Patronu bir de işçiye sormak gerek – Hatice Eroğlu Akdoğan

Ya kapıcı ya da Almanya’da işçi” olmaktan öğretmeninin yardımıyla kurtulup sonrasında işveren olan İ. Arıkan, sendikalaşmak isteyen işçilerden intikam alır gibi bir tutum takınır

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Tarihin sınıflı toplumlarda ikiyüzlü bir boyutu vardır; biri sermaye cephesinde, diğeri de emek cephesinde yazılı veya sözlü olanı. Kapitalist toplumlarda sermaye cephesinde yazılan tarihin genel olarak resmi devlet tarihiyle tıpatıp örtüştüğü ayrıca herkesçe malumdur. Onun için, orada yazılanlara karşı emek ve demokrasi cephesinden “Gerçek öyle değil, böyledir” diye sürekli itirazlar yükselir; yaşanmışlıklar üzerine örtülen perdeyi kaldırma çabası genel mücadelenin bir parçası olur.

Arıkanlı Holding’in patronu İbrahim Arıkan vefat edince holdingin şirketleri ya da kuruluşları gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar vererek patronlarına övgüler sıraladılar. Aynı gazetelerin olaya ilişkin haberlerinde de aynı övgüler yer aldı. Yoksul bir ailede doğup, imkansız görüneni başararak önce öğretmen, sonra üniversitede asistan, sonra da eğitim kurumu sahibi olmuştu vs… Arıkan’ın hayatındaki önemli ayrıntılardan biri de kekeme olmasından dolayı öğretmen okuluna kabul edilmeyişine karşı kendisine kefil olan öğretmeninin heykelini yaptırmasıymış. Merhum patron Hürriyet’ten Nuran Çakmakçı’ya daha önceden verdiği röportajda öğretmenini kast ederek “O olmasaydı ya Ankara’da kapıcı, ya Almanya’da işçi olurdum” demiş. Yani kıssadan hisse aradan sıyrılmış! Yoksul doğup yoksul kalıyor, hatta bir inşaatın 30.katından yere çakılıp ölüyorsanız sermaye düzenine övgüler dizen tarih sürecinde maalesef yeriniz olmuyor. Paraya yazılan tarih ile kanla yazılan tarih ayrı ayrı yerlerden görünüp, ayrı kişiler tarafından okunuyor…

Tarihin patron olarak İbrahim Arıkan cephesi, yükselme türünden şeyler söylerken, karşısındaki emek cephesinde İbrahim Arıkan’ın yeri bundan ayrı bir durum. İbrahim Arıkan özellikle 12 Eylül öncesi süreçte sol kimliği ve duruşuyla tanınır. Türkiye’nin ilk özel kargo şirketi olarak bilinen ve 1982 yılında kurulan Yurtiçi Kargo’nun sahibidir. Kargo işçileri belki de patronlarının sol eğilimli oluşundan cesaret alarak ‘80’li yılların sonunda sendikalaşma mücadelesi içine girerler. “Ya kapıcı ya da Almanya’da işçi” olmaktan öğretmeninin yardımıyla kurtulup sonrasında işveren olan İ. Arıkan, sendikalaşmak isteyen işçilerden intikam alır gibi bir tutum takınır. Yurtiçi Kargo’da başlayan ilk sendikalaşma mücadelesi yüzlerce işçinin işten atılmasıyla sonuçlanır. İşten atılan işçi sayısı o zaman şirketin kapasitesine göre o kadar fazladır ki, kargo şubeleri eleman yetersizliğinden çalışamaz hale gelir.

Sendikasızlaştırma o süreçte özellikle bir cunta politikasıdır. Özal hükümeti de bunun önemli bir savunucusudur. Yurtiçi Kargo işçilerinin o süreçte aktarma merkezleri ve genel müdürlük önünde sürdürdükleri ve kamuoyundan da yakın destek alan direnişleri defalarca çevik kuvvet saldırısıyla acımasızca bastırılır. Her saldırı sonrası kalabalıklar halinde toparlanarak kurdukları direniş çadırları yeniden yeniden sökülür.

Sokağa atılıp ekmeksiz bırakılan kargo işçilerinin “sol” kökenli patronlarını merhamet ve tutarlı davranmaya çağırmaları da karşılık bulmaz. İ. Arıkan büyüme aşkıyla sermayeye öyle bir tutunmuştur ki bunun bir yolu kargo işçisini, asgari ücrete mahkum etmekten geçtiğini iyi bilir. Bu aynı zamanda Yurtiçi Kargo’ya yeni girecek işçiler için de gözdağıdır. Aylarca süren direnişten sonraki süreçte işçiler Yurtiçi’ne sendika sokma konusunda yenildi. Yurtiçi Kargo’nun işyerlerinde “Bu işyerinde asgari ücret uygulanmaktadır” çerçeveli yazısı belirdi. Anlayacağınız patron İ. Arıkan aradan bir kez daha sıyrılmayı başarmıştı. Kendisiyle ilgili ilanların eğitim cephesinde “Bilimin ışığında; onurlu, çağdaş, aydın bireyler yetiştirme gayreti…” sözleri yer almakta.  Bu sözler emeğin, emekçinin çağdaş hakkı sendika için geçerli olmadı ya da ‘90’lı yılların başındaki işten atılmaya karşı direnişlerde aralarında hamilelerin olduğu kadınlar da bir konuşsa derim.  Zenginliğinize değer katan emekçinin de sahip çıktığı şey de onuruydu, bay patron!


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur