Birleşik Metal-İş Sendikası Toplu Sözleşme uzmanı ve Sendika.Org yazarı Can Şafak ile emek hareketine yönelik AKP operasyonlarını ve kimi sendikalarda giderek belirginleşen şovenist, gerici tutumlar üzerine konuştuk. Sendikalarda gerici unsurların ve politikaların güç kazanarak giderek galebe çalmasının AKP iktidarları döneminde ivme kazandığını vurgulayan Can Şafak bu süreci Türk-İş’te yaşananlar üzerinden aktardı ve ekledi “Sendikaların yönetim […]
Birleşik Metal-İş Sendikası Toplu Sözleşme uzmanı ve Sendika.Org yazarı Can Şafak ile emek hareketine yönelik AKP operasyonlarını ve kimi sendikalarda giderek belirginleşen şovenist, gerici tutumlar üzerine konuştuk.
Sendikalarda gerici unsurların ve politikaların güç kazanarak giderek galebe çalmasının AKP iktidarları döneminde ivme kazandığını vurgulayan Can Şafak bu süreci Türk-İş’te yaşananlar üzerinden aktardı ve ekledi “Sendikaların yönetim organlarında ve içinde var olan baskın unsurları, eğilimleri ve politikaları gerici olarak nitelerken üzerinde durmamız gereken, bunların sermayenin çıkarlarıyla örtüşmekte ve bu çıkarlar yönünde davranış sergilemekte olduklarıdır”
Çok uzun süredir sendika hareketi içinde bir model ya da sendikacılık anlayışı tartışması görülmediğini belirten Can Şafak, “Bugün metal, yarın cam, öbür gün dokuma işkolunda çalıştırılacak olan özel istihdam bürosunun işçisi için nasıl bir işkolu sendikacılığı yapacaksın?” diye sordu. İş kolu sendikacılığını da reddetmeyen ama bütün sendika modellerine açık, hayatın içinden gelen ve dolayısıyla hayata uygun her türlü sendika örgütüne açık plüralist, yeni bir sendikal vizyon gerektiğini belirten Şafak’a göre DİSK’in de kendi yapısını, tüzüğünü yeniden ele alması gerekiyor
Sendika.Org: Türkiye’de sendikal hareketin gündemine ve mevcut durumuna baktığımızda ne görüyoruz? Nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?
Can Şafak: Sendika hareketi çok güçlü bir neo-liberal saldırıyla karşı karşıya. Sendika ve işçi hak ve özgürlüklerine karşı süregelen sistemli bir karşı atak var ve bunun kökleri 1980, 12 Eylül faşist cuntasına kadar dayanıyor. Demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince kısıtlayan yasakçı 1982 Anayasası, sendika ve işçi haklarını budayan 2821 ve 2822 sayılı sendika yasaları 12 Eylül döneminde yürürlüğe kondu. Bu saldırının önemli bir diğer hamlesi ise AKP iktidarı ile yapıldı. AKP iş başına geldikten bir yıl sonra, 2003 yılında iş hukukunun o döneme kadar klasikleşmiş kuralı olan “işçiyi koruma ilkesi” çerçevesinde uzun süredir yürürlükte olan İş Kanunu’nu kaldırarak, sermayenin talebi yönünde yeni İş Kanunu getirdi. Böylece esnek ve kuralsız, güvencesiz çalışmanın bütün biçimlerine yasal statü tanıdı. Özellikle taşeron işçiliği, belirli süreli çalışma, kısmi çalışma yaygınlaştı. Bu sendika hareketine de büyük bir darbeydi. Sendikaların üye sayıları yıldan yıla daha da azalırken, sendika hareketi moral ve niteliksel olarak da geriledi. Sendika hareketi ülkenin siyasi gündeminin dışına düştü, işçi hak ve özgürlüklerini savunan bir toplumsal güç olma özelliğini yitirdi.
Yakın zamanda Türk-İş Genel Kurulu yapıldı. Tayyip Erdoğan’ın, Süleyman Soylu’nun katıldığı bir genel kurul oldu. Türk-İş son zamanlarda AKP daha da yakınlaşarak hükümet politikalarına destek açıklayacak bir konuma geldi. Bu duruma nasıl gelindi?
