Suriye ordusunun Halep’teki askeri kazanımları savaşın gidişatında önemli bir dönemeç noktasına denk düşüyor
Suriye ordusunun Halep’teki askeri kazanımları savaşın gidişatında önemli bir dönemeç noktasına denk düşüyor, ancak bu durum Batılı emperyalistlerin ve onların bölgedeki uşaklarının yeni taktikler geliştirme noktasında hareketlendiklerini de ortaya koyuyor. Nusra’nın “değişimi”, muhtemelen yeni geliştirilecek taktiklerin bir ön adımıdır
Suriye ordusunun geçtiğimiz aylarda sağladığı askeri ilerlemeler, Suriye’deki savaşın gidişatı açısından önem kazandı. Bu durum, ana akım Batı basını sayfalarında da yansımalarını bulmaya başladı. Financial Times’ın Ortadoğu muhabiri Erika Solomon’a göre, Suriye ordusu ve müttefiklerinin Rus Hava Kuvvetleri’nin hava desteği ile gerçekleştirdikleri Halep’e yönelik büyük operasyon sonucunda muhalifler ellerindeki son büyük kentsel yerleşim birimini kaybedebilirler. (Syrian jihadi group al-Nusra breaks link with al-Qaeda, July 28)
New York Times’ın Ben Hubbard ve Anne Barnard imzalı haberinde, muhaliflerin doğu Halep’te alacakları bir yenilginin Suriye savaşının beşinci yılında önemli bir dönüm noktası olabileceği belirtiliyor. (Syria Outlines Plans for Conquest of Aleppo, Backed by Russian Power, July 28.)
Halep’in cihatçılardan temizlenmesinin savaşın gidişatında önemli bir dönüm noktası olacağı uzun zamandır ifade ediliyordu, son bir kaç ayda sahada yaşananlar ise bunun mümkün olabileceğini gösterdi. Askeri alandaki bu gelişmeler önemli siyasi sonuçlar yaratmaya başladı.
Askeri güç dengesindeki değişimin yarattığı siyasi sonuçların ilki, ABD’nin Suriye’de IŞİD ve El Kaide’ye karşı Rusya ile ortak hava operasyonları yapma teklifi sunması oldu. Kerry, bu çerçeve içinde bir Moskova seyahati gerçekleştirdi. Putin ve Lavrov’la uzun görüşmeler yaptı.
ABD’den gelişmelere ilişkin farklı sesler geldi. Kerry’nin görüşmeler için Moskova’ya indiği gün New York Times tarafından, 2011 ve 2012 yıllarında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Ortadoğu ve Kuzey Afrika işlerinden sorumlu yönetici olarak görev yapan Profesör Steven Simon ve yine konseyin 2011-2013 yılları arasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika politik ve askeri işlerinden sorumlu yöneticisi olan Jonathan Stevenson’ın “Why the U.S. Military Can’t Fix Syria” başlıklı yazısı yayımlandı.
Yazıda, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görevli 51 diplomatın bakanlık bünyesinde yer alan bir “gizli kanal” mekanizması aracılığıyla geçtiğimiz haziran ayında ifade ettikleri ve oldukça ses getiren ABD yönetiminin Suriye politikasına yönelik eleştirileri ele alınıyordu. ABD’li diplomatlar hazirandaki metinde, ABD’nin Suriye politikasını pasif bulduklarını ifade ediyor ve Suriye’de politik bir geçiş sürecinin gerçekleşebilmesi için ABD Hava Kuvvetleri’nin, Suriye yönetimine bağlı askeri hedeflere yönelik bombardımanlar düzenlemesi çağrısı yapıyorlardı.
Diplomatların yaklaşımını doğru bulmayan yazarlar, ABD’deki askeri müdahale yanlılarının, “ABD’nin Beşar Esad yönetimini etkili bir biçimde zayıflattığını kabul etmekte başarısız olduğunu” iddia ediyor ve ABD yönetiminin 2015 yılında uyguladığı “örtülü agresif eylem programı”nın muhalefetin Suriye’nin kuzeyinde özellikle Lazkiye’de ve kuzeybatısında İdlip’te önemli kazanımlar elde etmesini sağladığını belirtiyorlar.
ABD’nin Suriye yönetimini zayıflatmak amacıyla devreye soktuğu “örtülü agresif eylem programı”nın cihatçı katiller topluluğuna lojistik, silah, istihbarat, para ve politik destek sunma anlamına geldiği biliniyor, bu durum ABD yönetiminin konuyla doğrudan ilgili en kilit pozisyonlarında görev almış yetkilileri tarafından bu yazıyla bir kez daha ifade edilmiş oldu.
Yazarlar, diplomatların çağrısını yaptığı örtülü olmayan açık ABD saldırısının muhtemelen daha güçlü ve geniş kapsamlı bir Rusya müdahalesinin yolunu açacağını; Rusya’nın bunu yapmadığı durumda ise, İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki savaşa daha güçlü bir katılım için meşru bir zemin bulacağını söylüyorlar.
ABD’li diplomatların bir diğer iddiası, ABD bombardımanlarının Esad’ı müzakere masasına oturmaya zorlayacağı idi. Yazarlar bu iddianın da yanlış olduğunu düşünüyorlar, ancak bunun nedenine ilişkin ileri sürdükleri düşünce, Batılı merkezler tarafından beş yıldır dile getirilen söylemlerin bizzatihi konuya en fazla vakıf olan kendi yöneticileri dilinden reddedilmesi anlamına geliyor. Yazarlara göre, Esad’ın masaya oturmasını beklemek mantıksız, çünkü Esad’ın karşılıklı masaya oturması istenen güçler aşırı İslamcı, bu güçlerle de müzakere yapılamaz.
ABD’li yetkililer Suriye’de kendilerinin “aşırı İslamcı” dediği cihatçıların muhalefetin ezici çoğunluğunu oluşturduğunu ifade ettiklerinde, Suriye’de sahneledikleri oyun sonucunda dökülen kanın, yaşanan yıkımın başta gelen sorumlusu olduklarını da itiraf etmiş oluyorlar, çünkü bu “aşırı İslamcıları”, “ılımlı muhalefet” olarak yıllardır dünyaya pazarlayan, bu güçleri açık ve örtülü destekleyen bizzatihi kendileri.
Yazarlara göre, müdahale çağrıcıları ABD yönetiminin sahip olduğu kaynakların sonsuz olmadığını takdir edemiyorlar. ABD yönetiminin Pasifik’te Çin’le karşı karşıya gelme, NATO’yu güçlendirme ve İran’ı nükleer silahsız bırakma gibi yerine getirmesi gereken küresel stratejik yükümlülükleri var. Bu nedenle, ABD sonu belirsiz bir Suriye savaşını üstlenemez.
ABD’nin emperyalist yönetim aygıtı içindeki tartışmaların dışarıya yansıtıldığı bu yazı, ABD’nin Suriye’de geliştirdiği taktiklerin ana yönelimlerine de ışık tutar nitelikte. Suriye yönetimini devirme, olmuyorsa olabildiğince zayıflatma, başlangıçtan beri ana hedef idi. Hillary Clinton’ın yenilerde açığa çıkan 2012 tarihli bir elektronik posta mesajında ifade ettiği gibi, “Esad’ın devrilmesi İsrail’in güvenliği için bir nimettir” anlayışı ABD politikalarında başından beri önemli bir yer kaplıyordu.
Tam bir yıl önce Brookings Brief’de Clint Watts’ın “Should the United States Negotiate with terrorists?” başlıklı yazısı yayımlanmıştı. Yazı, Suriye’deki El Kaide bağlantılı en etkili cihatçı örgüt olan Nusra Cephesi ile ABD’nin müzakere geliştirme koşullarını tartışıyordu. O dönem Sendika.Org’da yayımlanan “Yeni IŞİD’ler yolda, geliyor…” başlıklı yazıda bu konuyu ele almıştık.
Watts yazısında, Nusra Cephesi’nin mevcut haliyle müzakerenin olamayacağını, ancak Nusra’nın bugünkü konumuyla geçmişteki konumu arasındaki farkın da göz ardı edilemeyeceğini vurguluyor; Nusra’yı bölmek ve bölünmede ana çizgiden kopacak gruplarla müzakereye girip Suriye’nin geleceğinde bu gruplara yer vermek için ABD’nin yeni hamleler yapması gerektiğini ifade ediyordu. Watts yazısında, Nusra’yı “ılımlı muhalefet”e dönüştürmenin yol ve yöntemlerini ortaya koyuyordu.
28 Temmuz’da lideri Culani tarafından yapılan bir açıklamayla Nusra Cephesi’nin isim değiştirdiği ve El Kaide ile olan ilişkisini bitirdiği ifade edildi. Nusra’nın, Ahrar’uş Şam, İslam Ordusu ve ÖSO bağlantılı gruplarla yakın işbirliği içinde olduğu bizzat ABD tarafından daha önce defalarca dile getirilmişti. Nusra’nın Halep savaşında tayin edici günlerin yaşandığı bir zaman diliminde gerçekleştirdiği bu hamle, en fazla ona örtük destek veren Batılı emperyalistlerin elini rahatlatacak.
Nusra’nın yeni ismi: Şam’ın Fethi Cephesi. Nusra’nın El Kaide bağını koparması için özellikle önemli bir destekçisi olan Katar’ın baskı yapmakta olduğu uzun süredir çeşitli mecralarda dile getiriliyordu. Nusra’nın alacağı yeni biçim özellikle Batılı emperyalistlerin, Körfez krallıklarının ve Türkiye ile Suriye’nin geleceğine ilişkin projeksiyonları açısından önem taşıyor.
“Muhalefet”in en etkili grubu olduğu sürekli vurgulanan Nusra’nın yeni “imajı”nın özellikle Batılı ülkelere yönelik bir “halkla ilişkiler” çalışması olduğu açık, zamanlama ise, Halep savaşı ile ilişkili. Sözünü ettiğimiz gelecek projeksiyonunun bileşenlerinden birisi, dağılacak Suriye devleti sınırlarının bir bölümünde yer alacak Sünniistan ve elden geçirilmiş, “aşırılıklarından arındırılmış” Nusra bu birimin başat siyasi-askeri aktörü olmaya aday.
Kimileri sorabilir, öyle ama, Nusra’daki değişime ilişkin bir soruyu yanıtlayan ABD sözcüsü, “Bekleyip göreceğiz. Biz örgütler hakkında kendilerini nasıl adlandırdıklarıyla değil, nasıl davrandıklarıyla karara varırız. Bildiğim kadarıyla, bu gruba daha farklı şekilde yaklaşmamıza sebep olacak herhangi bir iletişim yaşanmadı” dedi.
Evet ABD sözcüsü bunları söyledi, ancak…
Nusra ABD’nin terör listesinde yer alıyor, fakat ABD ve yakın müttefikleri Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye yıllardır Nusra’yı örtük olarak silahlandırıyor, fonluyordu. En son 27 Temmuz’da Guardian gazetesinde, Balkan ülkeleri üzerinden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, Ürdün ve ABD’ye satılan ve yeni bir rota üzerinden Suriye’ye gönderilen 1,3 milyar dolarlık silahın haberi yapıldı. (Revealed: the £1bn of weapons flowing from Europe to Middle East)
Balkan Investigetive Report Network ve Organised Crime and Corruption Reporting Project’in hazırladığı raporlara ve Balkan devlet yetkililerinin görüş ve bilgilerine dayanan habere göre, bu yeni silah ticareti yolu 2012 kışında açılmış. Bu yeni yoldan aktarılan silahların çeşitli ÖSO birimleri, Ahrar’uş Şam, Nusra ve IŞİD’in elinde olduğu çeşitli video ve fotoğraflarla belgelenmiş.
Habere göre, Suudi Arabistan tarafından satın alınan silahlar Ürdün ve Türkiye’deki iki komuta merkezi tarafından Suriye’ye ulaştırılmış. ABD Ordusu’nun Özel Operasyon Komutanlığı (SOCOM) tarafından satın alınan yüklü miktarda silah gizlice Suriye’ye gönderilmiş. ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı tarafından en son 21 Haziran’da satın alınan 1700 tonluk silah Bulgaristan’dan gemiye yüklenip Kızıldeniz’de bir limana teslim edilmiş ve oradan Suriye’ye sevk edilmiş.
ABD’nin 2015’teki “agresif örtülü eylem planları” için ihtiyaç duyulan silahların bir kısmının bu haberde sözü edilen satın almalarla Suriye’ye gönderildiği belgeleniyor. Balkan ülkelerinden yollanan silahların son bir yılda bırakalım Nusra’yı, IŞİD’e bile ulaşmış olduğu aleni kanıtlarıyla haberde ortaya konuluyor.
Raporu hazırlayan kurumların görüştüğü uzmanlar, bu satışlar sonucunda silahların Suriye’ye ulaşmasının ulusal ve Avrupa Birliği Hukuku’na ve Uluslararası Silah Ticareti Anlaşması’na aykırı olduğunu ifade ediyorlar. Ancak bunlara karşı bir yaptırım mekanizmasının olmadığını ekliyorlar.
Suriye ordusunun Halep’teki askeri kazanımları savaşın gidişatında önemli bir dönemeç noktasına denk düşüyor, ancak bu durum Batılı emperyalistlerin ve onların bölgedeki uşaklarının yeni taktikler geliştirme noktasında hareketlendiklerini de ortaya koyuyor. Nusra’nın “değişimi”, muhtemelen yeni geliştirilecek taktiklerin bir ön adımıdır.
30 Temmuz 2016
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.