Hemen her fırsatta sevgi ve hoş görüyü ağzından düşürmeyen lakin her fırsatta da hükümetince de sistematik “hor” politikalar üretilen “o” eski baş şahsın politik icraatları İslam’ın neresine düşer?
Bu ülkenin mütedeyyin, muhafazakar, İslamcı halk katmanı ile bu katmanın (in)organik, şimdinin “ilişik”, aydını/ideoloğu ve bunlara göbek bağı ile bağlı siyasi aktörleri (bugünün devlet erkanı da dahil) laikliği her daim “zındıklıkla” eşdeğer görmüştür. Hatta laiklik, la-dinin de ötesinde Faustvari şeytanlaşma, günahkarlaşmayı da (ilk günah da dahil) aşan, “insan”dan aforoz edilmişliktir. Yani “İslam-dışılık”ın ötesinde hastalıklı, modern, sapkın bir “insan-dışılık”, iflah olmaz “hilkat garibesi”dir laiklik!
Nasıl ki Tanrı cennetinden Havva ile Adem’i kovmuşsa mütedeyyin Müslümanlar da kovmuşlardır biz “laikleri” zihinlerinden, kalplerinden! Şimdiyse bu “ülkeden” kovmanın hazırlığındalar ya da halihazırda provalarını yaptıkları tamamen öldürmenin!
Böyle bir “hakikat körlüğü/sakatlığı” kendi “anlam” dünyası dışındaki (sol-sosyalist, Kemalist, Alevi ve gayrimüslim vb.) her tür ideoloji, akım, din/mezhep, felsefe, düşünüş ve mensuplarını din-(insan) dışılıkla tahayyül ve terbiye edegelmiş, tabiri caizse; siyasal, toplumsal, kültürel (ekonomik değil) “gardını” bu “malul” hakikat perspektifi üzerinden sürdürmüştür. Lakin vahşi, (neo)liberal eşref-i mahlukat ve din (misal, Hac ve türbe turizmi) de dahil hemen her şeyi metaya (metalar cenneti), dönüştürebilme kudretine haiz, emek/doğa/insan taciri, bir tür hakikat kazıcısı, kapitalist “ekonomi” ve türevleri ile hiçbir husumeti yok bizim bu “la-laik” cemaatin! Demek ki mesele ekonomi, para, yoksulluk, eşitlik, iktidar vs. olunca bizim bu “eşref-i mahlukatlar” hınzırca ve riyakarca “mukadderat”a sarılırlar! Lakin, sarılacaklar da!
Peki, böylesi “kindarlığın” sebebi ne? Neden “laiklik” bu kadar rahatsız ediyor bu “eşref-i mahlukatları”? Cevaplardan biri, kanımca, basitçe, tarih idraklerini üç kıtaya yayılan altı yüzyıllık İslam/Osmanlı İmparatorluğu’yla sabitleyip, Cumhuriyet’in ilk yıllarından 2002’ye kadar “iktidar” olamamalarında yatıyor. Kıssadan hisse asıl mesele “din” değil 80 yıllık (tüm yan anlamlarıyla) “iktidarsızlık!” En nihayetinde insanın usunu kullanarak özgürleşmesi, bu dünyaya ait oluşu, dünyalılaşması (dünyevilik, sekülerizm) olan “laiklik”i iktidarsız olamamalarının en büyük müsebbibi belleyip durmadan laikliğe saldırmaları bundan.
Şimdilerdeki hamasi laiklik salvoları halihazırdaki “iktidarını” koruma adına kitleye ayar verme telaşı! Malum hikaye aynı: Kitlenin korkularına (Hitlervari; Hitleri, sık sık, örtük-açık anmaları boşuna değil) oynamak! Son genel seçimde, kısmi, somut bir başarı kazandılar. “Flu-mağdur-zalimi” oynamayı bırakıp çıtayı biraz daha yükselterek “şeffaf” bir korku salmayı sakınmadan çıplak “saydam-ak-zalime” rotayı kırdılar. Bir önceki dönemden farklı olan oynamıyorlar artık, özleri olan zalimi gizlemiyorlar: İktidarın/kötülüğün şeffaflığı (Bailliard)!
Yukarıda kısmi olarak değindiğimiz meselenin “özünü” fazla ayrıntıya boğmadan, duruma tersten bakarak; meselenin daha fazla din mi ya da daha fazla sömürü mü, yolsuzluk mu, hırsızlık mı, ihale mi, mülteci mi, diktatörlük mü, hak ihlalleri mi, işçi kıyımı mı, ayakkabı kutuları mı, kadın katliamları mı, çocuk tacizleri mi, doğa talanı mı, sermayenin daha da peydahlanması mı olup olmadığını bir-iki örnek üzerinden mütalaa edelim:
Beşerin en mukaddeslerinden, severken dahi incinirler diye üzerine titrediğimiz çocukları bile “helal“lik gibi dini terimlerle idrak eden, giydikleri etek boyları ve buluğ çağı ile meşgul olan mütedeyyin/ideolog/aydın/gazeteci müsveddeleri ile devlet/hükümet erkanı yani bilumum muhafazakar dindarlar (ve laik, ilişik sermayedarlar ve kitleler), Karaman’daki o mefhum “çocuk katline” ve diğer (sistematik) çocuk tecavüzlerine/tacizlerine dair insani bir refleksin zerresine tenezzül etmediler. Büyük bir pişkinlikle/utanmazlıkla kayıtsız kalıp ve geçiştirdiler. Bu ve diğer insanlık dışı katliamlara, ihlallere susmamış en insani hâl ile tepki göstermiş muhalif gurupları, linç kampanyasına tabi tutmakta da bir sakınca bulmadılar ve insani refleksleri terörize etmekten de çekinmediler.
Veyahut hemen her fırsatta sevgi ve hoş görüyü ağzından düşürmeyen lakin her fırsatta da hükümetince de sistematik “hor” politikalar üretilen “o” eski baş şahsın politik icraatları İslam’ın neresine düşer? Din/İslam adına, İslam’ı yeni yorumladıklarını söyleyen, canlı yayınlarla kelle kesecek kadar canileşen; kadınları önce köleleştirip sonra onlara hunharca tecavüz edecek ve/veya öldürecek kadar gaddar; dünyanın çeşitli yerlerinde canlı intihar eylemleri tertipleyip toplu infazlarla masum insanları öldürmeyi mubah sayacak kadar beyinleri ve kalpleri iğfal edilmiş “cellatlarla” işbirliği içinde, Ortadoğu’yu kan gölüne, cehenneme çevirmeleri neticesinde kadim (doğdukları, güneşlendikleri, nefes aldıkları) topraklardan (çocukluklarından) göç eylemeye zorlanan yoksul (kimisi yaşlı, çocuk, kadın ve hasta olan) mültecileri, emperyalist Batılılara pazarlayan/satan (kendince batılılara Kayseri pazarlığı ile gol atan, hem de doksana) ve bununla övünen “o” eski baş şahsın meselesi: Para mı ya da iktidar mı ya da din mi?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz de: Doğanın (beşerin) tahrip edilmesi, Türkiye tarihinde gelmiş-geçmiş en büyük yolsuzlukların örtbas edilmesi, haksız işe alınmalar… Anlayacağınız “amel defterleri” bayağı kabarık…
İslam’ın büyük “günahlar”ından faiz, kul hakkı vb. öncelikli dini konulara iktidar olduğu dönem boyunca siyasal alaka göstermemiş; (inandığı) Tanrı’nın yarattığı insanların ölü bedenlerini buzdolabına kapatmış ve ölmeleri bile reva görmemiş, sokaklarda ölü insan bedenleri sürükleyerek teşhir etmiş bir siyasal bir iktidarın din/insan tasavvurunun bu şekilde tezahür etmesi gayet doğal, şaşırmamak gerekir!
Din, Lacancı bir arzu nesnesidir, bu iktidar ve iktidarlar için, halihazırdaki iktidarını koruma ve pekiştirme ya da iktidar kurma için bir “rabıta”dır; toplumdan yalıtılmış kulun (Allah için namaz kıl, oruç tut: İtaat et) biat eden kulun kimi “halleri”dir aslında. Din hakikatin ters yüz edilmesidir: Sahte hakikatler üretir din. Hakikati, vaat ve vaaz ile değiştirir, kişiyi sahte/sanal bir gerçekliğe hapseder ve başka dünyanın varlığını muştular.
Din her zaman iktidarı arzular ya da din “iktidar” ister, iktidarsız yapamaz. İktidar ve din birbirini her zaman besler. Tarihte dini kullanmayan dine yaslanmayan bir iktidar tam tersi iktidarı arzulamayan ve iktidarı meşrulaştırmayan din de yoktur. Birbirini besleyen ve buna mukabil yer yer de tüketen bir simbeyotik (bağımlı, ilişik) bir ilişki.
Din biat ve kabullenmeyi (Susmayı değil. Susmak iradi bir haldir, susmak bir nevi karşı çıkmaktır. Susmayı öğrenmeliyiz, gürültüye nazaran!) savlar, kula sahte bir hakikat kurgular, bunun üzerinden “emek sömürü”sü yapar! Güncel olan “hazcı” ve “tüketici” (homo economicus) bir kulu öne sürmesi, Marksist bir terminolojiyle, kulun yeniden-üretilmesidir: Neo-liberal bir din (zamanın ruhu) anlayışı ve kaçınılmaz sonucu: neo-liberal-kul ve neo-liberal-gericilik!
Peki bu Kemalist, elitist/laisist, entelijansiya ve kitleye ne demeli! Nasıl ki “laiklik” Cumhuriyet’in kurucu unsurları tarafından yeterince anlaşıl(a)mamış, çarpıtılmış, tartışıl(a)mamışsa ardından gelen kliklerce de bilerek/isteyerek yeterince anlaşılmamış ve tartış(tır)ılmamıştır. “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” dışında bir laiklik tanımı getirememiş ve kavramın içi adeta boşaltılmıştır. Deyim yerindeyse bir tür laiklik dini yaratılmıştır. Kitleleri sürü mertebesine indirgeyip habire laiklik adına itaat pompalanmıştır. Yeri geldiğinde “devletin beka”sı için halkına silah bile doğrultmuştur! Sahte gerçeklikler üretilerek “dinselleştirilmiş” laiklik algısı ile toplum hizaya getirilmek istenmiştir. Kâh “laiklik gidiyor, şeriat geliyor” naraları eşliğinde darbe(ler) yapıp halkına eziyet çektirmekten geri kalmamış kâh ırkçı Türk milliyetçiliği adına Kürt halkına her türlü zulmü reva görmüştür. Laiklik; yanlış anlamdırılarak ve anlatılarak toplumum ilerlemesi ve özgürleşmesi önündeki en büyük engel haline getirilmiş, din gibi zihinlere zerk edilerek toplum aklı iğfal edilmiş ve toplum bir tür akıl tutulması na tabi tutulmuştur. Laiklik kapitalizme ve iktidara oyun eğmenin adı olmuştur kısaca… Halbuki aydınlanma ürünü laiklik, usun gizemden ve dinden (ve metafizikten) arındırılıp özgürleşmesi olarak tariflenmiştir. Bizim Kemalistler ise bu ülkede, abartısız, bir din haline getirdiler!
Bugünlerdeyse oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi, iktidar yokluğunda, oraya buraya yalpalamakta, kâh iktidar tokadı yemekte kâh iktidarla sırnaşmakta olan bu dogmacı/dindar “laik”leri bu halk ve sol-sosyalistler çok iyi tanır! Halkına zulmetmekte en az İslamcılar kadar mahir olan bu şimdinin demokratları, 10-15 yıl öncesinin zalimleri bir çocuğun yaşını büyüterek onu kalleşçe idam etmekten imtina etmemiştirler. Sorarım size: Ekmek alırken namussuz bir kurşun nedeniyle günlerce komada yattıktan sonra hayata veda eden vahim olayın faillerini koruyarak örtbas eden, mülteci çocukları Batılı emperyalistlere pazarlayan, şimdinin din elden gidiyor diyen softası ile geçmişin laiklik elden gidiyor diyen softası arasında gaddarlıkça bir fark var mı? Al birini vur ötekine! Kendi iktidarlarını meşrulaştırma ve devam ettirme ötesinde siyasal pratikleri olmayan çağın ahlaki ve insani değerlerine yüzlerini kapatmış politik arkaik mahluklar!
Asıl sorununun para, güç/iktidar olduğu aşikârdır. Sarih, mütedeyyin Müslamanların bunu görmemeleri için herhangi bir bahaneye sığınmamaları gerekir, bu durumdan en çok onların şikayet etmesi gerekir.
Not: Başka bir yazıda sol-sosyalistlerin din ve laikliğe bakışlarına bakalım. Ama şunu söylemeden edemeyeceğim: Kemalistlerin çok da uzağına gidememiş bir din bir bakışı: Tahkir ve inkar…