Bu bir çalışmanın sonucu… Uzun süredir AKP’nin Türk-İş’e, Türk-İş sendikalarına ciddi, sistemli müdahaleleri oldu. Dahli oldu. Bu, her şeyi kendi kontrolünde tutmak isteyen zatın, sistematik politikalarının bir parçası olarak görülmelidir. Türk-İş’i AKP çizgisine çekmeyi amaçlayan bu uzun süreli müdahaleler, Türk-İş içindeki muhalefeti de bitirdi. Hava İş’te AKP çizgisinde bir yönetim oluşturulması, daha sonra ise Petrol İş’te AKP’ye yakın bir başkanın yönetimindeki ekibin iş başına getirilmesi bu yöndeki son önemli adımlardı. Son Türk-İş genel kurulu bu açıdan malumun ilanı oldu denebilir. Türk-İş, AKP iktidarının dikensiz gül bahçesine dönüştü. Bu bir hasattı.
Bunun sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz, görmeye devam edeceğiz. Bugün emek piyasasında kıdem tazminatının fona devredilmesi tartışılıyor. AKP son derece kararlı gözüküyor, bu konuda. Türk-İş bir önceki genel kurulunda, kıdem tazminatına dokunulmasının genel grev nedeni olduğu yönündeki kararını son genel kurulda da ite kaka tekrarladı. Şimdi Türk-İş’in ne yapacağı merak konusu. Muhtemelen “işçilerin kazanılmış haklarını koruduk” cümlesinin arkasına saklanarak hükümetle bir uzlaşma yolu arayacak, böylece hükümete destek olmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Bu noktada Hak-İş konusuna girmeye bile gerek görüyorum. Onun durumu öteden beri belli.
Türk-İş içindeki muhalif sendikalara AKP operasyonundan bahsetmişken Sendikal Güç Birliği Platformu’nun (SGBP) dağılmasından söz etmek istiyoruz. Bu süreç hiç fark edilmedi mi yoksa göz göre göre gelen bir süreç miydi? Türk-İş içindeki muhalefet tamamen bitti mi yoksa yeniden bir muhalefet oluşur mu?
Önce Hava-İş’in, sonra Petrol-İş’in yönetimindeki değişim, Sendikal Güç Birliği Platformu’nu da fiilen ortadan kaldırmış oldu. Elbette gerek Hava-İş’te ve gerekse Petrol-İş’te bu çok önceden fark edilmişti. Göz göre göre gelen bir durumdu bu, söylediğiniz gibi. Ama önüne geçilemedi. Birleştirici ve tutarlı politikalar ortaya konamadı diyelim.
SGBP emekten yana, işçiden yana politikalar ortaya koymaya ve eylem içinde olmaya gayret etti ama çok da etkili olamadı. Gene de dikkate değer bir dinamikti, sendika hareketi içinde.
Tabii, Türk-İş içindeki ilerici unsurlar varlığını sürdürüyor. Şubelerde, işyerlerinde, temsilciliklerde hala muhalif bir kesim var. Ne var ki, sendikaların ve Türk-İş’in tabanındaki ilerici, demokrat, sosyalist güçler bugün için yeterince sesini duyuramıyor. Ama bu mutlaka değişecektir. Kendimizi ilerici olarak niteliyorsak, bu, daha iyi bir geleceğe olan inancımızdandır. İlerici olmanın asıl esprisi de buradadır. Bu çerçevede Türk-İş içinde de bir gün, emekten yana bir sesin, muhalif bir sesin duyulacağı muhakkaktır.
DİSK muhalif çizgisini hep korudu….
Evet. Gene de olayların teşhis edilebilmesi, değişime ayak uydurulabilmesi, çözüm üretilebilmesi gibi noktalarda ciddi sorunları var.
Geçmişten bu yana baktığımızda işçi sınıfının yükseliş dinamiği önemli ölçüde DİSK’in yükselişiyle ilişkilidir.
DİSK kendisini “devrimci sendikalar” olarak adlandıran bir dizi sendikanın bir araya gelmesiyle oluştu. Ve bu sendikalar Türk-İş içinden geldiler. Türk-İş’ten ayrılıp DİSK’i kurdular. 1967’de DİSK’i kuran sendikacılar, 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurmuşlardı. DİSK, daha baştan sosyalizmi işçi sınıfı önüne bir hedef olarak koymuştu. 1969 genel seçimlerinde TİP’i desteklemişti.
DİSK’in bu ilk yıllarındaki devrimcilik anlayışına baktığımızda, ciddi bir Anayasa vurgusu, Atatürk vurgusu görüyoruz. Sendika hareketi ve DİSK içinde anti-komünist eğilimin çok etkili olduğu yıllardı o yıllar ve DİSK’in devrimcilik çizgisi komünizmi değil ama “sosyalizmi” benimseyen, savunan bir çizgiydi. Bu çizgi, büyük bir mücadeleci geleneği yarattı, sürdürdü. ’68 kuşağından, öğrenci hareketinden etkilendi, 1968 ve 1970 döneminde çok etkili direnişler, işyeri işgalleri, grevler örgütledi. 15-16 Haziran direnişini örgütledi. Rıza Kuas ve Kemal Türkler gibi gözünü budaktan sakınmayan bir sendikacı kuşağının önderliğinde DİSK, Türkiye işçi sınıfı tarihi içinde atılmış büyük bir adımdı.
DİSK’in bir diğer önemli adımı, atılımı ise 1975’te toplanan 5. Genel Kurulu’dur, bu genel kurulun sonuçlarıdır. Bu dönemde DİSK, büyük kitle eylemleri örgütledi, 1976’da 1 Mayıs’ı kitlesel olarak kutladı. Fransız sendikalardan alınan sınıf ve kitle sendikacılığını bir sendikacılık anlayışı olarak, bir model olarak sendika hareketine kattı. Böylece bir sistemli sendika modeli ortaya koymuş oldu. Bu tartışılabilir bir önermedir. Doğru muydu, yanlış mıydı? Nasıl uygulandı? Tartışılabilir. Sonuçları ne oldu? Bunlar tartışılmalıdır da… Ancak bu yeni ve sendika hareketi üzerinde uzunca bir süre etkili olan bir açılımdı. Belki özgün değildi ama önemliydi. Politik olarak bir ilkeler bütünü ortaya koyuyordu. Sendikalara bir yol çiziyordu.
Ne var ki, DİSK’in 1992’de 8. Genel Kurulu’nu toplayarak yeniden faaliyetlerine başlaması, bir atılım yaratmadı. 1967’de DİSK’in kuruluşu işçiler için bir umut olmuştu ama 1980 faşizminin sonrasında yeniden faaliyetlerine başlaması aynı umudu yaratmadı.
Sendikacılık anlayışında yeni bir model mümkün mü?
Çok uzun süredir sendika hareketi içinde bir model ya da sendikacılık anlayışı tartışması görmüyoruz. 12 Eylül faşizminin sonrasında, özellikle 1985’ten sonra yeniden kıpırdanmaya başlayan sendikalar, 1989 İlkbahar Eylemleri’ne ve 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü’ne kadar olan kısa dönem içinde yeni bir yükseliş yakalamışlardı. Bu yıllarda, başta sınıf ve kitle sendikacılığı gene ön plandaydı. Sonra çağdaş sendikacılık diye bir yeni model ortaya atıldı. Bu modelin ortaya koyduğu önermeyi, “hepimiz aynı gemideyiz” diye özetlersek sanırım çok da haksızlık etmiş olmayız. Daha sonra toplumsal hareket sendikacılığı savunuldu. Bu da sınıf ve kitle sendikacılığının geliştirilmiş bir versiyonuydu, kabaca. Ama bu tartışmalar kısa sürede ortadan kalktı. Yaklaşık 20 yıldır Türkiye’de sendikal alana, sendika hareketine dair yeni tezler ortaya atılmıyor.
Burada dikkate değer bir mesele, önceki modellerin de bugün sendika hareketinin sorunları karşısında çözümsüz kaldıklarıdır. ‘70’lerin ortalarında önerilen, her işkolunda tek sendika modeline dayanan sendikal birlik ilkesi, işkolu sendikacılığı ilkesi bugün de savunulan, en azından karşı çıkılmayan bir ilke. DİSK hükümete verdiği yasa önermesinde, işkolu esasına dayalı ve üstelik işkollarının devlet tarafından belirlenmesini esas alan bir teklif vermişti.
Oysa işkolu sendikacılığın üretim değişen yapısı karşısında yeterliliğini yitirdiğini görüyoruz. Bunu görmek için sadece bakmak yeterli. Birçok iş/işyeri parçalanmış, bölünmüş birçok iş taşerona devredilmiş, esnek çalışma biçimleri yayılıyor… Bu durum yakın gelecekte öyle görünüyor ki daha da derinleşecek, özel istihdam büroları eliyle. Bugün metal, yarın cam, öbür gün dokuma işkolunda çalıştırılacak olan özel istihdam bürosunun işçisi için nasıl bir işkolu sendikacılığı yapacaksın? Nasıl örgütleyeceksin bu işçiyi? Bugün sayıları milyonlarla ifade edilen taşeron işçileri hangi işkolunda? İnternet üzerinde bir başka işkolunda göründüğü için işçiyi üye yapamıyorsan, hangi işkolu sendikacılığını yapacaksın? Yeni ve cesur bir söz söyleyemiyoruz.
‘Sendikal hareketin birliği yeniden ele alınmalı’
Genel olarak sendika hareketi içinde bulunduğu koşullara karşı yeni bir vizyon ortaya koyamıyor. Yıllarca sendika hareketinin dışında tutan ve şimdilerde sendikaları yeniden keşfetmeye başlayan sol siyaset de yeni bir bakış açısı ortaya koyamadı.
Bana kalırsa sendikal hareketin birliği konusu yeniden ele alınmalı, değişen koşullar ışığında yeni çıkarımlar yapılmalı. İşkolu sendikacılığını da reddetmeyen -elbette işkolu sendikalarının olması gereken yerlerde var- ama bütün sendika modellerine açık, hayatın içinden gelen ve dolayısıyla hayata uygun her türlü sendika örgütüne açık… İşyeri sendikaları, meslek sendikaları, işkolu sendikaları, bölge sendikaları, federasyonlar, konfederasyonlar… Ve işyeri örgütleri, işyeri konseyleri ya da komiteleri, ki Türkiye emek tarihi boyunca zorunlu sendika temsilcilikleri dışında bunların çok az örneklerine rastlıyoruz… Her türlü sendikaya açık. Plüralist, yeni bir sendikal vizyon gerekiyor.
DİSK’in yeni genel kurulu yaklaşıyor. Önümüzdeki günlerde toplanacak. Yeri gelmişken, DİSK’in de bu noktada kendi yapısını, tüzüğünü yeniden ele alması gerektiğini söylemeliyim. DİSK, bana göre her türlü sendikal yapıya açık büyük bir sendika çatısı olmaya aday olmalıdır. Burada akla gelen soru: DİSK, 1967’dekine, 1975’tekine eş değerde bir yeni atılım yapabilecek mi?
Bugün DİSK’e, DİSK’in sendikalarına baktığımızda 1980 yılındakine benzer ilginç bir tablo görüyoruz. Genel İş DİSK’in en büyük sendikası, DİSK genel başkanını belirleyen sendika. Genel İş’in başkanı DİSK’in de başkanı. Birleşik Metal-İş ise 1980 yılındaki Maden-İş’i temsil ediyor sanki. Tekstil… Tekstil’in 1980 yılındaki başkanı bugün de görevini sürdürüyor. Ve Lastik-İş… Yeni bir çizgi ortaya konulmuş değil DİSK içerisinde… İşkolu sendikacılığını aşan bir çizgi geliştirilebilmiş değil. Teoride bile. Her işkolunda tek sendika, geçmişten gelen bir anlayış olarak devam ediyor.
Çok da önemli işler yaptılar. Bunları da göz ardı etmek lazım. Özelikle Birleşik Metal-İş’in Bursa’daki işçi kalkışması karşısındaki tutumu çok etkileyiciydi. İşçileri örgütleme telaşına düşmeden hareketi destekleyen politikaları, eylemleri doğru ve etkileyiciydi. Yakaladığına bir üye formu imzalatmaya bakan, eski tarz sendikacılığı aşan bir tutum sergiledi. Tabanın yapısını iyi değerlendirebildi. Kimi bölgelerde Bursa hareketinden bağımsız ve doğrudan hareketi destekleyen eylemler örgütlediler.
Taşerona karşı çok etkili mücadeleler var DİSK içinde. Burada özellikle Dev Sağlık-İş’i kutlayarak zikretmek gerekiyor. Nakliyat İş önemli mücadele yürüttü, yürütüyor. Ama bunlar sadece fiiliyata kalıyor. O anda ki güçler dengesinde başarılıyor ya da başarılamıyor. Buralardan yeni dersler çıkartarak geleceğe dönük yeni vizyonlar ortaya konulmuş değil.
Burada şunu da vurgulamadan geçmeyelim: Sendikalar… DİSK ve KESK zaman zaman iş bırakma çağrısı yapıyorlar. Ama buna uyan olmuyor. Diyorum ki, yapamayacağın eylemi açıklamayacaksın. Sendikaların gerçekçi bir zemine basıp, kendilerini tartmaları ve buna göre hareket etmeleri gerekiyor.
– Bu noktada biraz da sendikal alandaki gericilikten bahsedelim. Pek çok sendikada yönetim “tabana uyum sağlamak” adına gerici, milliyetçi politikalara yönelmekte. Kimi sendikaların işçi tabanından uzaklaşarak, hükümetin baskı politikaları karşısında işçi sınıfından değil sermayeden yana tavır aldığını görüyoruz. Hükümet yandaşlığı Hak-İş’in yanında bir süredir Türk-İş’e de damgasını vuruyor.
– Doğru. 12 Eylül darbesiyle ile sonuçlanan bir dönemin ardından sendika hareketi içinde gerici eğilimler güç kazanmaya başladı. Sendikalar 90’ların başına kadar görece bir yükseliş yaşadılar fakat bu dünyadaki büyük alt üst oluşlara da bağlı olarak kısa süren bir dönem oldu. Sonra sendika hareketinde büyük bir durgunluk ve halen süren çözülüş, geriye gidiş yılları başladı. Bunun önemli ölçüde konjonktürel bir durum olduğunu da vurgulamak lazım. Dünyanın her köşesinde yaşanan benzer süreçler, Türkiye’de 12 Eylül faşizminin baskıcı koşullarında işçi ve sendika hareketine daha da ağır hasarlar verdi. Sendikalarda gerici unsurların ve politikaların güç kazanarak giderek galebe çalması AKP iktidarları döneminde ivme kazandı.
Bu çerçevede, sendikaların yönetim organlarında ve içinde var olan baskın unsurları, eğilimleri ve politikaları gerici olarak nitelerken üzerinde durmamız gereken, bunların sermayenin çıkarlarıyla örtüşmekte ve bu çıkarlar yönünde davranış sergilemekte olduklarıdır. Bunları, 12 Eylül’den beri izlenen neo-liberal iktisat politikaların sendika hareketi içindeki uzantıları olarak görmek gerekir diye düşünüyorum.
Tabii, işçi sınıfı içindeki siyasal değişime bakmak da lazım. Hemen gördüğümüz, işçi içinde sağ siyasetin giderek yaygınlaştığı, güç kazandığıdır. Irkçı ve milliyetçi eğilimler, Kürt meselesinden ve savaş koşullarından da beslenmekte. 50’lerden bu yana yüzde 60 olan geleneksel sağ taban, giderek daha da milliyetçi ve katı davranış kalıpları içine girmekte. Sadece işçiler içinde değil, toplumun tamamında… Bu durum CHP tabanında da gözlenmekte. Savaş koşulları tarih içinde de her zaman şovenizmin, milletçiliğin yükseldiği bir iklim yaratmıştır. 1. Dünya Savaşı döneminde hem Rusya’da hem de Almanya’da çok güçlü sosyal demokrat –komünist- partiler var. Savaş patlak verdiğinde, özellikle Almanya’da sol içinde enternasyonal anlayışın birden bire buharlaşıp yok olduğunu, milliyetçiliğin güçlenip buralarda da yer edindiğini görüyoruz. Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde, Parti’nin rotasını da değiştirecek ölçüde bir büyük sağa kayış yaşanıyor. 2. Enternasyonal’in çözülüp dağılmasının başlıca nedeni, savaş. Lenin bu dönemde savaşı, bir sınıf savaşına dönüştürmek için bütün dünya işçilerine birleşme çağrısında bulunuyor. Velhasıl, savaş emekçi sınıflar için bir yıkım getirdiği gibi, sınıf mücadelesini bulandırabiliyor.
İşçi sınıfı için konuşursak, meslek liselerinden yetişen kalifiye işgücünün, bu eğilimleri içinde fazlaca barındırdığını belirtmek isterim. Bu doğal olarak sendikaların yönetim organlarını da etkiliyor. Sendikalar içinde barıştan söz etmek gerçekten zor. Buna rağmen barış sonuna kadar ısrarlı olunması gereken bir talep. Türk-İş’in ve Hak-İş’in hükümete destek veren politika ve söylemlerine karşın DİSK’in savaşa karşı açık politikalar izledi, izliyor. Barış istiyor, bu yönde çağrılar yapıyor. Savaşa karşı çoğu kesimler seslerini çıkarmazken DİSK çok şey söyledi. Savaşa karşı izlediği bu politikalar tabanda tepki de yaratıyor üstelik. Buna rağmen doğru ve kararlı bir politika yürütüyor DİSK, bunu da teslim etmek lazım.
Son olarak, sendikalar bütün bu koşullar karşısında ne yapmalıdır? Çözüm nerede?
Sendika hareketi son dönemde en zayıf olduğu dönemi yaşıyor. Grev hakkından, özgür toplu pazarlık hakkından yoksun olan 1947 sendikaları dahi genel olarak bugünkü sendikalardan daha kişilikli politikalar izlemişlerdi. Sendikalar her konuda ve hangi açıdan bakarsan bak, en kötü günlerini yaşıyorlar.
Bana göre, öncelikle ve mutlaka yapılması gereken, birlik olmaktır. Bunun o kadar kolay olmadığı ve Türkiye’de gerçek anlamıyla birliğin çok da alışılmış, başarılmış bir şey olmadığı ortada. Sendikaların bütün siyasi görüşleri, eğilimleri, grupları bünyesine ve yönetimine katan örgütler haline gelmeleri gerektiğine, birlikte yönetmeyi öğrenmeleri gerektiğine inanıyorum. Sendikacılık bir ekip işi değildir. Sendikacılık hep birlikte yapılacak bir iştir. Sendika içi demokrasi ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmak ve bu ilkeyi, bütün alanlarda tartışmasız hayata geçirmek asıldır. Sendika hareketi, tam bir birlikte yönetim kültürü, geleneği oluşturmak zorundadır.
Fabrikalarda, işyerlerinde etkili işyeri örgütlerinin oluşturulması sendika hareketine önemli bir dinamizm katacaktır. Özellikle toplu pazarlık dönemlerinde bu örgütler sendikalara karar ve eylem süreçlerinde önemli katkı getirecektir.
Sendikaların kalıplarını kırmaları ve hayata uygun yeni örgüt ve yönetim ilkeleriyle yeniden yapılanmaları zorunludur. Var olan örgütlenme tarzının, politika ve ilkelerin -neyse onlar ve varsa tabii- çözüm olmadığı gün gibi ortadadır.
Nihayet, sendikaların kendi tarihleriyle bağ kurmaları gerektiğini söylemek istiyorum. Sendikacıların, sendika aktivistlerinin, işçilerin kendi tarihlerini çok iyi bildiklerini söyleyemem. Ama mutlaka öğrenmeleri gerekiyor. Emek tarihi, sınıf mücadelesi, sendika mücadelesi için sayısız deneyimle dolu eşsiz bir kaynaktır.
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.