Dönemin özelleştirme zengini yerli patronları, küresel sermaye ile işbirliğinin motor gücünü oluşturacağa benziyor. Saray’ı birer ikişer aşındırmaları boşuna değil. Kendini milli birlik beraberlik rüzgarına kaptırmış halkımızın çoğunluğunu teşkil eden, işçi sınıfı bir süre sonra neyin milliliği, kimin birliği olduğunu anlayacak Bizler darbeyle yatıp kalkarken, çalışma hayatındaki neoliberal dönüşüm hız kesmeden devam ediyor. AKP’nin darbe öncesi […]
Dönemin özelleştirme zengini yerli patronları, küresel sermaye ile işbirliğinin motor gücünü oluşturacağa benziyor. Saray’ı birer ikişer aşındırmaları boşuna değil. Kendini milli birlik beraberlik rüzgarına kaptırmış halkımızın çoğunluğunu teşkil eden, işçi sınıfı bir süre sonra neyin milliliği, kimin birliği olduğunu anlayacak
Bizler darbeyle yatıp kalkarken, çalışma hayatındaki neoliberal dönüşüm hız kesmeden devam ediyor. AKP’nin darbe öncesi torba yasalar aracılığıyla, işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik saldırıları darbe girişimi sonrasında da azalmadı. Bir süredir işçi sınıfının gündemini belirlemekten ve onu harekete geçirmekten yoksun olan sendikalar, OHAL koşullarında iyice adım atamaz hale geldiler.
12 Eylül’ün hemen sonrasında dönemin işveren sendikası başkanı Halit Narin “Bugüne kadar işçiler güldü, gülme sırası artık bizde” demişti. Bu darbe girişimi ertesinde de piyasaların ve devletin yeniden inşa çalışmaları esnasında sermayenin bir bütün olarak güleceğini, bazılarının ise kahkaha atacağını şimdiden söylemek mümkün. Sermayenin gülmesi ise işçi sınıfının “ağlaması” anlamına geliyor.
Cumhurbaşkanı 4 Ağustos 2016’da sarayına konuk ettiği, Odalar ve Borsalar Birliği ile yaptığı toplantıda daha önce başlattıkları “reform paketleri” ne son noktayı koymanın tam zamanı olduğunu açıkça vurguladı. Konuşmanın dikkat çeken yanlarından biri de Erdoğan’ın iş güvencesinin kaldırılmasına yönelik net tutumuydu. Şöyle sesleniyordu patronlara devletin başı: “Diyelim ki, bir işçiden memnun değilsiniz kapıya koyuyorsunuz, kıdem tazminatı veriyorsunuz ihbar tazminatını veriyorsunuz, gidiyor iş mahkemesine, geri gönderilip bu defa çok farklı ‘ikramiye’ ödemek suretiyle geri alıyorsun. İşte bunları gözden geçirmemiz gerekir, gerek özel sektörde gerek devlette bu anlayıştan kurtulmamız gerekiyor.” Ne demek istiyor, cumhurun başı patronlara, kapının önüne koyduğunuz işçinin geri alınmaması için işe iade davalarında patronların tazminat ödemesini önlemek için, elimizden ne gelirse yapacağız. “Sömürü sizden, bu sömürüyü azamiye çıkarmak için gerekli hukuksal ve siyasi düzenlemeler bizden” diyor kısacası.
AKP iktidara geldiği günden bu yana neoliberal iktisat politikalarıyla özeleştirmelere hız vermiş işçilerin kazanılmış haklarını budamış, güvencesiz çalışmayı ve yoksulluğu artırmış, sosyal devleti ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde sendikalar güç kaybetmiş, işçi ölümleri artmış, kadınlar esnek güvencesiz çalışmaya mahkum edilmiştir. İşçilerin yaşamları zorlaşırken, devlet küresel ekonominin ve çok uluslu şirketlerin çıkarlarına uygun biçimde kendini ve piyasaları yeniden, yeniden düzenlemiştir. Darbe girişimi sonrası görünen o ki küresel kapitalizmin çıkarlarına en uygun ve onunla tam anlamıyla bütünleşen yeni bir devlet örgütlenmesi ile karşı karşıya kalacağız. Bunun adımları atılıyor bazı kesimlerin tepkisini çekmeden yapılamayacak, özelleştirmeler OHAL ortamında, hiçbir itirazla karşılaşmadan bir nevi silah zoruyla gerçekleştirilecek. Dönemin özelleştirme zengini yerli patronları, küresel sermaye ile işbirliğinin motor gücünü oluşturacağa benziyor. Saray’ı birer ikişer aşındırmaları boşuna değil. Kendini milli birlik beraberlik rüzgarına kaptırmış halkımızın çoğunluğunu teşkil eden, işçi sınıfı bir süre sonra neyin milliliği, kimin birliği olduğunu anlayacak.
Ama oraya varmadan bir süredir, emek piyasalarını işçi aleyhine esnekleştirdikçe, esnekleştiren kazanılmış hakları birer ikişer elimizden alan uygulamalara ve darbe girişimiyle inşa edilen yeni emek rejimine yapı taşı oluşturabilecek, yeni sömürü alanlarını yasalaştıracak girişimlere sondan başlayarak bakmakta yarar var.
Bireysel emeklilik: Biz biriktireceğiz onlar yiyecek
Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (BES), 15 Temmuz darbe girişiminde sonra işçi haklarına yönelik ilk darbe oldu. 11 Ağustos 2016 tarihinde “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı” adıyla Meclis’ten geçerek yasalaştı. Yasa 1 Ocak 2017’de yürürlüğe girecek. Yasa, halihazırda devam eden emeklilik sisteminin çökertilmesi için çalışıldığının somut göstergelerinden biridir. Emeklilik tüm çalışanlar için sosyal hak çerçevesinde tanımlanmış yasalarla güvence altına alınmış genel bir haktır. Bireysel emeklilik şimdilik emeklilik rejiminden ziyade, bir tasarruf biçimi olarak ele alınıyor. Paraya ihtiyaç var ve bunu her zaman ki gibi emekçilerden keserek karşılayacaklar, sermayeden servet vergisi alacak halleri yok tabii.
Hükümet, “Zorunlu BES” ile özel emeklilik sigorta şirketlerine işçilerin ücretlerinden para kesintisini zorunlu hale getirerek, çalışanın cebinden özel sigorta şirketlerine kaynak aktaracak, aynı şekilde devlette kendi kaynaklarından özel sigorta şirketlerine çalışanların sistemde kalması için teşvik adı altında para transfer edecek. Yasanın uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, asgari ücretin altında bir ücretle çalışmanın yasak olduğu ülkemizde, yapılacak olan 50 TL’lik bir kesinti ile asgari ücretlinin ücreti, asgari ücretin altına devlet eliyle düşürülmüş olacak. Toplumsal cinsiyet açısından baktığınızda, kadınlar zorunlu bireysel emekliliğin ciddi mağdurları olmaya adaylar. Ülkemizde düzenli ya da geçici kadın istihdamının büyük bir bölümünü asgari ücretliler oluşturur. Asgari ücret bir kadın ücretidir diyebiliriz. Bunun dışında kadın istihdamının en yoğun olduğu yaş grubu 25-44 yaş arasıdır, dışarıda da çalışan kadınlar bilir, uzmanlık alanlarında bile erkekler yaş aldıkça değer kazanırken, kadınlar değersizleşirler. Yaş grubu itibarıyla da yasa kadınları daha fazla vuracak gibi görünüyor.
Yoksuldan varsıla varlık aktarımı
Mecliste bekleyen büyük ihtimalle bir süre sonra kabul edilecek olan torba yasa içinde Türkiye Varlık Fonu diye bir fonun kurulacağından bahsediliyor. Varlık fonu büyük yatırımlara ve yatırımcılara yönelik hazırlanan bir fon… Devlet onlara “yatırım” yapsınlar diye kaynak aktaracak. Bu kaynak nereden sağlanacak peki? İşçi sınıfının cebinden ve birikimlerinden elbette. Çalışanların işsiz kaldıklarında bir ton bürokrasiden sonra kullandıkları işsizlik sigortası fonunda biriken para ve özelleştirmelerden kaynaklanan gelirler, bu fonun temel kaynaklarını oluşturacak. Cumhuriyet tarihinin en büyük talanı olacak olan gündemdeki özelleştirmeler yoluyla pek çok kamu arazisi ve kurumu patronlara devredilirken, yatırım yapmaları için onlara bir de varlık fonundan para aktarılacak. Hükümetin kiminle beraberlik, kiminle kasa ve duygu birliği içinde olduğu açıkça görülüyor. İşçi sınıfına siz az yiyin patronlar yatırım yapacak deniyor, yani… İşsizlik sigortası fonundan hamilelik esnasında yarı zamanlı çalışmayı seçen kadının yarım ücreti de ödenecekti, Aileyi Koruma Yasası’na göre. O ne olacak? Memleket elden gidiyor, sen yarım maaşın peşinde misin, diyebilirler pekala. Kadınlar söz konusu olduğunda, “Yoo yapmazlar” diyemeyiz; neler yapıyorlar.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği başka bahara
Devletin darbe girişimi öncesinde olduğu gibi sonrasında da çalışma alanlarını işçileri için daha güvenli hale getirmek gibi bir derdi yok. Aksine işverenler için daha karlı hale getirmek için çaba sarf ediliyor. Bu nedenledir ki, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun pek çok maddesi daha doğrusu işverenlere maddi külfet getirecek olan pek çok madde birkaç kez uygulama tarihlerinin ötelenmesi ile hayata geçebilmiştir. Halen de, 1 Temmuz 2016 yılında az tehlikeli işlerde ve 50’den az çalışanı olan işyerlerinde uzman ve hekim çalışma zorunluluğu getirmesi beklenen yasa, darbe sonrası TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 1 Temmuz 2017’ye kadar uzatılması kabul edilmiş durumda. Böylece, 1 milyon işyeri ve 4,2 milyon çalışanı kapsayan uygulamada süre kazanılmış oldu. Bunun işveren ricası üzerine böyle düzenlendiğini söylemeden geçmeyelim.
Yine, geçtiğimiz günlerde, yıllık izinlerin bölünmesi ile ilgili işçilerin dinlenme ihtiyaçları göz ardı edilerek değiştirilmiştir. Özel sektörde, mevcut izinlerin kullanılması, sendikal örgütlenmelerin olmadığı yerlerde önemli bir sorun iken, yasa ile işçilerin izinlerinin kullanımın önü kapatılmış durumdadır. Öncesinde bir tanesi 10 günden az olmamak koşulu ile en fazla 3’ e bölünebilen yıllık izin, artık bir tanesi 10’dan az olmamak koşulu ile istenildiği kadar bölünebilecek. Bu da, işçilerin yıllık izinlerinin çoğunun günü birlik mazeret izinleri şeklinde kullanılarak tüketilmesi anlamına gelecek. Bu durum, işçilerin işe odaklanmalarında problemlere, psikolojik baskıya ve sonuçta işyerlerinde iş kazalarının artmasına neden olacak. Özellikle, kadın işçiler arasında yaygın olan güvencesiz, taşeron çalışmada devlet eliyle izin kullanımına getirilen sınırlama, hem işyerinde hem de evde saatlerce dinlenmeden çalışan kadınların hastalık risklerini yukarıya çekecek.
Geçtiğimiz mayıs ayına kadar bakanlık tarafından tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde belirlenmiş 40 meslek dalında mesleki eğitim verilmesi ve bu eğitimlerin tamamlanması gerekiyordu. Hükümet yine patronlarını kıramadı ve bu uygulamayı da yıl sonuna kadar uzattı. Demek ki patronlar mesleki eğitimleri olmayan işçileri bir süre daha çalıştırmaya devam edebilecekler. Bu ise işi bilmemekten ya da acemilikten kaynaklı, kaza ve meslek hastalıkları riskini arttıracak. Yeter ki kasalardan para çıkmasın.
Kamuda, sözleşmeli, güvencesiz istihdam günleri
Darbe girişimini Fetocular yaptı ama devlet en büyük darbelerden birini kamu çalışanlarına vurdu. Hükümet yetkilileri bile “Örgütsel bağların açığa çıkarılması çok zor” derken, 82 bin kamu emekçisi açığa alınarak aileleri ile birlikte yaklaşık 500 bin kişi bu süreçte mağdur edildi. Ortaya çıkan personel açığını bahane ederek, hükümet çeşitli torba yasalarla daha önce başlattığı güvencesiz çalışma biçimlerini kamuda yerleştirme harekatına da, son noktayı da koymuş oldu. Özellikle eğitim alanında işten uzaklaştırılan, gözaltına alınan öğretmenlerin yerine daha “demokrasi mitingleri” sona ermeden, sözleşmeli öğretmen alma şartlarının kamuoyuna sunulması, bu konuda hükümetin önceden hazırlıklı olduğunun somut göstergesidir.
Anlaşılan o ki yeni devletimiz güvenceli işler kapsamını daraltırken, kamu çalışanlarının elinde kalan düzenli kadrolu işler, kısmi süreli, sözleşmeli işlere dönüşecek, özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi kurma yaygınlaşacak. Darbe girişimini fırsata çevirmek diye buna denilir. Bilindiği gibi kadınların sürekli düzenli çalıştıkları nadir alanlardan biri kamudur. Özellikle de öğretmenlik neredeyse bir kadın mesleğidir. Daha önce kamuda çalışan kadınlara müjde diye çıkardıkları ve adına doğum yapan kadına “yarı zamanlı çalışma hakkı” dedikleri, kadınlara kısmi zamanlı çalışma dayatan yasaya bile ihtiyaç yok artık, daha büyük bir tehlike var ya? Önümüzdeki günlerde öğretmen kadınların, memur kadınların büyük bölümü sözleşmeli çalışacak gibi görünüyor artık.
Kölelik büroları ya da kiralık işçi var, beyim!
20 Mayıs 2016 tarihinde cumhurbaşkanının onaylamasıyla, kamuoyunda kiralık işçilik yasası olarak bilinen, özel istihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkisi kurulmasına izin veren 6715 sayılı “İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girdi. İşçileri kiralık işçi büroları tarafından işyerlerine belirli sürelerle kiralanmasının yolun açan yasa yürürlükte. İşçilerin alınıp satılması, insan onurun ayaklar altına alan esnek çalışma biçimlerinden biri. Emekliliğin hayal olduğu yıllık izinlerin yok edildiği, kıdem ve ihbar tazminatının ortadan kalktığı yasa, aynı zamanda iş güvencesini ortadan kaldırıldığı gibi sendikalaşmanın önündeki en büyük engel olarak duruyor. Kadrolu düzenli çalışmanın karşısına çıkartılan “özel istihdam büroları” işçilere yapılan en büyük darbe olarak karşımıza çıkıyor. Bu yasa ile çalıştıkları süre içinde ancak ücret alabilecek olan, düzenli maaştan yoksun olanların daha da yoksullaşması anlamına geliyor.
Ya kıdem tazminatı!
Kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasına yönelik saldırılar yeni değil. Çok uzun süredir burjuvazi, kıdem tazminatının kaldırılması, ya da fona devredilerek kuşa çevrilmesi meselesini gündeme getiriyor. Devletimiz de bu konuda elbette boş değil. Kıdem tazminatını nasılsa herkes almıyor, biz herkesin almasını sağlayacağız, kandırmacası üzerinden bol bol, taslaklar hazırlayıp duruyor. Fakat işçiler bu konuda tepkili ve sendikaların da neredeyse hemfikir oldukları nadir konulardan biri bu. Tazminatın kaldırılmasının kırmızı çizgileri olduğunu söylüyorlar.
Çalışma hayatının yakından ilgilendiren konularında tek tek gündeme geldiği OHAL sürecinde kıdemin de gündeme gelmesinin önünde maalesef hiçbir engel yok. Hükümetin kıdem tazminatını bir oldu bitti, yandı kül oldu gitti noktasına getirmemesi için sendikaların konuyu ciddi bir şekilde takip etmesi gerekiyor. Hatta takip etmesi de yetmez kıdem tazminatının kaldırılmasını veya fona devredilmesini istemeyen sendikaların bir araya gelerek sendikalar üstü bir kıdem tazminatı izleme grubu oluşturmaları lazım. Bu grup ya da kurul, OHAL şartlarında çeşitli mücadele taktikleri de geliştirmelidir.
Taşerona kadro bekleyişi devam ediyor
Hükümetin, yasaları ihlal eden bir uygulaması da taşeron işçilik alanında oldu. Yıllardır kamuda yasalara aykırı olarak taşeron adı altında işçi çalıştıran hükümet, açılan davaları kaybetmiş olmasına rağmen kadro bekleyen binlerce işçiyi oyalamaya devam ediyor. Seçim döneminde, oy kaygısı ile meydanlarda taşeron işçi ve ailelerinin oyunu almak için kürsülerden kadro sözü veren iktidar partisi, hala sözünü yerine getirmiş değil.
Burada kamu personel rejiminin esnek ve güvencesiz hale getirilmesine karşı toptan bir mücadelenin verilmesi yerinde olacaktır. Taşerona kadro konusu bu mücadelenin bir bölümünü teşkil etmelidir.
İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı sırada
OHAL döneminin sunduğu “olanaklar” bir süredir gündemde olan ama henüz yasalaşmamış kanun tasarılarının teker teker hızlı bir biçimde meclisten geçirilmesi anlamına da geliyor. Bekleyip görelim!
Geçtiğimiz martın 23’ünde taslağı hazırlanan İş Mahkemeleri Kanununu Torba Yasa Tasarısı, bunlar içinde en kapsamlısı. Tasarıda İş Kanunu, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve Arabuluculuk Kanunu gibi, bireysel ve toplu iş hukuku ilgilendiren tüm yasalarda değişiklikler öngörülüyor, bu tasarı sırada bekliyor.
Arabuluculuk Kanunu ile arabuluculuk mekanizması, haksız fesih durumunda işe iade veya bireysel ya da toplu iş hukukundan doğacak olan alacaklarını alınması noktasında zorunlu hale getiriliyor. Böylece işçilerin yasal yollara başvurmasının, yasal bir hakkı kullanmasının önüne geçilmek isteniyor. Bu yasa işe iadelerin önünü tamamen kapatacağı gibi, işçi alacaklarında işçinin hak ettiğinin çok daha altına razı edilmesinin de önünü açacak. Arabuluculuk denilen bu mekanizmayla, işçiler ciddi hak kayıplarına maruz kalacak.
Bir diğer önemli hak kayıp ise kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin alacağı gibi kalemlerde zaman aşımının iki yıla indirilmesidir.
Tasarıda, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’ndan kaynaklanan işkolu itirazı, yetki itirazı, temsilcilerin güvencesi, toplu sözleşme maddelerinin yorumundan kaynaklanan sorunların çözümü, işyerinin kapsamı gibi konularda yeni kurulacak olan istinaf mahkemeleri nihai kararı verecek ve böylece temyiz yolu kapatılacak. Buradaki en büyük tehlike ise, çok sayıda kurulacak olan istinaf mahkemelerinin vereceği kararla, bir içtihat birliğinin sağlanamaması olacak. Buda benzer davalardan farkı sonuçlar çıkabilecek.
Tasarıda gündeme gelen kayıplar elbette bunlarla sınırlı değil, tazminatın (hangi tazminatın) niteliği de değiştiriliyor, özellikle boşta geçen süre diye bilinen en fazla dört aylık ücret alacağı tazminat olarak değiştirilmekte ve böylece patronlar boşta geçen sürenin sigorta primini ödemekten kurtulacaklar.
Darbeler de karşı darbeler de siyasi olgu olarak görülür genellikle, devlet içindeki klikler arasında cereyan ediyor olması elbette işin politik boyutunu oluşturur, ama darbelerin ekonomik temelleri de vardır. Küresel kapitalizm şartlarında uluslararası tekellerin hangisinin hangi ağlar içinde olduğunu bile bilemezken bu işler eskisi gibi kolay anlaşılmasa da, patronların hepsi ya da bir kısmı yeniden inşa sürecinden epey ekmek yiyecekler. İşçi sınıfının alın, ben yiyemedim vatan millet aşkına sizler yiyin, deme olasılığı yüksek. Çünkü örgütlü değil, örgütlü kesimin ise siyasetten anladığı, çok uzun süreden beri sınıf siyaseti değil artık…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.