye’nin 2001 yılındaki durumuna bakmamız gerekir. Türkiye, ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) ile birlikte 1923 yılında bir cumhuriyet haline gelmişti. O, uzun süredir çöküşte olan Osmanlı İmparatorluğu’nu modern bir cumhuriyetle değiştirmeye çalışan askeri bir grubun lideriydi.
Atatürk rejimi Sultan’ın hüküm süren askeri rolünü ve Halife’nin dini rolünü ortadan kaldırdı. Daha sonraki yıllarda, Arap alfabesini Latin harfleriyle değiştirdiler ve eski rejimin bir sembolü olarak kabul ettikleri fesin giyilmesini yasakladılar. Kadınlara siyasi haklar tanıdılar ve erkeklerle eşit olduklarını ilan ettiler. Dini kurumları kapattılar. Kısacası, ülkeyi sekülerleştirdiler.
1946 yılına kadar, Türkiye tek bir parti, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yönetilmiştir. CHP’nin kurucusu Atatürk 1938 yılında öldü. 1946 yılında, cumhurbaşkanı olarak yerine geçen ve CHP’nin lideri olan İsmet İnönü çok partili seçimlere izin verdi. Bundan sonra, Türkiye hükümeti (merkez-sol ya da sosyal demokrat olarak kabul edilen) CHP ve sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasında değişti. Bu süre zarfında Müslüman veya İslamcı bir parti kurmak için tekrarlanan girişimler oldu. Böyle bir parti güçleniyor göründüğünde, silahlı kuvvetler İslamcı partilere karşı sekülerizmi savunmaya çalışarak bir darbe yaptı (ya da yapmakla tehdit etti).
Bu nedenle Erdoğan’ın yeni kurulan İslamcı AKP’sinin 2002 seçimlerini ezici bir üstünlükle kazanması silahlı kuvvetlere, CHP ve MHP’ye büyük bir şok oldu. AKP hükümeti, buna rağmen çok güçlü hissedemedi. Bir darbeden korkuyorlardı. O zaman tek pratik destek, şu anda ABD’de yaşayan bir ilahiyatçı olan, Fethullah Gülen tarafından yönetilen başka bir İslami gruptan geldi. Bu grubun bir adı yok ama genellikle Cemaat (İngilizce “Community”) olarak adlandırılıyor.
2002 yılında, Türk ekonomisi, düşük GSYİH ve kişi başına GSYİH ve yüksek enflasyon oranı ile çok ürkütücü bir haldeydi. Türkiye’nin Arap ülkeleri ile ilişkileri, Arap dünyasının Osmanlı İmparatorluğu’na olan önceki bağımlılıklarından türeyen güçlü Türkiye karşıtı hislerle yüklüydü. NATO üyesi olmasına rağmen, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılma girişimleri, AB’nin Müslüman göçmenlerin AB ülkelerine geçmesi korkusu nedeniyle büyük bir dirençle karşılaştı. Ve Türkiye, ABD’nin dış politika önceliği listesinde en aşağıda olmasa da ön sıralarda yer almıyordu.
AKP iktidara geldiğinde, Erdoğan siyasal yaşamdan dışlamayı içeren önceki mahkumiyeti nedeniyle herhangi bir göreve gelemedi. Abdullah Gül Başbakan oldu ve 2003 yılında Erdoğan’ın başbakan olmasını sağlamak için dışlamayı yürürlükten kaldırdı.
Erdoğan’ın liderliğinde AKP iktidarı ilk on yılında Türkiye’nin durumunu dönüştürmede oldukça başarılı oldu. Siyasi olarak zayıflamış silahlı kuvvetlere tedbirli atamalarla, darbe tehdidi ortadan kaldırılmış gibiydi. AKP, 2007 ve 2012 yıllarında seçimleri tekrar kazandı. Türkiye ekonomisini yükselişe geçirdi ve Türkiye’nin IMF kredilerinden kurtulabilmesi mümkün oldu. Yeni kaynakları ülke içindeki ekonomik ve sosyal koşulları, özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerini, iyileştirmek için kullandı. Kürtler ve Ermeniler ile uzun süredir devam eden etnik-milliyetçi ayrımların üstesinden gelmek için yeni yollar aradı. Hala İsrail’le yakınken Ortadoğu siyasetinde herkese arkadaş olarak yeniden girdi. Gelecekte AB’ye giriş için müzakereleri yeniden açtı. Ve seküler grupları ürkütmeden İslami uygulamalar üzerindeki kısıtlamaları hafifletti. Böylelikle Türkiye, iktidardaki “örnek” İslamcı hareket haline geldi.
Aniden her şey dağılır gibi oldu. Ekonomi yokuş aşağı gitmeye başladı. Diğer tüm gelişmekte olarak anlandırılan ekonomiler gibi Türkiye de dünya pazarında daha az satabilir oldu ve ücretleri düşürdü. Türk vatandaşlarının ekonomik refahı geriledi. Erdoğan’ın, liderleri Abdullah Öcalan’ın olası kurtuluşu dahil, Kürt militanlarla görüşmeleri başlatmaya dair muhteşem jesti sonlandırıldı. Erdoğan, eski baskı politikasına geri döndü. Ermenilere olan sembolik jestler geri çekildi. AB, Türkiye’nin olası girişiyle ilgili tartışmaları kapatıyor görünüyordu.
Türkiye Arap dünyasında herkesin arkadaşı olmaya son verdi. Bunun yerine, Suriye’de Beşar Esad rejimi ile sınırsız bir mücadeleye girdi. Gazze şeridine doğrudan yardım ulaştırılmasına dair İsrail’in yasağına meydan okudu. İsrail’in yanıtı çok sayıda Türk’ün ölümüne ve Türkiye’nin diplomatik ilişkilerini kesmesine sebep oldu. Bu, Türklerin eşdeğer rejim olarak gördükleri Muhammed Mursi’ye karşı olan askeri darbeye destek veren ABD’yi öfkelendirdi. Türkiye Esad’a ve Kürt hareketine karşı harekete geçmenin daha acil olduğunu düşünerek IŞİD’le mücadeleyi ıskaladı.
Aynı zamanda, Gülen hareketi ile ittifak sona erdi. Yüzeyde, AKP’nin ve Gülen’in hedefleri arasında çok az fark var gibiydi. Aslında onlar çok derindi. Gülen, tüm Türk kurumlarına sızma politikası güdüyordu. O, İslamcı sosyal muhafazakarlığı gerektirmeyecek şekilde davranmaya hazırdı. Mensupları, Batı tarzında giyiniyordu. Ancak uzun dönem hedefi, gizli imam, Mehdi ya da Mesih ilan edilmekti. Erdoğan’ın uzun dönemli hedefi, aslında daha laik bir politika olan, Türk milliyetçiliğinin canlandırılmasıydı.
Erdoğan, Gülen’in uzun süredir darbe planladığını söylerken, argümanları akla yatkın görünüyor. Bu nedenle tüm muhalefet partileri -CHP, MHP ve HDP (Kürt bölgelerinde güçlü bir tabana sahip sol parti)- darbeye karşı sokaklara çıktı. Ancak CHP ve HDP ve ilave olarak Türkiye ve başka yerlerdeki yorumcular, Erdoğan’ın bu darbeyi ülkedeki her olası rakibi temizlemek için bahane olarak kullanmaya hazır göründüğünü söylediğinde, bu argümanlar da akla yatkın görünüyordu. Özellikle, “yürütme başkanlığı” oluşturmak için anayasayı değiştirme önerisinin diktatörlüğe neden olacağı düşünülüyor.
İnanılmaz sayıda çok insanın tutuklanmasına rağmen, Erdoğan ve AKP bugün gerçekten güçlü mü? ABD ve AB ile ilişkilerde iki güçlü silahı elinde tutuyor. ABD eğer IŞİD’le etkili bir şekilde savaşmak istiyorsa Türkiye’nin işbirliğine ihtiyacı var. Ve Avrupa’nın Suriyeli (ve diğer) göçmen akışını durdurmak için Türkiye’nin işbirliğine ihtiyacı var. Ancak bu güçlü yönler hayali olabilir. Türkiye, rejimin tamamen çöküşüne yol açabilecek bir iç muhalefet kabarmasına karşı durabilecekmiş gibi görünmüyor. Eğer bu gerçekleşirse, yerini neyin alacağını kimse tahmin edemez.
Türkiye, AKP ve Erdoğan faydalandıkları uygun dünya koşullarında akıllıca bir politika sürdürerek göz alıcı bir biçimde yükseldiler. Türkiye değişen dünya koşullarının bir sonucu olarak düştü. Ve Erdoğan artık uygun olmayan dünya koşullarına karşılık olarak fazla ileri gitti.
[iwallerstein.com adresindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
http://sendika10.org/2016/08/wallerstein-erdogan-icin-yazdi-ama-ne-yazdi-ali-ergin-demirhan/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.