Mavi gözlü dev, göğsünde eşitlik ve özgürlük dövmesini taşıyan bir kadın şimdi. Büyülü aynaları kırıp cümbüş çıkartmanın tam vakti
Şimdi isyancı kadınlar gösteriyorlar kendilerini sokaklarda. Bu defa hiç sessizce ilerlemiyorlar. Tersine sessizliğin ortasında patlıyor sesleri. Kimseyi “minnacıklaştırmaya” ihtiyaç duymadan çırılçıplak cüretleri ile yürüyorlar, üstelik cüret dağıta dağıta. Mavi gözlü dev, göğsünde eşitlik ve özgürlük dövmesini taşıyan bir kadın şimdi. Büyülü aynaları kırıp cümbüş çıkarmanın tam vakti
Nazım’ın tüm değerini bırak bir an kenara, “Mavi gözlü dev, minnacık kadın ve hanımelleri” şiirini okurken hiç hafiften de olsa sinir oldun mu büyük ustaya onu söyle. Gerçek hikayesini bir yana bırak şiirin. Sana nasıl seslendiğine bir bak da öyle söyle.
Şimdi bunca şey varken, şiirle kavga edilir mi? Edersin. Edilir. Hayatta her şeyle etmeye gönüllü yazıldığın büyük kavgayı, özgürlük ve eşitlik kavgasını… et gitsin! Saygısızlık mı olur ustaya? Olmaz! Her ustanın, her söylediğine/yaptığına saygı duymak zaten, hiç olmaz. Her şey işte bazen, ustaların yanına mütemadiyen çırak, hadi en fazla kalfa yazılan kadınlar için bunu söylemek ya da göstermekle başlar.
Kadınsan, seni “eteğinden” çekiştiren bu sistemin, “kır dizini” diktatörlüğünün, ortalama ahlakın, en geniş anlamda ailenin, toplumsal rollerin, ön yargıların, eşitsizliklerin hepsi ile aynı anda savaşıp kavgaya atıldıysan, bu yetmedi, gün be gün hepsi ile yeniden mücadele ediyorsan ve kendini yeniden ve yeniden ispatlaman gerekiyorsa, önce ve en çok da kendine, hakkındır, et kavganı.
Sorum basit. Nasıl tınlıyor bu şiirin dizeleri kafanda? Zorlandın mı, haksızlık etmek mi istemedin? O zaman, “Antoloji” adlı internet sitelerinde bu şiirin altına yazılan yorumlara bir bak. Nazım’ın “büyük yolunda” yorulan, ufku bir evle, hayalleri bir yuva ile sınırlı kadına dair yazılanlara. Nazım’ın, rahatı için bir “dev”i bırakıp zengin bir cücenin koluna giren “kadını” üzerinden tüm kadınlara söylenenlere.
Tanıdık geldi mi bir şeyler sana da burada? Kendisini “tamam” görmek için kadında “eksik” arayanlar gelmedi mi aklına? Kadını hep bir düzenle, gündelik olanla, parayla, yuvayla, çocukla ilişkilendirenler? Yaşayamadıkları, hatta yaşamaya cesaret edemedikleri her şey için, sanki onun da başka türlü bir hayatı yaşama arzusu yokmuş gibi yanındaki yöresindeki kadını suçlayanlar? Peki ya kendinde eksik aramaktan bir türlü “tamamlanamayan” kadınlar?
İşte, Nazım usta, ustaca yapacağını yapmıştır bu şiirde. Kendini devleştirmek için sevdiği kadını “minnacıklaştırıp” bir “zengin cüce”nin koluna taktığında. Ne kavgayı ne kendini büyütmüş, “dev gibi sevdası”nı ise evin bahçesine değil ama, zaten o şiire gömmüştür.
Bizim ise hikayeyi bu “minnacık” kadından dinleme şansımız yoktur… Ne de olsa kaç kadın kendi kendisine “dev” diyecek “dünyaca ünlü bir şair” olabilmiştir? Mücadele etmek için ardında bıraktıklarını, vazgeçtiklerini ya da birileri daha iyi mücadele etsin diye kendinden geçtiklerini ortalara böyle seriverebilmiştir?
İşte burada Virginia yerinde durmaz, devreye giriverir: “Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen enfes bir güce sahip büyülü birer ayna görevini yerine getirmişlerdir.”
Karşındakini dev gibi gösteren büyülü bir ayna olmak “yazgıya” dairdir de kadınların “devleşmesi” pek beklenmez. Şaşırtır. “Vay be erkeğe bak” sözünü duymamışsındır da pek örneğin ama aksini duymuşsundur. Dedik ya şaşırtıcıdır çünkü kadınların “cüret” etmesi, yıkıcıdır, ailesinin, sevgilisinin, kocasının, yoldaşlarının ve polisin ve askerin ve devletin ve haşa kapitalizmin karşısında devleşivermesi… Misal Dilek Dündar “militanlığı” bile bir anda annelik ve sevdiğini koruma içgüdüsü ile açıklanıverir. Şöyle ağız tadı ile “kahraman” bile olamazsın, kadınlığın “yazgısı” alnına yapıştırılıverir…
“Ebruli hanımeliyi severim de, ne dev ne cüce ne ev değil derdim, gökyüzünü fethe çıktım” deyip durmak zorunda kalabilirsin yaşamın boyunca, hiç yoktan. Büyük davalara sahip olman, yol açman, önden gitmen, önderlik etmen, elinin tersi ile kadın olmanın “güvenli” (ruhsal ve fiziksel cinayet) mekanlarını, takip etmenin konforunu elinin tersi ile itmen beklenmez senden. Daha da doğrusu öyle bir işler ki erkek egemenliğin özgüven kıyıcılığı, zaferi, asıl sen kendinden bunları beklemez olduğunda ilan ediverir.
İşte kendimizden “dünyayı beklemek” için aşmamız gereken ilk engel karşımızdakini dev, kendimizi minnacık gösteren, kendi gözlerimizden başkası değildir.
Şiirle kavgamızın özü budur. Kimi yerde sevgili kimi yerde öğretmen, patron ya da bir diktatör, kadınların üzerine basarak “büyümüş”/ancak öyle “büyüyebilen” hangi görüntü varsa hepsini ters yüz etme isteğidir. Bu istek gündelik yaşamda devinen kadın direnişinde birikmektedir.
Biliyorsunuz şimdi isyancı kadınlar gösteriyorlar kendilerini sokaklarda. Bu defa hiç sessizce ilerlemiyorlar. Tersine sessizliğin ortasında patlıyor sesleri. Kimseyi “minnacık”laştırmaya ihtiyaç duymadan çırılçıplak cüretleri ile yürüyorlar, üstelik cüret dağıta dağıta.
Mavi gözlü dev, göğsünde eşitlik ve özgürlük dövmesini taşıyan bir kadın şimdi.
Büyülü aynaları kırıp cümbüş çıkarmanın tam vakti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.