Kılıçdaroğlu saldırısı, AKP-TSK koalisyonu üzerinde yükselen “AKP (Erdoğan) Faşizmi”nin konsolidasyon sürecinde yeni bir hamleyi temsil ediyor. Faşizmin “düzen güçleri” üzerindeki özel şiddetiyle yüzyüzeler. Mesaj da açık: AKP-TSK koalisyonunun programatik birliği içerisinde CHP’ye “ilişilebilecek” bir yer yok! Kontrgerillanın mafya ile kökü çok eskilere dayanan ve çok yönlü bir ilişkisinin olduğu biliniyor. Kontrgerillanın gayrı meşru parasal kaynaklarının […]
Kılıçdaroğlu saldırısı, AKP-TSK koalisyonu üzerinde yükselen “AKP (Erdoğan) Faşizmi”nin konsolidasyon sürecinde yeni bir hamleyi temsil ediyor. Faşizmin “düzen güçleri” üzerindeki özel şiddetiyle yüzyüzeler. Mesaj da açık: AKP-TSK koalisyonunun programatik birliği içerisinde CHP’ye “ilişilebilecek” bir yer yok!
Kontrgerillanın mafya ile kökü çok eskilere dayanan ve çok yönlü bir ilişkisinin olduğu biliniyor. Kontrgerillanın gayrı meşru parasal kaynaklarının oluşturulmasından tetikçiliğine, yurt dışındaki “gizli” devlet operasyonlarına kadar uzanan bu bağlantılar sayesinde, uyuşturucu, silah ticareti, kumar, fuhuş gibi “iş”lerle uğraşan mafya patronları kendilerini “vatansever iş adamları” olarak görebiliyor ve gösterebiliyorlar. İlk bakışta “serseri saldırısı” olarak görünecek siyasi cinayet ve yıldırma eylemlerinin, kontrgerillanın faşist terör kataloğunda özel bir yeri var.
Ahmet Hakan’ın yumruklanması, adliye önünde Can Dündar’ın ayaklarına ateş edilmesi ve nihayet Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerine mermi atılması, AKP faşizminin “muhalefetsiz Türkiye” yaratma programında mafyoz faşist terörün bundan sonra da etkin bir araç olarak kullanılacağını gösteriyor.
Kılıçdaroğlu’nun üzerine mermi atan mafyacı faşistlere, ismi MİT müsteşarlığı için sürekli gündemde tutulan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın sahip çıktı. Kontrgerilla himayesindeki bütün mafyacı saldırganlar gibi, Kılıçdaroğlu’nu ölümle tehdit eden kişiler de serbest bırakıldılar. Can Dündar’a ateş edip NTV kameramanını yaralayan faşistin “örgütsel bir bağlantısı bulunamadı”, Ahmet Hakan ise teslim bayrağını kaldırarak kendisini yumruklayanlara “hak verince” ortada dava kalmadı.
İbrahim Kalın, “Milletimiz kimin nerede durduğunu görüyor” diyerek Kılıçdaroğlu’na saldıran mafyoz faşistleri sahiplenirken, giderek artan bu “sivil görünümlü” saldırıların, “aşağıdan yukarıya bir faşist tırmanış” olarak algılanmasını sağlamaya çalışıyor. Ancak Kalın’ın yaratmaya çalıştığı bu “izlenim”in tersine, tıpkı 28 Şubat sürecinde gördüğümüz (en uç örneği Akın Birdal suikasti olan) mafyoz faşist terör “operasyonları” gibi, bu saldırıların da hiçbiri kendiliğinden, üç-beş it kopuğun “gaza gelerek” giriştiği “devlet yanlısı işgüzarlık eylemleri” değil. Bu saldırılar, kontrgerilla ağlarının planlı eylemleri. 12 Eylül öncesinde başlayan ve özellikle 28 Şubat sonrasında kontrgerillaya planlı bir biçimde ve sıkı sıkıya bağlanan “mafyatik sokak şiddeti” şebekelerinin “çatlak seslere” yönelik saldırılarının “sıklığı” ve giderek daha üst düzeylerden sahiplenilir hale gelmesi de bunun bir kanıtı.
Kılıçdaroğlu saldırısı, AKP-TSK koalisyonu üzerinde yükselen “AKP (Erdoğan) Faşizmi”nin konsolidasyon sürecinde yeni bir hamleyi temsil ediyor. Bu hamle, “düzen kurumlarını muhalefetten arındırma”yı açık bir siyasi hedef haline getiriyor. Bu hamle birden bire ortaya çıkmadı. Bu hamleye giden yol, Ahmet Hakan saldırısının ardında kontrgerillayı gören Doğan Medya’nın hiza ve istikamet almasıyla açıldı. Can Dündar saldırısı ile vites yükseltildi. HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ise CHP’yi hedef haline getirmenin stratejik adımı oldu.
Saldırıların giderek daha yüksek düzeyden ve açıkça sahiplenilmesi de bu sürecin karakterini anlamamız ve geleceğe dönük projeksiyon oluşturmamız açısından özel bir öneme sahip.
İtalyan Sosyalist Milletvekili Matteotti’nin faşist sokak çeteleri tarafından öldürülmesini izleyen “cezasızlık” süreci, Mussolini’nin cinayetin sorumluluğunu üslenerek meydan okumasıyla bir krize dönüşmüştü. İtalyan Sosyalist Partisi meclisi terkederek Kral’dan Mussolini’yi görevden almasını istemiş, (Mussolini ile ittifak halinde olan) Kral bu istemi reddettiğinde ise Sosyalist Parti dönecek bir meclis bulamamıştı.
Politik tarih, İtalya örneğinde olduğu gibi, kendisini düzen karşıtı (anti-faşist) güçlerden ayırt ederek sahnede kalabileceğini sanan “düzen yanlısı” figürlerin politik cesetleriyle dolu. HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını sağladıktan sonra en azından bir süre için “dokunulmazlık” kazanacaklarını sanan CHP kurmayları herhalde şimdi büyük bir şaşkınlık yaşıyorlar. Oysa ortada şaşacak bir şey yok. “Önce Komünistleri aldılar, sonra Yahudileri” diye başlayan zincirin bir halkası haline geldiler öncelikle. Ama yalnızca bu kadar değil. Çünkü onlar, devrimciler ve Kürt özgürlükçüleriyle aynı düzlemden faşist terörle muhatap değiller. Faşizmin “düzen güçleri” üzerindeki özel şiddetiyle yüzyüzeler. Faşist terörün devrimci, düzen dışı güçler üzerindeki yok edici şiddeti yoğunlaştıkça, düzen güçleri üzerindeki saflaştırıcı, hizaya geçirici şiddeti de artıyor. Bu şiddetin mafyoz faşistler eliyle yürütülmesi de “onur kırıcı, küçük düşürücü” bir uygulama olarak üzerinde inceden inceye düşünülmüş bir “psikolojik harp” taktiği.
Mesaj da açık: AKP-TSK koalisyonunun programatik birliği içerisinde CHP’ye “ilişilebilecek” bir yer yok!
Haziran İsyanı’nı düzene peşkeş çekme macerası CHP’ye iktidar değil, iflas getiriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.