Türkiye’de toplumsal muhalefet sığınmacı haklarına ve “mülteci statüsü” talebine kör kaldığı sürece halkları birbirine kırdıran gericilik dalgası büyüyecek
Erdoğan’ın ‘Suriyelilere vatandaşlık verilecek’ çıkışı ırkçı bir kampanyayı tetikledi. Türkiye’de toplumsal muhalefet sığınmacı haklarına ve ‘mülteci statüsü’ talebine kör kaldığı sürece halkları birbirine kırdıran gericilik dalgası büyüyecek
Erdoğan 2 Temmuz’da 90 bin kişilik yerel nüfusa karşılık Suriyelilerin sayısının 150 bin olduğu ve Suriye savaşını bilfiil kendi topraklarında yaşayan Kilis’e gitti, orada Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceğini açıkladı.
Bu konuşmanın hemen ardından internet ağlarında “Türkiye’de Suriyeli istemiyoruz” söylemi ile ırkçılık/yabancı düşmanlığı üzerinden yükselen bir kampanya başladı. Onlarca sosyal medya sayfası açıldı. Suriyelilere karşı yürüyüş çağrıları yapıldı. Biriken gerilim, İstanbul İkitelli, Konya Beyşehir ve Bursa’da “laf atma”, “köpeğin tekmelenmesi” gibi gündelik nedenlerin arkasına gizlenerek Suriyeliler ile yerel halk arasında çatışmaya dönüştü. CHP liderliğinin “vatandaşlık” konusuna karşı propagandayı “Erdoğan’ın oy hesabı” üzerinden kurması ise Erdoğan-AKP karşıtı sosyal demokrat-ulusalcı kesimlerin tepkilerini de Suriyelilere yöneltirken, ırkçı kampanyaya su taşıdı.
Nitelikli ucuz emek sömürüsü ve ‘nakit’ derdi
Erdoğan’ın açıklamasının hemen ardından Metropoll araştırma şirketinin anketi yayımlandı. Ankete göre AKP’lilerin yüzde 78’i, CHP’lilerin yüzde 97’si, MHP’lilerin yüzde 94’ü ve HDP’lilerin yüzde 69’u Suriyelilere vatandaşlık verilmesine “hayır” diyordu. Peki memleketi anketlerle yönettiği bilinen Erdoğan, CHP’nin iddia ettiğinin tersine kazanacağından fazla oy kaybedebileceği bu adımı neden atıyordu?
Anketin yayımlanması ile birlikte AKP medyası Suriyelilerin arasından “kimlerin” vatandaşlığa kabul edileceğine dair haberler yayımlamaya başladı. Suriyeliler bu defa Türkiyeli AKP’lilere pazarlanıyordu.
Plana göre ilk etapta 30 bin, toplamda 300 bin Suriyeli vatandaşlığa geçirilecekti. İlk aşamada doktor, mühendis gibi beyaz yakalılar, ikinci aşamadaysa ara elemanlar vatandaş yapılacaktı. Avrupa’ya gitmeyen zengin Suriyelilerin ve nakit parası olanların Türkiye’de kalması sağlanacaktı. Vatandaşlığa alınacakların güvenlik soruşturmalarını MİT’in yapacağı, Esad karşıtı olan bazı isimlerin güvenliğinin sağlanacağı ve istihbaratta kullanılacakları da satır aralarında belirtiliyordu. Yani mesele hem sermaye için “nitelikli” ucuz emek sömürüsünün ve iktidar için Suriye’den gelen temiz ya da kara paranın ülkede tutulması bakımından yine “duygusal” hem de savaş politikalarının bir uzantısı idi. Vatandaşlık tartışmasının “Rusya ile uzlaşma” sürecinde gündeme gelmesi ise akla bu adımın ne Avrupa’ya geçebilecek ne de savaş suçu ve kriminal nedenlerle Suriye’ye dönebilecek olan Suriyelilerden oluşan savaş tortusunun Türkiye’ye entegrasyonuna dair atıldığı şüphesini doğuruyordu.
Toplam 300 bin Suriyelinin vatandaşlığı üzerinden yapılan tartışmalarda ise geri kalan 2,5 milyon sığınmacının haklarının ne olacağına dair tek bir vurgu bile yoktu.
Suriyeliler için ‘Türkiye cehennemi’
Türkiye halkları Suriyelileri istemiyor! Peki her yıl binlercesi ölüm pahasına kendilerini denize atarak Türkiye’den kaçmaya çalışan sığınmacıların kalmak istediğinden emin miyiz? AB ile imzalanan geri gönderme anlaşması 4 Nisan 2016’da uygulanmaya başlandığında Midilli Adası’nda eylem yapan Suriyeliler “Bizi zorla Türkiye’ye götürürseniz kendimizi ailemizle birlikte denize atarız, cehenneme gidiyoruz” demişlerdi. Türkiye’yi Suriyeli sığınmacılar için bir cehenneme dönüştüren ise yine AKP’nin izlediği politikalar.
Türkiye, cihatçılara destek politikası ile 5 milyonu aşkın Suriyelinin yurdundan göçmesine neden olan savaşı tetikleyen bir ülke. Henüz 2011 yılında Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı binlerle sınırlıyken sığınmacı akını teşvik edildi. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi sığınmacıları Rojava ve Suriye’ye müdahalenin bir aracı olarak kullanmak istiyor ve “tampon bölge” talebi Suriyeli sığınmacılar üzerinden ısıtılıyordu. Sığınmacı kabulü ayrıca Suriye savaşı içinde iktidarın cihatçı çetelerle kurduğu lojistik ağları, cihatçı akışını perdeleyen örtü haline getirildi. Bazı sığınmacı kampları, cihatçı örgütlenme merkezlerine dönüştürüldü. Saray iktidarının Suriye politikası çökerken, sığınmacı akını ülke içinde 2 milyon 700 binlik bir nüfusa dönüşmüştü. İktidar için bu defa bu nüfus, AB ülkeleri ile sığınmacıları denize dökerek gerçekleşen bir “Kayseri pazarlığı”nın konusu haline geldi.
Savaştan kaçan Suriyeliler için can güvenliği tehdidi sürerken çok boyutlu bir “yaşam savaşı” başladı. AKP iktidarı Suriyeli sığınmacılara “mülteci statüsünü” ve bu statüden doğacak hakları tanımadı, “geçici koruma” başlığı altında belirsiz ve denetimsiz bir “sığınmacılık” kategorisi oluşturuldu. Üstelik “geçici koruma yönetmeliği” uyguladıkları sığınmacıları uluslararası başvuru haklarından da mahrum bıraktılar.
Türkiye, dünya çapında bir yılda 40 milyar doları bulan insan kaçakçılığı “ekonomisinin” 10 milyar dolarının döndüğü bir ülkeye dönüştürülürken yaşam savaşı veren Suriyeliler de her tür istismara ve sömürüye açık bir nüfus haline getirildi. Çocuk, kadın, erkek “ucuz emek” olarak işgücü piyasasında pazarlanan, köle gibi çalıştırılan, dilencileştirilen, açlıkla, eğitim, sağlık ve barınma sorunu ile yüz yüze kalan, “kuma pazarı” ve kadın ticaretinin hedefi haline getirilen Suriyeliler sistematik ayrımcılık ve baskıya uğrayarak yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldı.
Tehdit Suriyeliler değil, Saray iktidarı
Suriyelilerin çalıştırılması ile emeğin ucuzladığı, işsizlik tehdidinin büyüdüğü, nüfusun olağandışı artışı ile kiraların yükseldiği emek havzaları ve kentlerde yerel halktan emekçilerin işsizlik, düşük ücret, yüksek kira, suç oranının artması, vergilerin artması gibi sorunlarının kaynağı olarak Suriyelileri görmesi ve tepkilerini onlara yöneltmesine ilişkin örnekler gündelik sorunlar etrafında büyüyen gerilimlerle kendisini göstermeye başladı. İktidarla ilişkili cihatçı ağlarının bombalı intihar saldırıları ile topluma yaydığı korku da karşılığını Suriyelilerin “tehdit” olarak görülmesi eğiliminin büyümesinde buldu.
Türkiye toplumsal muhalefetinin ise mülteci sorununda başarılı bir sınav verdiği söylenemez. İktidarın sığınmacıları “oy deposu” olarak görmesi de Alevi ve Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı illerde “iskan” ederek demografik nüfus hareketleri ile toplumsal kontrol ve gerilim eksenleri yaratma politikası da, Suriyelilerin arasında örgütlenen cihatçı varlığı da gerçek sorunlar. Ancak bu sorunlar “mültecilerin haklarına kör” bir muhalefet çizgisi ile ele alınamaz. Saray iktidarının Suriye’de izlediği savaş politikalarına, sığınmacıların iktidar tarafından kullanılmasına karşı, acilen sığınmacıların haklarını savunmayı da temel alan etkili bir mücadele çizgisi üretilemediği takdirde toplumda etnik ve mezhepsel çatışma zemininin genişleyeceği, ırkçılığın ve halkların yaşadıkları sorunların sorumlusu olarak iktidara ve sermaye sınıfına değil birbirine yöneleceği bir gericilik dalgasının yaygınlaşacağı bugünden görülebiliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.