13 Mart Ankara Katliamı, elbette genel anlamıyla savaşın bir sonucudur; AKP de savaşı başlatan ve ülkeyi yöneten olarak yaşananlardan sorumludur. Ancak hiçbir “haklı gerekçe” ile savunulması mümkün olmayan bu katliam, savaşın “kaçınılmaz” bir sonucu değildir; eylemi gerçekleştiren, eyleminin sorumluluğunu üstünden atamaz, hesabını vermekten kaçamaz. Kürt hareketinin silahlı kanadı, sivil halkı katletmekten kaçınmayarak, aksine bir daha […]
13 Mart Ankara Katliamı, elbette genel anlamıyla savaşın bir sonucudur; AKP de savaşı başlatan ve ülkeyi yöneten olarak yaşananlardan sorumludur. Ancak hiçbir “haklı gerekçe” ile savunulması mümkün olmayan bu katliam, savaşın “kaçınılmaz” bir sonucu değildir; eylemi gerçekleştiren, eyleminin sorumluluğunu üstünden atamaz, hesabını vermekten kaçamaz. Kürt hareketinin silahlı kanadı, sivil halkı katletmekten kaçınmayarak, aksine bir daha böylesi bir eylem yapmayacağının güvencesini vermekten kaçınarak, bunun da bilinçli bir tercih olduğunu ortaya koymaktadır. Savaş aygıtını değil masum sivilleri vuran şiddet eylemleri, “yol açacağı kaotik atmosfer ile iktidarı daha fazla sıkıştırmak ve yıldırmak” gibi bir amaçla meşrulaştırılamayacağı gibi, aksine Türk ve Kürt halklarının AKP’ye karşı ortak mücadele olanaklarını tüketerek halk güçleri arasında iktidar lehine bir bölünme yaratacaktır
Kürt hareketinin silahlı kanadı, TAK imzasıyla yayımladığı bir bildiriyle 13 Mart 2016 Ankara Katliamı’nın sorumluluğunu üstlendi.[1]
Daha doğrusu eylemi kendisinin gerçekleştirdiğini ilan etti ancak ölümlerin sorumluluğunun AKP’de olduğunu savundu.
Bildirideki ilgili ifadeler şöyle:
“Gerçekleştirdiğimiz eylemlerde savaşın kaçınılmaz bir sonucu olarak sivil kayıpları yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Bu yönüyle de ölümlerin sorumluluğu AKP faşist rejiminindir.”
AKP’nin sorumluluğu herkesin malumudur. Katliamda yaşamını yitiren Elvin Buğra Arslan’ın ailesi[2] ya da eski MİT yöneticisi Cevat Öneş[3] bile sorumlu olarak “ölümden beslenen” ve “yasal demokratik mücadele imkanlarını ortadan kaldıran” AKP iktidarını işaret etmektedir.
Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarda kaldığı sürece bu kanlı sürecin sonlanmayacağını, bu nedenle de AKP’nin sorumluluğuna işaret etmemenin aymazlık olacağını da hemen hemen bütün ilerici muhalefet güçleri söylemektedir.
Kürt sorununda çatışmasızlığı sonlandırıp savaşı başlatarak, devlet eliyle terörü tırmandırarak, yasal demokratik siyaset kanallarını tıkayarak, benzersiz katliamlarla kin ve intikam duygularını körükleyerek, ülkeyi Ortadoğu bataklığına hevesle sürükleyip içerde dışarıda önüne geleni çatışmaya davet ederek ülkeyi bugünlere getiren AKP’dir.
Ancak bu, eylemi gerçekleştirenin kendi eyleminden sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmez. 13 Mart Ankara Katliamı, savaşın “kaçınılmaz” bir sonucu değildir; eylemci, kaçınabileceği bir sonucun sorumluluğunu üstünden atamaz.
Bildirideki, “Bilinmesini isteriz ki; Kürdistan’da sivil Kürtler savaşın kaçınılmaz sonucu olarak değil, hedef alınarak katledilmektedir” ifadesinde de doğru ile yanlış birbirine karıştırılmaktadır.
Devlet güçleri (kontrgerilla), sivil halkı hedef alarak katlettiği gibi bazen de silahlı güçlerle çatışırken “yanlışlıkla” (hedef almayarak ama aynı zamanda umursamayarak) katletmektedir. Bu “yanlışlık” onu sorumluluktan kurtarmamaktadır. Çünkü söz konusu olan yanlışlık değil, kimi zaman bilinçli olarak hedef alma kimi zaman da umursamazlıktır. 13 Mart Ankara Katiamı’nda da aynı bahane bu kez eylemci tarafından dile getirilmektedir.
Kürt hareketinin silahlı kanadı, sivil halkı katletmekten kaçınmayarak, aksine bir daha böylesi bir eylem yapmayacağının güvencesini vermekten kaçınarak, bunun bilinçli bir tercih olduğunu ortaya koymakta, kabul edilemez bir tavır sergilemektedir.
Sivil halkı hedef alan ya da sivil halkın zarar görmesini önleme kaygısı taşımayan bir eylem; ülke koşulları, eylemcinin kimliği ya da amacı ile meşrulaştırılamaz.
Savaşın kitabında şiddet yazmaktadır. Fakat savaşın bilinçli ve aktif taraflarını değil de, sivil halkı hedef alan şiddet eyleminin, ezilenlerin devrimci mücadelesinde yeri yoktur.
Bu itiraz, hümanizmin değil devrimci siyasetin gereğidir. Karşı çıktığımız bir şeyi, ona benzeyerek yıkamayız. Toplumun ezilen bir kesimini, diğer ezilen kesimlerle düşmanlaştıracak eylemlerle kurtaramayız.
Türk halkının Kürt halkıyla empati kurmasını, Fırat’ın doğusunda yaşanan acıların aynısını Fırat’ın batısında yaşatarak sağlayamayız.
Bildirinin bu konuya değinen bölümü vahimdir:
“Eylemimiz ardından yaşanan sivil kayıplar sonucunda yaratılan atmosferde, kamuoyunun yalnızca Cizre’de 300’ün üzerinde sivil insanımızın hedef alınarak vahşice katledilmesi, cenazelerin yakılması, verilmemesi üzerinden Kürt halkına yaşattırılan acıları anlamalarını umuyoruz.”
Halkların aynı acıları çekmesi, bu acıları birbirlerinin elinden çektiklerinde, onları dost değil düşman yapar.
Halklar birbirlerini ayrıca katletmeye ihtiyaç duymayacak kadar çok acı çekmektedir (sivil ölümleri eşitlemeye gerek yok) ve ancak onlara acı çektiren ortak düşmana karşı mücadele ettiklerinde birbirlerini anlar, kardeşleşir ve ortak düşmanı geriletebilir.
Samsunlu işçiye “Pekakalu kardeşlerimizle birlikte direniyoruz” dedirten TEKEL direnişinde olduğu gibi…
Beşiktaş ve Kadıköy’ün Atatürkçü gençlerini Diren Lice pankartının ardında toplayıp “Bıji Bıratiya Gelan” sloganını attıran Gezi Direnişi’nde olduğu gibi…
AKP beslemesi IŞİD çetelerine karşı duvar örerek “laikçi teyze”lerin gönlünü kazanan Kobanê Direnişi’nde olduğu gibi…
Demirtaş imgesindeki Kürdün Tayyip’i başkan yaptırmadığı 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi…
Faşizme karşı silah da dahil her araçla yürütülen direnişte olduğu gibi…
Ama iktidarını sürdürebilmek için Fırat’ın iki yakasının bir araya gelmemesine ihtiyaç duyan Erdoğan’ı, şovenizmden medet uman sözde muhalifleri sevindiren ve yalnızca Güvenpark’ta bekleyen sivilleri değil, halkların AKP’ye karşı ortak mücadele umudunu da kana bulayan 13 Mart Ankara Katliamı’nda olduğu gibi değil!
[1] http://sendika10.org/2016/03/13-mart-ankara-saldirisini-tak-ustlendi/
[2] https://www.youtube.com/watch?v=T3lQifDSDAc
[3] http://medyascope.tv/2016/03/16/cevat-ones-hdpnin-demokratik-siyaset-alaninin-daraltilmasi-teroru-tirmandiriyor/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.