Erdoğan “başkanlık dayatması” ile yalnızca “kendi iktidarının krizine” bir yanıt üretmiyor; aynı zamanda yerli tekelci sermayenin eşikte bekleyen krizine ve “Batı” emperyalizminin Ortadoğu politikalarındaki krizine “kendi” yanıtını ve uzlaşmasını da üretiyor Davutoğlu’nu görevden aldıktan sonra Erdoğan “vites yükseltti”. Erdoğan’ın “muhalefeti felç etme”yi hedefleyen saldırısı şiddetlendi. HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının CHP desteğiyle kaldırılması hızla Meclis gündemine taşındı. […]
Erdoğan “başkanlık dayatması” ile yalnızca “kendi iktidarının krizine” bir yanıt üretmiyor; aynı zamanda yerli tekelci sermayenin eşikte bekleyen krizine ve “Batı” emperyalizminin Ortadoğu politikalarındaki krizine “kendi” yanıtını ve uzlaşmasını da üretiyor
Davutoğlu’nu görevden aldıktan sonra Erdoğan “vites yükseltti”. Erdoğan’ın “muhalefeti felç etme”yi hedefleyen saldırısı şiddetlendi. HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının CHP desteğiyle kaldırılması hızla Meclis gündemine taşındı. MHP’nin olağanüstü genel kurul krizinin derinleştirilmesiyle, bu partinin her düzeyde hırpalanarak kadro, örgüt ve taban düzeyinde AKP’ye massedilmesi (emilmesi) sürecinde bir sıçramaya doğru gidiliyor.
Sümeyye Erdoğan’ın düğünü vesilesiyle sahnelenen güç gösterisi (tüm İstanbul halkının evlerine kapatılması, Erdoğan’ın geçişi için İstanbul trafiğinin yarısı durdurulduktan sonra düğüne helikopterle gitmesi, televizyonlarda naklen yayınlanan nikah töreninde Genelkurmay Başkanı’na sivilleri çektirip nikah şahitliği yaptırma vb.), Erdoğan’ın “Reisliğe” (alaturka Führerliğe) yükselişine karşı konulamayacağı hissini yaratmak için özel bir kampanyanın yürütüldüğünü gösteriyor.
Erdoğan’ın yürüdüğü diktatörlük yolunda “yalnız” olduğu; küçük ve çürümüş bir çıkar grubuna dayandığı; geleneksel büyük sermaye ve emperyalist merkezlerin politikaları ile çatışma halinde olduğu; bu nedenle eninde sonunda “düşeceği”/“düşürüleceği” yönündeki değerlendirme ve beklentiler bir türlü gerçekleşmiyor.
Çünkü Erdoğan “başkanlık dayatması” ile yalnızca “kendi iktidarının krizine” bir yanıt üretmiyor; aynı zamanda yerli tekelci sermayenin eşikte bekleyen krizine ve “Batı” emperyalizminin Ortadoğu politikalarındaki krizine “kendi” yanıtını ve uzlaşmasını da üretiyor.
Erdoğan’ın Türkiye oligarşisine vaadi açık: Benim iktidarımı dokunulmaz kılarsanız, “beton kapitalizminin” durgunluğunu aşabilirsiniz. Kiralık işçilik, kıdem tazminatının kaldırılması, emeğin topyekun güvencesizleştirilmesi gibi hiçbir parlamentonun yapamayacağı, hiçbir mahkemenin cevaz veremeyeceği bir vahşi kapitalizme ancak benimle ulaşabilirsiniz!
Görüldüğü kadarıyla Erdoğan’ın bu vaadini “memnuniyetle” kabul eden Türkiye egemen sınıfları, sessizce el ovuşturma durumundan aktif tezahürat haline geçiş sürecinde.
Erdoğan ABD, AB ve İsrail’le çatışması ise önemli ölçüde “görünüşte”. Arka planda yaşanmakta olan ise bölgesel krize paralel olarak süregiden bir pazarlık. Erdoğan, kendi iktidarının dayandığı kontrgerilla şebekesini içine alan bir “Ortadoğu çözümü” oluşturmaya çalışıyor.
ABD, AB ve İsrail Erdoğan’ın bu arayışını tamamen reddetmiş falan değil.
Mülteciler ve Kürtler üzerinden AB ve ABD’ye karşı “yüksekten atan” Erdoğan’ın gerçek pazarlık masasında göstereceği esneklik marjı düşündüğümüzden daha da büyük.
Erdoğan’ın yaptığı bu dayatmaların, emperyalist merkezlerin Suriye demokratik muhalefeti üzerindeki kontrolünü güçlendirici bir etkisi de bulunuyor.
ABD’den yapılan “Türkiye ile Azez-Cerablus bölgesinde yürütülecek operasyonda anlaşma sağlandığı” açıklaması AKP ve PYD tarafından “sessizlikle” karşılandı. Bu durum, Erdoğan’ın Suriye politikasında yaptığı “dönüşlere” bir yenisinin daha eklenmek üzere olduğu izlenimini uyandırıyor.
Sonuç olarak “Erdoğan diktatörlüğü”nün, neoliberal yeni sömürgecilikle de oligarşi ile de “kavgası”nın gerçek bir çatışmaya dönüşme potansiyeli, bir “kayıkçı dövüşü”nden daha fazla değil. Erdoğan’ın emperyalizm ve oligarşi ile “eninde sonunda uzlaşacağı”nı öngörerek inşaa ettiği ırkçı-mezhepçi-neoliberal diktatörlüğü, Kürt hareketinin siyasi sözcülerinin son günlerde yaptığı açıklamalarda ileri sürdükleri gibi “neo-Kemalizm” değil “Türk-İslam Sentezci” neo-Kenanizm’dir. Ama CHP’nin hali pür melaline bakılırsa, günümüzün “Kemalist”lerinin “Kenanist Kemalist”ler olduğu da bir başka vakıadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.