AKP faşizmini yenilgiye uğratacak kuvvet halkın içinde aranacaksa ve diktatörlük inşasının engellenmesi kısa vadenin görevi ise çatışmasız bir aralık kalmamış demektir
AKP faşizmini yenilgiye uğratacak kuvvet (egemen sınıflar kapışmasının dışında) halkın içinde aranacaksa ve diktatörlük inşasının engellenmesi kısa vadenin görevi ise çatışmasız bir aralık kalmamış demektir. Sorun devrimcilerin bu çatışmanın öncülüğüne aday olup olmaması sorunudur, yenilecek olup olmama değil
1 Mayıs’ın önümüzdeki mücadele dönemine dersler çıkartmak amacıyla değerlendirilmesi ve çeşitli yaklaşımların eğrisiyle doğrusuyla ortaya konmasında fayda var. AKP faşizmini yenilgiye uğratma derdi olanların “geçti gitti polemik yapmanın ne gereği var” tarzı naif tutumları takınması için hiç uygun bir dönem değil.
Diyarbakır’la başlayan, ardından Suruç’ta ve 10 Ekim’de ise en vahşi halini alan ve devam eden bombalı saldırıların yarattığı korku atmosferinde 1 Mayıs’a gelindi. Ve nasıl kutlanması gerektiği de bu atmosferde tartışıldı. İşçilere, emekçilere, Kürtlere, Alevilere, sola, laiklere, kadınlara, akademisyenlere, gazetecilere karşı “savaş” kavramıyla tanımlanabilecek bir saldırganlık içinde olan iktidara karşı mücadelenin tüm yükü elbetteki 1 Mayıs eylemlerine yüklenemez. Ancak Türkiye’de 1 Mayıs’ın, başka zamanlarda yan yana gelmekte zorlanan farklı birçok ilerici kesimi yan yana getirebilme özelliği göz önünde bulundurulduğunda, önemli bir role de sahip olduğunu vurgulamamız gerekir.
Peki böylesi kritik bir dönemde böylesi önemli bir güne nasıl hazırlanıldı?
DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, KESK Genel Başkanı Lami Özgen ve TTB Merkez Konseyi Üyesi Hüseyin Demirdizen’in yargılandığı 1 Mayıs 2015 davasının ilk celsede beraatla sonuçlanmasının ardından 18 Mart’ta Arzu Çerkezoğlu’nun “Mahkeme kararına uyun, Taksim 1 Mayıs alanıdır” açıklamasıyla Taksim tartışmalarının startı verilmiş oldu. Daha önce de 12-13 Mart’ta toplanan KESK Genel Meclisi toplantısında Taksim kararı alınmıştı (bakınız Sonuç Bildirisi).
Daha sonra çeşitli bileşim ve düzlemlerde yapılan birçok toplantıda Taksim’den vazgeçilmemesi, ısrarın sürdürülmesi ağırlıklı bir eğilim olarak ortaya çıktı. Toplantı ve görüşmelerde esas olarak iktidarı sıkıştıracak, Taksim’i gerçekleştirecek nasıl bir taktik izleneceği tartışılıyordu. Taksim ısrarının Kadıköy Meydanı’nı açabileceği, bunun kabul edilebileceğini savunanlar olduğu gibi; AKP’nin bu yıl birçok yerde (Newroz’a yaptığı gibi) son anda 1 Mayısları da yasaklayabileceği, bu nedenle de Taksim kararlılığının sürdürülmesi gerektiğini söyleyenler ve mutlaka izinli bir alanda kutlanması gerektiğini savunanlar da vardı.
Ancak CHP İstanbul İl Başkanı’nın “Taksim’i takıntı yapmayalım, neresi gösterilirse orada 1 milyon kişiyle buluşalım” açıklamasının ardından, HDP Eş Başkanı Demirtaş’ın dört örgüt başkanının da izlemek üzere katıldığı grup toplantısında “Bu tarihi dönemde tartışmayı Taksim oldu mu olmadı mı tartışmasına indirgememek lazım” açıklaması, düzenleyici örgütlerin açıklamalarını siyasi destekten yoksun bırakıp boşa düşürdü, böylelikle iktidarın elini rahatlattı. Bu önerilerini düzenleyici emek örgütlerine doğrudan yapmak yerine basına ve kamuoyuna açık olarak, düzenleyici örgütlerin karar ve inisiyatifini zaafa uğratan bir tarzda yapılmasının herhalde bir açıklaması vardır. Hadi 1 milyon kişiyi geçelim de, her iki partinin de, bu açıklamalarının ardından on binlerle ifade edilecek kitle getireceklerine dair beklentiye girenler hayal kırıklığına uğradılar.
Diğer yandan EMEP, başını çektiği Taksim karşıtı tutumunu, kendi taraftarı iki sendikacı ve Evrensel Gazetesi aracılığıyla bir kampanyaya dönüştürmeye çalıştı. Taksim ısrarını sermayenin değirmenine su taşımak olarak niteleyip, ısrarın sürdürüldüğü durumda başka alana başvuracaklarını dahi söylemekte bir beis görmediler. 25 yıldır her 1 Mayıs öncesinde “benim oğlum bina okur döner döner yine okur” misali Taksim gündeme geldiğinde “alan fetişizmi” tartışmasını yeniden ısıtıp gündeme getirenler, bozuk saat gibi de olsa bu sefer tutturdukları için tebriği hak ettiler. Erdoğan alanın önemini anladığından Taksim 1 Mayıslarını yasakladı ancak bu arkadaşlar anlamadı. Bu arkadaşların başka bir takıntısı da yerellerde, işyerlerinde kutlamak. Herkes kendi işyerinde, semtinde kutladığında belki bayrama dönebilir ama politik kuvvete dönmeyeceği kesindir.
Taksim’e dönük ortak ısrarın zaafa uğramasının sonucu olarak alınan Bakırköy kararının, düzenleyici örgütlerden önce Çalışma Bakanı Süleyman Soylu tarafından açıklanması ise açıklık getirilmesi gereken bir başka muamma olarak ortada duruyor. Davutoğlu da Taksim’den vazgeçilmesinden kendisine pay çıkararak, Katar yolunda Esenboğa Havaalanı’ndan “Beni en fazla olumlu yönden sevindiren (olumsuz yönden nasıl sevinilirse?) hususlardan birisi” olarak kendisinin “doğrudan yönlendirilmesiyle” alınan kararı tebrik ediyordu.
Sonuç: Ankara’da Sıhhiye de yasaklanmış, Adana Tertip Komitesi korkuya kapılıp mitingi iptal etmiş, İstanbul’da ise miting için oldukça elverişsiz Bakırköy Pazar Alanı’nda bir o kadar kötü bir yürüyüş güzergahında, güvenlik açısından sayısız risklerle burun buruna (başta polisten olmak üzere gelecek bir saldırı da kitlenin ne kaçabileceği ne de dağılabileceği) 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirilmiştir.
Özellikle 10 Ekim Katliamı’nın ardından bombalı saldırı kaygısıyla sokağa çıkmakta tereddüt yaşayan kitlelere güven verecek yol ve yöntemler geliştirmekle sorumlu olan örgütlerin, mezarlıkta ıslık çalma pozlarında ortalıkta dolanması başka bir sorun oluşturuyor. Devrimcilerin “Kendi kitlelerimizin güvenliğini alalım” önerilerine akıl dışı cevaplar üretmek için harcadıkları enerjiyi, doğru yönde kullansalar daha iyi sonuçlar elde edilebilir. Bu açıdan birçok ilde olumlu çabalar ortaya konurken başta İstanbul olmak üzere birçok yerde polisin aldığı güvenlikle yetinildiği görülüyor.
AKP faşizmini yenilgiye uğratacak kuvvet (egemen sınıflar kapışmasının dışında) halkın içinde aranacaksa ve diktatörlük inşasının engellenmesi kısa vadenin görevi ise çatışmasız bir aralık kalmamış demektir. Sorun devrimcilerin bu çatışmanın öncülüğüne aday olup olmaması sorunudur, yenilecek olup olmama değil. Taksim ısrarının sembolik kalsa da sürdürülmesi bu iradenin gösterilmesi ile ilgili bir şeydir. Dolayısıyla ideolojik bir tutumdur. Sosyalistlerin böyle bir kararlılıktan kötülük bulup çıkartması ise burjuva ideolojisiyle kirlenmiş olmaktan ileri gelmiyorsa da bu çaba burjuva ideolojisiyle kirlenmeye götürür. Evrensel yazarı İhsan Çaralan’ın şu cümlesi bunun ibretlik örneğidir: “Taksim’de de, Taksim Meydanı’na çıkmak isteyen kimi siyasi gruplarla polis arasındaki çatışma sırasında yoldan karşıya geçmek isteyen bir kişi panzer altında kalarak hayatını kaybetti” (Bu cümledeki tek doğru, olayın Taksim’de geçtiğidir).
Sonuç olarak 1 Mayıs 2016 her şeye rağmen beklenenin üzerinde bir kitlenin katılım gösterdiği ve umut veren bir gün oldu. Ne milyonları sokağa taşımaktan ne kitle militanlığını deneyimlemekten vazgeçilemez ve bunlar karşı karşıya konamaz. Devrimcilerin görevi, bu umudu büyütmek için gereken ataklığı göstermektir.
* Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.