Başörtülü kadınlara mücadele çağrısını duydunuz mu? – Hatice Eroğlu Akdoğan

Levent Gültekin’in kadınlara hayatın her alanında var olmaları çağrısı da iyi niyetli olabilir. Ancak en önemli şey başından beri başörtüsü hareketi içine çekilen kadınların zaten kendilerini bugün eve kapatan hareketten bağımsız olmadıklarıdır

kadin-gece-yuruyusu-8mart2016-manset

Türban konusunda yazmak; sorun nedir, ne değildir demek artık gereksiz hale geldi gibi. Çünkü hem çok yazılıp tartışıldı hem de ortada fiili bir durum var. Sadece kabaca sokak gözlemine dayanarak toplumumuzda kadınların %70’inin kapalı olduğunu söyleyebiliriz.  Matematiksel gerçek bunun üç aşağı veya yukarısı da olabilir. Asıl önemlisinin de niceliksel boyut olduğunu sanmıyorum. Önemli olan meseleye doğru bir anlayışla yaklaşmış olup olmadığımız; örtünün arkasındaki görüp görmediğimizdir.

“Türban” ya da “başörtüsü” konusundaki yazı ve tartışmaların ekseni genel olarak bunun bir özgürlük sorunu olup olmadığı yönündeydi. İnancının içeriği veya biçimiyle bir sorunu olmayıp kendi halinde başına tülbent, eşarp vs. gibi örtü takan kadınların hiçbir şeyden haberi yokken 12 Eylül faşizminin eteklerine tutunan dinci gericiler alttan alta bunun bir hak ve özgürlük sorunu olarak kaynatıyorlardı. Rol model olarak da yükseköğretim çağındaki kızlar seçilmişti. ‘90’lara geldiğinde başörtüsü takma özgürlükleri engellendiği için üniversite çevresinde eylemci başörtülüler birikti.

Şeyhlerin, yobazların toplumsal yaşamda etkin olmak için ortaya sürdükleri kadının başını örtmesi muhabbetleri belirli bir süre içinde tarikatların etrafında çember oluşturan erkeklerin kulaklarına üfleniyordu. O erkekler de bu sözleri evlerine, etraflarına fısıldadı. Erkek egemen dinin yeni dönemde kadını tahakküm altına alma hareketi böylelikle ülkemizin kadük liberallerinin desteğiyle de “başörtüsü özgürlüğü” algısına taşındı. Hepimiz tanığız; o nedenle de uzatmaya gerek yok! Başörtüsü yolculuğunun en son ulaştığı noktalardan biri Meclis oldu. Sonra? Kadınların değil, ağzı süt kokan kız çocuklarının başları kapatılmaya başlandı. Buna da birlikte tanığız…

Örtü çoktan açıldı içinden hala yeni şeyler çıkıyor

Başörtüsünü, özellikle dini inancı gereği örtünme hakkını kullanmak isteyenlerin özgürlük hareketi olarak gören liberallerin, kadınların bugünkü düzeye gelmesi noktasında nedense sağır ve dilsizler. Belki de onların penceresi halkın yaşadığı sokağa değil de gökyüzünü görüyordur.  Ya da onlara şöyle sormak gerekir: Bu nasıl bir özgürlüktü ki başörtülü kadın kitlesi yoğunlaştıkça, toplumun mevcut hak ve özgürlükleri teker teker gasp edilmeye, ülke bütünüyle bir hapishaneye dönüşmeye başladı. Öyle ya bir konuda özgürlük sağlandıysa devamında başka haklara da tolerans sağlanması gerekmez miydi? Oysa olan oldu. Kadının başı kapatılırken, paralelinde toplumun her alanında ve özellikle de eğitimde müthiş bir akıl dışı gerici yaşam tarzı ve kurallar yerleştirilmeye başlandı. Başörtülü kadın toplumu başörtüsüz kadınlar için mahalle baskısı ya da tehdit oluşturur hale büründü.

Başörtüsünü özgürlük olarak addeden bizdeki liberallere neden kadük veya çarpık dediğimiz ise şundandır: Burjuva ideolojisinin bir parçası olarak liberalizm özünde kapitalist özgürlüklerin savunucusudur. Din ve dine dayalı kurumsal ilişkiler burjuvazinin ortaya çıkmasıyla birlikte geriletilip, tamamen ortadan kaldırılmasa da kendi mecrasına hapsedilmiştir. Laiklik de böyle bir gelişmenin sonucudur. O nedenle çağdaş burjuva ilişkilerde laiklik esastır. Kamusal alan denilen toplumun her kesiminin buluştuğu, birleştiği noktalarda burjuva anlamda özgürlüğün sürdürülmesi için inançların, inançlara ait biçimlerin bir kenarda bırakılmış olması gereklidir. Yoksa burjuvazi mülkiyet ve üretim biçimine uygun bir üretim ve yaşam kuramazdı.  Ama ülkemizin güce tapan, liberalliği daha çok sosyalistlere cephe almak için parlatan aydıncıkları başörtüsü gibi tarikat, şeyh dayatmalarına karşı durup laiklikten yana tavır alacaklarına kraldan çok kralcı kesildiler ki özünde bir özgürlük hakkı olmayan kadının saçının kapatılmasını meşru gösterdiler.

“Başörtülü Hanımefendilere”(*)  İlişkin Bir Değinme

Türban konusunda tartışılacak bir şey kalmadı dedik de ‘lafı niye bu kadar eveleyip gevelediniz’ diye sorulacak olursa, o da şu: Geçtiğimiz günlerde Gazeteci-Yazar Levent Gültekin www.diken .com.tr’deki köşesinde “Başörtülü Hanımefendilere” başlıklı bir yazı kaleme aldı ve Gültekin yazının başlangıcında  özellikle AKP’li kadınlara seslenmek istediğini belirtiyordu.

  1. Gültekin, kadınların haklı olarak kamusal alanda yer almak açısından başörtüsü için verdikleri mücadelenin ‘haklı’ olduğuna vurgu yapıp, “… onca sıkıntı, onca çile” ile bugünlere geldiklerini belirtti. “Esasında bu sadece bir başörtüsü mücadelesi değildi. Bu, aynı zamanda özgürlük mücadelesiydi” diye de açıkladı.

Gültekin sonuçta AKP’yi en çok bu başörtülü kadınların desteklemesine rağmen iktidar içinde onlara ne kadar az yer verildiğini; eskiden başörtülü kadınlara müstahdemlik işler reva görülürken şimdi en fazla “asistanlık” düzeyinde kaldığını; TÜİK verilerine dayanarak kadının istihdamının da nasıl gerilediğini de dile getirdi. Devamında başörtülüler için şu soruları –seçme yaptım NB– ortaya koydu:

İktidarın kadınlara yaklaşımına dikkat ediyor musunuz?

İktidar mensuplarının kadına hangi gözle baktığını, size nasıl bir rol biçtiğini, sizi nerelerde tutmaya çalıştığını fark edemiyor musunuz?”

“Kadının yeri evidir mantığıyla uygulanan bu politikalara sessiz mi kalacaksınız?”

“Kadını sorun olarak gören bu problemli yaklaşıma boyun mu eğeceksiniz?”

“Geçmişte verdiğiniz mücadele neyin mücadelesiydi? Toplumsal hayatın içinde var olma çabası değil miydi?”

“Peki, bugünkü iktidar sizi yeniden benzer bir şekilde hayatın dışına çıkarmaya çalışıyor. Buna niçin sessiz kalıyorsunuz?”

Bu kadarı yeterli…

Olaya başından bu yana Levent Gültekin gibi baktığımızı düşündüğümüzde sorular yerinde ve çok çarpıcı bulabiliriz. Gültekin’in kadınlara hayatın her alanında var olmaları çağrısı da iyi niyetli olabilir. Ancak en önemli şey başından beri başörtüsü hareketi içine çekilen kadınların zaten kendilerini bugün eve kapatan hareketten bağımsız olmadıklarıdır. O yüzden niye evin dışına çıkıp, erkeklerle eşit koşullarda çalışmayı, yaşamayı istesinler ki?  Sizin “asistan” dediğiniz başörtülü kadınlar en azından çalıştıkları için şanslılar. Ya da çalışan başörtülü kadınlar yoğun olarak hizmetli, temizlikçi, çaycı, konfeksiyoncu.  Çoğunluğu oluşturan o kadınlar –çok az kısmı iktidarın yağma düzeninden pay alıp, pahalı dairelerde yaşayarak, lüks arabalarda boy gösteriyor- ellerinde din kitapları ev ev toplanıp Yasin ve Mevlit okuyor; RTE’ye sağlık duası okuyor; yeni yetişen kız çocuklarına rol model teşkil ederek bir de bakıyorsunuz ki sokakta oyun oynayan kız çocuklarını da eve çekip onun da başını kapatıyor. Tabi çocukların buna itiraz edecek bir hali yok! Çünkü kızlar, etrafta hep kapalıları gördüğü için kendisinin kapanacağını içselleştirmiş olarak büyüyor. Onun için sorularınız yazınız çerçevesinde doğru ve anlamlı gözükse de meseleye başından yanlış yaklaştığınız için karşılığı olmaz.

Türban gerici dincilerin kadını kapatma hareketi olmasaydı, o hareketin kadınları kaldıkları yerden mücadeleye bence devam ederdi. Çünkü insan toplumu gelişmek, büyümek, her yeni koşulda kendini aşmak ister. Bakın kadın örgütleri ve platformları durup dinlenmeden kadının kapana alınmasına karşı var güçleriyle nasıl mücadeleye devam ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki durduklarında elde ettikleri hakları da alınıp, gelecekleri hepten karartılacaktır.

Haklısınız kadınlar evde. Kapalı oldukları için toplumsal üretimin dışında bir yerde kalmaları gerekiyor. Onları başından sonra eve de gerici bir hareket kapattığı için kadını etkilemeye devam ediyorlar. Hamileliğini nasıl yaşayacağına, kaç çocuk doğuracağına, doğurma biçimine, neyi yaparsa ‘eksik’ olmayacağına karar veriyor da, veriyor…

Artık biz de diyoruz ki, başörtülü ya da örtüsüz tüm kadınlarımızın çıkarları ortaktır. Bugün başı kapalı kadını eve kapatan yarın başı açık olanı da kapatıp eve gönderecek. Tüm bunlar kadını toplumsal rolünden uzaklaştırarak etkisizleştirme hareketidir. O zaman gerici faşist güçler ülkeyi daha istediği gibi yönetecek. En çok da kadının hayatını etkileyen laikliği kağıt üstünde de, sözde de yasaklayacak.

Türbanlı kadınlarımız belki de faşizme ve gericiliğe, erkek egemen güç ilişkilerine karşı mücadele eden kadın platformlarına katıldıklarında; dayağa, taciz ve tecavüze, işsizliğe, sosyal güvencesizliğe, taşeronlaşmaya, sendikasızlaştırmaya karşı mücadelede toplumun demokrasi güçleriyle yan yana geldiklerinde başlarını bağlayan zinciri de sorgulayacaklardır. Örtünür ya da örtünmez bu kendi bileceği bir iştir. Ancak önemli olan hakkıyla üstleneceği roldür. Bugüne kadar başörtüsünü araç yapıp kadının toplumsal gücünü çaldılar. Şimdi kadına düşen bu tuzaktan çıkarak gelecekteki hemcinslerini bundan kurtarmaktır.

(*) Levent Gültekin’in www.diken.com.tr’de 01.06.2016 tarihli yazısının başlığı.

 


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur