Bugünkü kara tablo, Ortadoğu’da “devrim”in bir kez göz kırptıktan sonra boğulmasını değil daha çetin mücadeleler içinde yol almasını resmetmektedir Aralık 2007’de yayımlanan Halkın Devrimci Yolu Bildirgesi’nde şöyle yazıyordu: “Bugünün ilerici halk hareketlerini 20. yüzyılın ölçütleriyle bakarak değerlendirdiğimizde, bu hareketlerin tüm insanlığı sınıfsız, sömürüsüz ve baskısız bir dünya kurma hedefine sahip ortak bir kurtuluş hareketine yöneltebilecek […]
Bugünkü kara tablo, Ortadoğu’da “devrim”in bir kez göz kırptıktan sonra boğulmasını değil daha çetin mücadeleler içinde yol almasını resmetmektedir
Aralık 2007’de yayımlanan Halkın Devrimci Yolu Bildirgesi’nde şöyle yazıyordu: “Bugünün ilerici halk hareketlerini 20. yüzyılın ölçütleriyle bakarak değerlendirdiğimizde, bu hareketlerin tüm insanlığı sınıfsız, sömürüsüz ve baskısız bir dünya kurma hedefine sahip ortak bir kurtuluş hareketine yöneltebilecek kapsam ve içeriğe sahip olmadığı söylenebilir. Oysa bugünden bakıldığında görünen, insanlığın, ‘sermayenin kendi suretinden yarattığı dünyaya’ isyan etmekte olduğudur.
“Sistemin kaderini belirleyecek en güçlü potansiyel genel olarak yeni sömürgeler dünyasında, özel olarak da Ortadoğu’da gelişmekte olan bu isyanda saklıdır.”[1]
Bildirge, kapitalizmin 2008 yılında patlak veren ve hala sonunu görememiş olduğumuz büyük krizinin arifesinde yayımlanmıştı. Çağın bilgeleri arasında sayılan Immanuel Wallerstein’ın, “Şu anki sistemin devam edemeyeceğini gönül rahatlığı ile öne sürebiliriz”[2] öngörüsüyle karşıladığı kriz, Wallerstein’ı ve yukarıda Bildirge’den alıntılanan sözleri doğrularcasına, kapitalist sistemi sorgulayan ve değişime zorlayan militan kitle hareketlerini tetikledi.
Krizin emekçilerin sırtına yıkılan yıkıcı etkileri gibi kitle hareketleri de emperyalist merkezlerden başlayıp yeni sömürgeler dünyasına doğru yayıldı. İlk yıllarda ABD ve Avrupa’daki militan hareketler öne çıkarken 2010 sonu itibariyle kitle militanlığı niteliksel bir sıçramayla Ortadoğu’ya kaydı. 17 Aralık 2010’da Tunus’ta patlak veren halk ayaklanması kısa sürede Arap dünyasının kalbi Mısır’a sıçrayarak emperyalizm işbirlikçisi neoliberal diktatörleri deviren bir harekete dönüştüğünde Ortadoğu halkları yalnızca sömürgecilik planlarının bir nesnesi değil, sömürüye ve sömürge diktatörlüklerine karşı tetiklenen devrimci bir sürecin öznesi olabileceklerini de gösterdi.
Ortadoğu’da, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını haber veren küresel krizin içinde kendini gösteren devrimci kriz, sistem karşıtı güçleri devrime sistem güçlerini de karşıdevrime davet ediyordu. Devrimci özne (Ortadoğu proletaryası), diktatörler yıkıyordu ancak onun yerine kendi iktidarını kurabilecek siyasal bilinç ve örgütlülükten yoksundu. Sistem bu koşullarda eskinin basit tekrarı ile değil, başkanlık sarayının kapısında göz kırpmış devrim tehdidini bastırabilecek yeni iktidarların kurulması ile kendini onarabilirdi.
Yani sistem karşıtı güçler açısından görev yalnızca bir devrimci krizi devrim durumuna dönüştürecek siyasal ufuk, bilinç ve örgütlenmeye erişmek değil aynı zamanda şu ya da bu şekilde sürdürelemez hale gelmiş olan sistemin yıkıntıları üzerinde kendi gerici projesini inşaya girişen karşıdevrimci saldırganlığa da yanıt verebilmekti. 2011’den bu yana Ortadoğu’daki devrimci güçlerin sınandığı süreçte bu iki görevin ne ölçüde yerine getirilip getirilemediği belirleyicidir.
Ortadoğu’da üç temel devrimci dinamikten bahsedilebilir: Kitle seferberlikleri (halk ayaklanmaları, meydan işgalleri) ile bir siyasal varlık kazanabilen Arap proletaryası; Kürt özgürlük hareketi; Filistin kurtuluş hareketi. Bu üç sistem karşıtı dinamik, gerici statükoyu sarsarak birbirlerinin yolunu açan, birbirine ilham veren ancak ortak bir strateji ya da enternasyonal örgütlenmeden yoksun, eşitsiz, ve Kürt hareketi ile Filistin hareketi arasındaki ilişkide olduğu gibi yer yer birbirine mesafeli dinamiklerdir.
Arap proletaryası, diktatörler deviren halk hareketleri içerisinden kendi devrimci örgütlerini çıkarıp iktidara talip olamadığı gibi diğer sistem güçlerinin isyan dinamiklerini bastırarak “devrimi çalmasına” da engel olamamıştır. Halk hareketlerinin bir iktidar stratejisinden yoksun olması ve “düşmanımın düşmanı” karşısındaki hayırhah tutum, iktidardaki egemene karşı harekete geçen diğer sistem güçleri karşısında bu hareketleri savunmasız bırakmıştır. Tunus ve Mısır’da emperyalizm işbirlikçisi neoliberal diktatörlerin devrilmesinin ardından emperyalizmle uzlaşan siyasal İslamcı akımlar iktidara gelmiş, kısa sürede ikinci bir halk hareketleri dalgası İslamcıları da iktidardan indirirken bu kez eski iktidar sahipleri Tunus’ta halk hareketine kısmen taviz vererek, Mısır’da ise İslamcıların yanı sıra solu ve halk hareketini de ezen kanlı bir askeri darbe ile yeniden iktidara yerleşmişti. Bu durum isyanın temelindeki çelişkileri elbette ortadan kaldırmamıştır ancak Arap halk hareketlerinin yenilgisi, emperyalist kapitalist sistemin krizinin gerici bir çıktısı olarak Ortadoğu’nun iç dinamikleriyle (Selefi cihatçılık) buluşup boy veren IŞİD’e meydan vermiştir. Ortadoğu halklarının yıkıcı enerjisi sistem karşıtı devrimci mücadelelere kanalize olmadığı yerde ezilenler arası gerici iç çatışmalara da yönlendirilebilmektedir.
Ancak bu kara tablo, Ortadoğu’da “devrim”in bir kez göz kırptıktan sonra boğulmasını değil daha çetin mücadeleler içinde yol almasını resmetmektedir. Somutlarsak, Arap halk hareketlerinin tetiklediği değişim dalgasına emperyalist çıkarlar doğrultusunda müdahale etmek için Suriye’de örgütlenen gerici savaş içinde karşıdevrim IŞİD elbisesiyle karşımıza çıkmıştır ancak bu, devrimin Rojava’da yeniden boy vermesine engel olamamıştır. Rojava’nın sırrı, hem krize halkın çıkarları doğrultusunda halkın özgücüne yaslanarak müdahale ederek laik, sosyal, demokratik bir seçeneği temsil eden özyönetimler kurma iradesi hem de IŞİD elbisesiyle boy gösteren karşıdevrime karşı kendini ve ideallerini savunma, özsavunma, faşizme karşı direniş iradesidir.
Ne Rojava tam zafere ulaşmış ne de Arap sokağı bütünüyle teslim olmuştur. Bugün Ortadoğu, koşulların “ya devrim ya karşıdevrim” diye bağırdığı, ezilenleri karşıdevrimci güçlere karşı direnişle iç içe geçmiş iktidar mücadeleleri vermeye çağırdığı bir çağı yaşamaktadır. Yalnızca Mısır, Tunus ve Suriye değil artık Ortadoğu devrimci süreci ile iç içe geçmiş bir devrimci sürecin/süreçlerin sahnesi olan Türkiye de son birkaç yıldır bu gerçeği deneyimlemektedir.
Dipnotlar:
[1] http://halkindevrimciyolu.org/arsiv/halkindevrimciyolubildirge.pdf
[2] http://sendika8.org/2008/10/ekonomik-krize-uzun-vadeli-bakis-immanuel-wallerstein/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.