Türkiye’nin mevcut gidişatında, Gezi isyanı, Kobanê direnişi ve bu direnişi Türkiye’nin batısına sıçratarak toplumsallaştıran 6-8 Ekim serhıldanı ve 7 Haziran seçimleri, tarihin akışının yönünü değiştiren üç önemli momentin halkaları… Hemen 7 Haziran ertesinde yaşanan katliam ve şok uygulamalarıyla toplumsal-politik ortama dayatılan 1 Kasım seçim darbesi, 7 Haziran’da zirve yapan ve halk güçlerine moral veren bu […]
Türkiye’nin mevcut gidişatında, Gezi isyanı, Kobanê direnişi ve bu direnişi Türkiye’nin batısına sıçratarak toplumsallaştıran 6-8 Ekim serhıldanı ve 7 Haziran seçimleri, tarihin akışının yönünü değiştiren üç önemli momentin halkaları…
Hemen 7 Haziran ertesinde yaşanan katliam ve şok uygulamalarıyla toplumsal-politik ortama dayatılan 1 Kasım seçim darbesi, 7 Haziran’da zirve yapan ve halk güçlerine moral veren bu momentte kırılma ya da çatlak yarattı ve geriye itti.
Elbette, şimdilerde üzerine bastığımız yeni ve moralsiz politik zemin, Gezi ayaklanmasından 7 Haziran ve sonrasına uzanan olağanüstü momentumun Türkiye Devrimci Hareketi olarak hakkını veremememiz ve olanaklarını kullanabilecek bir öncülük yapamamamızın ürünüdür.
Giderek otoriterleşen bir rejimin inşa sürecinin içindeyiz. “Savaş ve katliam” yapma bir politik araç olarak bu inşa faaliyetinde kullanılıyor.
Kürdistan coğrafyasının özel kuvvet ve infazlarla kuşatıldığı, Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne (KÖH) karşı tasfiye politikalarının yükseltildiği, halkçı güçlerin terbiye edilmeye çalışıldığı bir süreci yaşıyoruz.
İktidar paradigmasının dayanağı olan “korku imparatorluğu” rengi koyulaştırılarak ve ayağı sağlamlaştırılarak yeniden inşa ediliyor.
Öyle ya, AKP/Erdoğan iktidarı verdikleri kavganın “ölüm-dirim” kavgası olduğu bilincinin asabiyetiyle davranıyor.
Bizim cenahta ise, daha ileri bir momente yerleşmek ve iktidar hedefine doğru çubuğu bükme asabiyetinden ne yazık ki uzak bir tablo var. Ki şimdilerde o momentin en geri noktasına itilmiş durumdayız.
***
Bir kez daha kalınca altını çizmekte fayda var…
2013 Haziran’ında Türkiye’ye özgü koşullarda, tarihin, zamanın ve sokağın yönünü, akışını, ritmini değiştiren bir milat yaşandı. Türkiye bir zaman eşiğinden atladı.
Mevcut politik denklemler, 2013 Haziran’ının ardından gelen ve sürekli değişen politik gündemler ve dengelerle, yeniden ve daha da karmaşıklaşarak güncellendi. Dolayısıyla, günlük siyasetin uzunca yıllardır alışılagelen yapısı ve bileşenleri farklılaştı, zenginleşti.
Genel geçer bir süreç içinde değil, çok sık rastlanmayacak derecede kaotik, çalkantılı ve uzun erimli bir zaman dilimi içerisindeyiz…
Alışıldık ne varsa ters yüz olan, akışkan ve hızlı bir dönüşüm konjonktüründeyiz.
Böylesi bir karmaşa fotoğrafının içerisinde, ani toplumsal sıçramalar, beklenmedik kırılma dinamikleri yahut zirveleri yaşanabilir. Dolayısıyla çizdiğimiz fotoğraf olduğu gibi kalmayıp, dışına taşabilir…
7 Haziran ertesinde ardı ardına gelen şok ve katliam darbeleriyle -özellikle 10 Ekim Ankara Katliamı ile- artan iktidar saldırganlığının Batı’da yarattığı toplumsal kırılma ve geri çekilme hali toplumsal-politik iklimi oldukça değiştirdi. İktidarın “savaş ve katliam” silahıyla birlikte, giderek yaşam alanlarını daha da boğan ve daraltan bir atmosfer oluştu.
Ancak, bu sürecin kalıcı bir dönem değişikliği ve sinme haline evrildiğini söylemek, oldukça erken bir tespit olacaktır.
Türkiye Devrimci/Sosyalist Hareketi üzerine düşen sorumlukları, sürecin hassasiyetini gözeten bir düzlemde yerine getirebilir ve krizi yönetecek hamleler yapabilirse hava yine bizden yana esecektir.
Evet zaman zaman faşizmin ayak seslerinin duyulduğu ama faşizmin Türkiye’nin politik havasına hakim olamadığı bir durumun içindeyiz.
Ancak aynı zamanda, Türkiye stratejik konumu itibariyle ve Haziran ayaklanması ve ertesinde yaşayıp biriktirdikleriyle, birbirinden farklı alan ve ölçeklerde gelebilecek Gezi dinamiklerine hala açık bir konjonktürdedir.
Tarihsel bir kopuş sürecinin eşiğindeyiz. İleri ya da geri her hamlemiz ya da hamlesizliğimiz süreci yeni bir yol ayrımına götürecek.
Hemen önünde durduğumuz kavşak varoluşsal bir niteliğe sahip.
Türkiye Sosyalist Hareketi;
12 Eylül darbesi sonrasında gelen ağır yenilgi dönemini ve 1989-90 yıllarında reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte kazandığı mevzilerden geriye düştü.
O arada, üzerine gelen basınçla sürüklenip ağır tasfiye dalgalarıyla cebelleştiği uzun bir kriz dönemini yaşadı ve uzunca yıllar etkili ve kalıcı radikal siyasi çıkışlar yapamadı.
2013 Gezi isyanı, 12 Eylül darbesiyle açılan koca bir dönemi kapatıp, başka bir dönemin ve hatta yeni bir toplumun doğuşunun kapılarını araladı…
Tekrar tekrar bugünden düne ve daha öncesine dönüp bakmakta fayda var.
Haziran ayaklanmasının açığa çıkardığı dinamiklere, Gezi’de sol/sosyalist yapıların konumlanışlarına, isyanın kendisi kadar muazzam olan potansiyel ve olanaklarına, aynı şekilde 7 Haziran seçimlerinde hareket halinde olan halk dinamiklerinin esas taleplerine, sokağın ve toplumsal alanının meşruiyet zeminine yoğunlaşıp değerlendirdiğimizde, sosyalist solun yapıp yapamadıkları ya da neyi nasıl yaptığı çıplak bir şekilde açığa çıkıyor.
Bu değerlendirmeleri, “ahlanıp vahlanmak” ve solun üzerinde debelenmek için değil, denklemi doğru kurmak, önümüzdeki tarihsel ve kritik dönemde, sıkça sorduğumuz “sosyalistler ne yapmalı” sorusunu keşfetmek için yapalım.
Zira, Gezi isyanı, Kobanê direnişi ve 7 Haziran momentleri bu fevkalade kaotik dönemde, “ne yapmalı”, “nasıl yapmalı” sorularına, yeni dönemin mücadele araçları ve biçimlerine ilişkin cevap olabilecek önemli ipuçları verdi.
Elbette ki Türkiye Devrimci Hareketi’nin ahvali, Türkiye’nin gidişatından ve içerisine soluduğumuz iklimden azade ya da yalıtık değil.
Ancak mevcut “sol” alışkanlıklar, siyaset yapma tarzları, konjonktürü ve isyan dinamiklerini okuma zaaflarımızla acımasızca hesaplaşmamak, bugün yapılması gerekenleri tarihi belirsiz bir takvime havale etmek olacak.
Sosyalist hareketin, bir kriz sarmalı içerisinde olduğu ve kendini yeniden kurmak için, kurucu bir irade ile devrimci bir re-organizasyon sürecine ihtiyacı olduğu açıktır.
Sosyalist bir odak kurabilir miyiz?
Türkiye yeni bir siyasal gerilim eşiğinde iken, sosyalistler bu olağanüstü süreci kenarda bekleyerek ya da günü kurtaran eylemliklerle geçiştiremez.
Karşımızda duran görev salt bir devrimci örgütün yeni dönemde ne yapıp, nasıl konumlanacağı meselesi değil, Türkiye’nin politik geleceği, dolayısıyla sosyalistlerin geleceği meselesidir.
Şu günlerde boşluğu şiddetle hissedilen sosyalist bir odak ya da sol bir merkezin inşasını böylesi bir düzlemde gündemimize almalıyız.
Kürdistan coğrafyasında muazzam bir direnç ve “kopuş” pratiği gelişirken, sosyalistlerin inşa ettiği etkili ve kalıcı bir sol merkezin/odağın KÖH ile kuracağı ilişki, şüphesiz, işçi sınıfı, Gezi güçleri ve KÖH’ün tarihsel ittifakının inşasında, batı ile Kürdistan arasında önemli ve etkili bir köprü olacak, birbirini besleyecektir.
Bir formülümüz ya da reçetemiz yok elbette. Ancak sosyalist bir merkez inşasının temellerini atmak için birlikte etme, eyleme, birlikte arayıp, keşfetme zeminlerini yoklayarak başlayabiliriz.
Halka güven verici, kitlesel ve kazanım odaklı birlikte etme- eyleme olanaklarını yaratabilir, nefes alacak yeni kanallar açabilir, günümüze özgü direniş ve mücadele biçimlerini/araçlarını çoğaltabiliriz.
Devrimci ve halkçı bir mücadele tarzının ve yaşamın tüm alanlarına yayılmış bir direniş hattının olanaklarını yan yana gelerek arayabiliriz.
“İktidar bloğu nasıl parçalanır?” sorusuna yıkıcı, kopuşçu ve yaratıcı bir cüretle yönelme vaktidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.