Her günün anneleri kayıp anaları – Hatice Eroğlu Akdoğan

Bir Anneler Günü daha geldiğinde orada, o meydanda yüreği üç yüz altmış beş gün bu duyguyla sıkışan anneler bir kez daha feryat edecek. Onların yürek ateşine bir nebze su serpecek adaletin ucu kendini yine göstermeyecek

cumartesi-anneleri-571-hafta-manset

Annelik duygusunu “Anneler Günü” nedeniyle çok daha ilgiyle ve yoğun yaşayan annelerimiz de var. Tabi içeriği ne olursa olsun böylesi bir günün, piyasa ilişkileri kapsamında içinin nasıl boşaltılabildiği gerçeğini de gözden uzak tutmadan…

Senede bir gün yaşını başını almış annelerin kendini ziyaret edecek çocuklarını beklemesi ya da annesi olanların annesine koşması kolay anlaşılabilecek bir ilişkidir. Oysa hiç bitmeyen bir annelik ilgisiyle, senenin üç yüz altmış beş günü analık duygusuyla haşır-neşir olan annelere ne demeli? Yanmış kavrulmuş yürekleri, hüzünlü gözleriyle biteviye bir acıyı yaşıyor onlar… Evlat acısı ve hasretiyle hele ki o “Anneler Günü” dediğimiz özel günde ayrıca bir kahroluyorlar. Ölümü, yokluğu bırakıp, adaletsizliğe bir başka yanıyorlar. Çünkü onların çocukları ‘hukuk devleti’ denilen bir ülkede düpedüz kayıp. On yıllardır kalabalıklar içinde yürüyenlerden kendi evlatlarınınkine benzeyenini fark ettiklerinde umutlanıyorlar. Rüyalarda kalmak, hiç uyanmak istemiyorlar. Bedenleri ölüme imrenmekten yoruluyor ama kayıp evlatlarını düşlemekten yorulmuyorlar. “Tek kemikleri bulunsun da torbayla sırtımda taşıyayım”, “Üzerinde ağlayacağım, toprağına gül dikeceğim bir mezarı olsun” diye diye her gün, her gece analığın ağır yükü altında ezilip kahroluyorlar.

Evlatlarının akıbetinin ortaya çıkarılmasını isteyen Cumartesi Anneleri 21 yıldır başta İstanbul olmak bir çok şehrin meydanlarında her hafta oturmaya devam ediyor. 21 yılda, aleni bir şekilde 21 Anneler Günü onlar için ayrı bir acıya dönüştü. Yavrusuna mezar arayan bir ana için “kutlama” elbette çok ağır işkence gibi gelen bir kavramdı. Onlar ciğerlerinden bir parçayı araya araya yaşlandı, hastalandı. Cumartesi oturmalarına gelemeyen anaların yerini başka çocukları ya da torunları doldurdu. Evlat yokluğu kimi anaları yedi bitirdi. Berfo Ana hayattan analık hasretiyle birlikte gitti.

Aynı annelik sevdasının acısıyla başka anneler de ya hastalanıp yataklara düşmüş, ya da o acıyla göçüp gitmişti. Ayhan Efeoğlu’nun annesi, oğlunun kaybediliş acısıyla felç geçirince ikinci oğlu Ali’nin kayıp haberini söyleyememişlerdi bile. İki oğlunun yokluğuyla en derinden kavrulmak babaya kalmıştı. Rıdvan Karakoç’un annesi Asiye Karakoç da aynı şekilde felçli. Oğluna ilişkin haberleri çevresindeki bakışlardan anlamaya çabalıyor.

Yıllar geçtikçe Cumartesi Anneleri’nin oturduğu meydanlarda hastalık nedeniyle eksilen anneler, ölüm haberi gelen anneler çoğalmaya başladı. Şahsenem Cihan, Cevriye Altunbaş, Asiye Doğan aramızda değil. Talat Türkoğlu ve Veysel Güney’in annesi de artık yok. Yaşlılık ve ölüm kayıpların akıbetinin arandığı o meydanlarda hayata veda edenlerin de, meydana gelemeyenlerin de hislerine gölge düşürmeye yetmiyor. Vasiyetleri ve mesajları alanlarda başka eller, başka yüreklerde kendini var ediyor. Ömür biterken, kayıp acısı yoğunlaşıyor; Anaların her gününün tadı biraz daha bozuluyor.  “Biz yüreklerimizi taş ettik/ kışı yaz yazı da kış ettik /Kayıp acılarıyla analarımızı babalarımızı bir bir toprağa verdik/adalet dedik dedik/İstiklal caddesini kendimize mekan eyledik/ Nerede sizde insaf nerede sizde insanlık”(*)

Senenin en acı günü onun için Anneler Günü

Yaşamını sürdüren analar her cumartesi oturduklarında hayata veda eden anaların da bıraktığı yerden onların vasiyetini yerine getirmeye her fırsatta söz vermeyi ihmal etmiyor. 1995 yılı Şubat ayında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, “Ne demek geceleri uykusuz sabahlayıp da koşa koşa cumartesi gününe koşmak. Ve de eve eli boş dönmek ne demek oluyor” diyen sitemli sözleriyle Galatasaray’daki alanını boş bırakmayan annelerin başında geliyor.

Anne Hanife Yıldız, her şey yasa ve hukuk çerçevesinde olsun inancıyla oğlunu o kahrolası zamanda, polise ifade vermesi için ikna etmiş. Murat’ın gidişi o gidiş… Bu nedenle Hanife Yıldız, anne olarak derin bir sorumluluk duygusu içinde çırpınıyor. En çok da anneler günü ona acı veriyor ve konuşmak istemediği günlerden birinin Anneler Günü olduğunu vurguluyor. Anneler Günü’ne dair bir kayıp annesi olarak konuşmak yerine bize yazdıklarından veriyor. “Ne yaptım da ben/ adaletsizlerin kapısında adalet var sandım/ ben seni nasıl o zalimlere götürdüm/ haklarınızı hukuk çerçevesinde arayın diyorlar/ ama onların çerçevesi de pençesi de kırıkmış/ ben bilemedim oğul bilemedim” diye yazdığı dizelerinde olduğu gibi, içinden atamadığı ana yüreği çığlıklarını kağıtlara vurmakta.

Annenin kalemi bazen de kayıp oğlunun ve genel olarak siyasi kayıpların dilinden de konuşuyor: “Ey insanlık, vicdan sahipleri! Öyle resimdir, fotoğraftır diye bakmayın bizlere. Acıklı hikayelerimiz hüzünlü yüzümüz sessiz çığlığımız var. Acımız hüznümüz, bizim yüzlerimiz sizlere dönüktür. Buradan geçen herkese diyoruz ki yüzünüzü çevirmeyin. İstediğimiz adalet bize de size de herkese lazım. Bizler adaletsizliğin mağdurlarıyız, siz de olmayın.

Hanife Yıldız’ın kalemi aynı zamanda onun oğlunu arama süreci içindeki dert ortağıdır. Oğlunu ve diğer kayıpları arayıp sormak için sadece bir gün, bir meydan, bir sokak yetmemektedir. Cumartesi İnsanları’nın Hanife Annesi, bir alanda sağlanacak adaletin, bir başka haksızlık noktasından bağımsız olmadığını da iyice kavramıştır. O kalem kah Berkin Elvan’ın yerinden, kah da Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz’ın elinden seslenir. “Bu emri verenlerin dili lal olsun/Alişimi vuranların elleri kırılsın evlat/ ateş onların da yüreğine düşsün/Bu dava biz bitti demeden bitmeyecek”

Bir Anneler Günü daha geldiğinde orada, o meydanda yüreği üç yüz altmış beş gün bu duyguyla sıkışan anneler bir kez daha feryat edecek. Onların yürek ateşine bir nebze su serpecek adaletin ucu kendini yine göstermeyecek. Yitik evlat hasreti o anaların acısını diğer bütün analardan yine ayıracak… Artık martılar da bana bir yer göstersin/Dağlar taşlar sesimi isyanımı duysun/Bizi duymayanlar görmeyenler /ne istediğimizi neden yirmi yıldır sokaklarda olduğumuzu/ Görsünler de insanlığından utansınlar.”

(*) Cumartesi annesi Hanife Yıldız’ın kaleminden.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur