Erdoğan liderliğindeki savaş koalisyonu toplumu nefes nefese faşizm bataklığına doğru sürüklüyor. Ancak, iktidar blokunun hemen karşısında önemli yarıklar oluştuğu hususu da gerçek Öyle bir yerdeyiz ki… Takvim yaprakları henüz dökülmeden soluveriyor. Zamanın ibresi yerinde durmuyor, deyim yerindeyse zıp zıp zıplıyor. “Savaşın ve rejimin” harmanlanıp aynı mekanizmanın içine yerleştiği, iç içe geçmiş darbeler zinciri ile kavruluyor […]
Erdoğan liderliğindeki savaş koalisyonu toplumu nefes nefese faşizm bataklığına doğru sürüklüyor. Ancak, iktidar blokunun hemen karşısında önemli yarıklar oluştuğu hususu da gerçek
Öyle bir yerdeyiz ki…
Takvim yaprakları henüz dökülmeden soluveriyor. Zamanın ibresi yerinde durmuyor, deyim yerindeyse zıp zıp zıplıyor.
“Savaşın ve rejimin” harmanlanıp aynı mekanizmanın içine yerleştiği, iç içe geçmiş darbeler zinciri ile kavruluyor ülkenin gündemi.
Darbe içinde darbe
Erdoğan öncülüğünde, 10 Ekim-1 Kasım kadrajına sıkıştırılmış kanlı takvimden beslenen, akıllara zarar bir distopyanın içine doğru sürükleniyoruz.
Öyle ki, demokrasiyi çalıp kılıfını hazırlıyor, başkanlık rejimine kavuşabilmek adına, faşizmin bayrağını göndere çekmeye çabalıyorlar.
Umudu, direnci, hakikati katlederek, toplumsal hafızalarımızı resetleyerek, yaşama, düşünme, etme/eyleme, ayakta kalma biçimlerimizi tasfiye ederek, ilmek ilmek işlediler 10 Ekim Rejimi’ni… İktidarın savaş ve katliam dağarcığını alabildiğine genişleterek.
Ve şimdi, Türkiye yeni ve olağanüstü bir siyasal gerilimin, tarihsel bir kopuş sürecinin içinde ve eşiğinde.
Tüm güçler, dünya çapında iç içe geçmiş ve kendi sınırına dayanmış ekonomik, hegemonik ve ekolojik kriz denkleminin ağır basıncıyla sarsılıyor.
Kriz derinleştikçe, oyunun kuralları sertleşiyor, sahnede kalmak her zamankinden daha da zorlaşıyor, alışılmışın dışında yeni eksenler ve taktiklerle oyun yeniden şekilleniyor.
Başkan, tacını giyene dek…
Malumunuzdur, savaş koalisyonun dümenindeki Erdoğan, ayakta kalabilmek için Başkanlık pelerinini giymeye mecbur. Zira başka çaresi de yok.
Öyle ki, rejimi resmileştirmek adına, kendi gemisinde hiçbir pürüz istemiyor.
Bundandır ki, Erdoğan’ın playbackini yapacak yeni bir kabinenin ve başbakanın belirlenmesi gerekiyordu, öyle de oldu. Davutoğlu’nun ve 64. Hükümet’in ipinin çekilmesi, HDP’li vekillerin tasfiyesine yönelik dokunulmazlıkların kaldırılması oylamaları, CHP ve MHP’nin gönüllü intiharlarıyla düzen içi muhalefetin AKP saflarına çekilme hamlesi, Başkanlık rejimine giden yolda Erdoğan’ın ihtiyaç listesi değil miydi?
Bakınız, gündemi tayin eden muktedir, o arada sermayenin gönlünü almak için de, kiralık işçilik ve kıdem tazminatının tasfiyesi ve boşanma kanununun değişikliği yasa tasarılarını emekçilerin ve kadınların önüne fırlatıp, bir taşla üç beş kuş vuruverdi. Öyle ya, inşa edilmekte olan esasında sermayenin rejimi ve yine esas olan burjuvazinin talepleri değil mi?
İşte, bu yüzden, varlık-yokluk savaşı veren Erdoğan vahşi kapitalizmin doruklarına faşizmle kucaklaşarak yol alma çabasında…
Düşmanın anatomisi
Faşizm tartışmaları boy verirken, eklemek gerek.
Darbeler pratiği ile, Erdoğan’ı Hitler ile eşitleyen yazar-çizer cenahı bilmeli ki, tarih tekerrürden ibaret değil, zira Türkiye kendi özgünlüğünde kaotik bir döneme soluyor, önceden yaşanmamış bir tarihin içine yerleşiyor.
Dünya tarihine olumlu ya da olumsuz çağ atlatmış kişiler, dönemler ve tarihleri elbette ki, böylesine kritik bir süreçte yeniden ve daha yakından incelemek, tarihin deneyimlerini, işaret ettiklerini içine soluduğumuz tarihin süzgecinden geçirerek değerlendirmek elzem… Ancak bulunduğumuz coğrafyanın ve tarihin anatomisini göz ardı etmeden.
Görmek gerek, Erdoğan, Hitlervari şok zirveleri pratiğiyle ön almaya çalışsa da, Erdoğan’ı Hitler ile eşitlemek esas diktatörün hakkını yemek gibi olacak(!) Zira “bizimkisi” o kadar güçlü değil… Şimdilik, sadece “güç gösterilerinin ustası” o kadar.
Çünkü savaşmak için, olduğundan çok daha güçlü görünmeye ihtiyacı var. Çünkü, bıçak sırtında yaşıyor. Kürdistan coğrafyasına yönelik ısrarla sürdürülen savaşın gidişatı, iç ve dış politikasında iflas eden stratejisi, uluslararası düzlemdeki yalnızlaşması, hele ki şimdilerde Amerika’nın Reza Zerrab kozu ile kuyruğunun iyice sıkıştığını, Erdoğan’ın açmazlarının kemikleştiğini gösteriyor (Bu başka bir yazıda detaylandırılması gereken bir konu).
22 Mayıs Kongresi’nin baştan sona bir Başkanlık şovuna dönüştürülmesi, Erdoğan’ın savaş taktiklerindendi.
Binali Yıldırım’ın “Yolun yolumuzdur, davan davamızdır, sevdan sevdamızdır” konuşmasından tutun da, kongrede Erdoğan’ın mektubunun dakikalarca ayakta alkışlanmasına (ki bu Türkiye parlamenter siyasetinde bir ilktir) yeni kabinenin biat açıklamalarına hepsi şovun bir parçasıydı. Lakin, Erdoğan’ın çekirdeği çelikleştirip, ekibinin asabiyet çıtasını yukarı çektiği, tabanını konsolide ettiği de bir şov.
Demem o ki, böylesine bir tarihsel kavşakta düşmanın anatomisini tüm hatlarıyla masaya yerleştirmek elzem. Düşmanı asla küçümsemeden ve ama asla abartmadan da…
İktidar bloku nasıl parçalanır? sorusunun ilk cevabı bu olmak zorunda.
Entelektüel gevezelik yapmaktan öteye geçmek, kazanmak için savaşmak istiyorsak, neyle savaştığımızı bilmeyiz öyle değil mi?
Umut tazeleniyor!
Şu bir gerçek, Erdoğan liderliğindeki savaş koalisyonu toplumu nefes nefese faşizm bataklığına doğru sürüklüyor. Ancak, iktidar blokunun hemen karşısında önemli yarıklar oluştuğu hususu da gerçek.
Toplumsal/siyasal havaya hakim olan katliam, savaş ve bombalar gerçekliğine karşı, 1 Mayıs 2016’da yenilgi atmosferini delerek, alanlara, sokaklara, işçi havzalarına akan işçiler, emekçiler, ezilen ve ötekileştirilen halklar, inançlar, kadınlar, gençler, devrimci, demokrat ve halkçı güçler isyan dinamiklerini güçlendirdi, önemli bir eşik atladı.
10 Ekim rejimine karşı biriken öfkeyi biledi, umudu yeniden tazeledi.
Öncülük
İktidar blokuna karşı atılacak her hamlenin önemli sıçramalar yaratacağı bu kritik momentte, olağanüstü koşullarda, ardı ardına gelen korkunç katliamların hemen ertesinde gerçekleşen 1 Mayıs 2016, sol/sosyalist güçlere öncülüğe soyunma vakti olduğunu bir kez daha hatırlatmış, hayati ipuçları vermiş oldu.
Öyle ki, katliam zirveleri ardına geri çekilen halk dinamikleri, kafalarını dışarıya çıkarmaya, yüzlerini yeniden birbirine dönmeye başladı.
Hatırlıyoruz öyle değil mi, diktatörün(!) “Başkanlık” rüyasına ilk çomak Haziran ayaklanmasıyla sokulmuş ve ne onlar ne de bizim için artık hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Bundandır ki, Erdoğan dibe vurmaya meyilli iktidarını yeniden kazanmak için, Gezi ayaklanmasında kazandığımız toplumsal belleğe, güce ve birbirimizden aldığımız öz güvene alabildiğine saldırıp, yıkıma uğratmak, kitleleri evlerine hapsetmek için elinden geleni ardına koymadı.
Ancak 2013 Haziran’ından bu yana bir biçimde varlığını sürdüren ve hareket halinde olan dinamikler, 1 Mayıs’ta yeniden yeşeren umutla bu ülke topraklarında barış, demokrasi ve özgürlük damarının gücünü bir kez daha göstermiş oldu.
Faşizm koşulları henüz olgunlaşmamışken, onu geriletmek mümkün!
Şayet, Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) dönemin koşullarına, görev ve sorumluluklara göre çok yönlü, zengin ve kıvrak taktik/hamlelerle döneme özgü direniş ve mücadele biçimleri ile geliştirir ve topyekun bir direniş hattı kurabilirse… Tıkanan demokrasi kanallarına karşı, tüm yaşam alanlarına yayılmış direniş mevzilerini bugünden inşa edebilirse…
Özgürlük ikliminin kuraklık dönemine girdiği şimdilerde, yağmur duasına çıkarak süreci geçiştiremeyeceğimiz aşikar, o halde işte tam da şimdi öncülüğe soyunma vakti.
Yeni döneme hazırlık
Hepimiz bir biçimde farkındayız, demokratik siyasette eskisinden çok daha çetrefilli karmaşık ve çetin bir döneme girdi. Bu anlamda, TDH’nin sorumluluğu ve yerine getirmesi gereken görevler eskisinden çok daha zorlu olacak.
Gezi’de açığa çıkan dinamikleri ve yeşeren o muazzam ruhu yeniden kazanmanın peşine düşmeli, anti-kapitalist ve anti-faşist güçleri yan yana getirecek etkin bir güç birliğinin yollarını keşfetmeli, yeni döneme hazırlanmalıyız.
İktidar blokunun hemen karşısında konumlanacak yeni direniş odakları ve karşı hegemonya alanları kurmalıyız. Bir kez daha altını çizelim, günü kurtaran hamlelerle dönemi karşılayamayacağımız apaçık. Günü de kurtaralım evet ama geleceği şimdiden kurarak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.